Eğitimde piyasalaştırma süreci, 1990’lı yıllardan beri programlı bir şekilde devam etmekte ve AKP Hükümeti, bu sürecin 2010 yılında tamamlanacağı taahhüdünü yerine getirmek üzere saldırılarını yoğunlaştırmış bulunmaktadır. 2007-2008 Eğitim Öğretim Yılına girmeye hazırlandığımız bu aşama, eğitimin tüm özneleri açısından kritik bir öneme sahiptir. Eğitimin özelleştirilmesi kıskacında veliler ve öğrenciler müşterileştirme çarkı içinde daha çok sömürülecektir. Eğitim […]
Eğitimde piyasalaştırma süreci, 1990’lı yıllardan beri programlı bir şekilde devam etmekte ve AKP Hükümeti, bu sürecin 2010 yılında tamamlanacağı taahhüdünü yerine getirmek üzere saldırılarını yoğunlaştırmış bulunmaktadır. 2007-2008 Eğitim Öğretim Yılına girmeye hazırlandığımız bu aşama, eğitimin tüm özneleri açısından kritik bir öneme sahiptir. Eğitimin özelleştirilmesi kıskacında veliler ve öğrenciler müşterileştirme çarkı içinde daha çok sömürülecektir. Eğitim emekçileri açısından da, tam anlamıyla bir köleleştirme-kişiliksizleştirme programının uygulanacağı bir yıl olacaktır. Öğretmenin asli görevini unutturup, halkın gözünde “para toplayan ve öğrencisini müşterileştiren öğretmen” imajı yaratıldığı şu dönemde öğretmenlik mesleği de ‘etiksel olarak’ sorgulanır duruma gelmiştir. Etiği, onuru ve ağır sorumluluğu ile “Halkın Öğretmeni” misyonunun yeniden bilince çıkarılması gerektiği açıktır. Öğretmenlik onurunu tamamen yok eden bu Dünya Bankası menşe’li saldırılara karşı Halkın Öğretmeni, eğitim sürecinin tüm muhataplarını, özellikle de öğretmenleri görevi çağırıyor.
Eğitim güncel ekibi olarak “Eğitimde Çürüyüş” sürecinin ana hatlarını çizip, ardından “Ne yapmalı?” sorununu ele alıyoruz.
EĞİTİMDE PİYASALAŞTIRMA SÜRECİ
Eğitimde Çürüyüş
24 Ocak 1980
Türkiye’de IMF standby düzenlemesi ve Dünya Bankası ‘yapısal uyarlama kredi sistemi’ gereğince alınan kararlardır. 12 Eylül darbesi ile uygulamaya konulan neo-liberal politikaların Türkiye’deki geçmişi, çeyrek yüzyılı aşmış bulunmaktadır. Çeyrek yüzyıllar bunalımlar zamanıdır. Ve her bunalımın getirdiği çürümüşlüğü aşmak için küreselleşme yürüyüşü, bunalımdan çıkma atağına geçer. Bu da az gelişmiş ülkeler için sömürgeleştirme anlamına gelmektedir. Neo-liberalizmin kendi yol açtığı bu genel çürüyüş içinde yol haritasını; Özelleştirme ve Yönetişim programı oluşturmaktadır.
Eğitimin Özelleştirilmesi sorunu
Eğitim ve sağlık gibi alanlar, anayasal düzen gereğince devletin görev alanına giren kamusal haklardır. Bu yüzden özelleştirilmesinin önünde 3 yapısal engel vardır:
1) Yönetim yapısı
2) Personel istihdam biçimi
3) Finansman sorunu
Engellerin Tanımlanması ve Çözümler!
1) Eğitim ve sağlık, merkezi yönetime bağlıdır. Çözüm: Merkezi teşkilata bağlılığını kaldırmak – Yerellere devretmek. (Kamu Yönetimi Temel Kanunu)
2) Personel istihdam biçimi, ‘devlet memurluğu’na dayanır. Çözüm: Personel istihdam biçimini yeniden düzenlemek – esnek – sözleşmeli istihdama geçmek (Personel Rejimi Kanunu)
3) Finansmanı vergi gelirleriyle sağlanmaktadır. Çözüm: Vergi gelirinden aktarılan payı kaldırmak – Müşterinin hizmet satın almasını sağlamak. (OGYE, TKY…)
Süreç nasıl işledi?
Özelleştirme programı, bir dizi aldatmaca ve halkı yanıltan söylemlerle sinsice işletildi. Önce yıllarca KİT’lerin “kara delik”, “siyasi arpalık”, “zarar ettiren kambur” oldukları için özelleştirildikleri söylendi. Fakat zarar eden değil de en çok kâr eden KİT’lerin satıldığı ortaya çıkınca, pişkince verilen yanıtlar unutulur gibi değildi: “Zarar eden kurumu kim alsın ki?” ya da “Tüm dünyada böyle yapılıyor!”…
Eğitimde özelleştirmeye doğru
“Vergi geliriyle zenginin çocuğunu niye okutalım?” söylemi ile başlayan ve halktan tepki yerine destek gören taktik, yıllar içinde “her şeyi devletten beklemeyin!”e dönüştü ve tüm velileri alıştıra alıştıra eğitimin fiili olarak özelleştirildiği bir aşamaya geldi.
Bu özelleştirme adımları şöyle gelişti:
1- Eğitime bütçeden kaynak ayırmama
Her veliden değişik isimler adı altında 30 kalemde para toplanmaktadır. 2003 yılı istatistiklerine göre: Ülke vergi gelirlerinden eğitime aktarılan kaynak 7 katrilyon, velilerin eğitim için yaptıkları harcama 17 katrilyon. (TL) –AKP henüz devralmışken!
2- Ders Kitapları
1990’na kadar ders kitapları yayıncılığında Milli Eğitim Bakanlığı etkin rol oynarken, 1991 yılından itibaren bu alan özel sektöre açılmıştır. İlköğretim ders kitapları 623, ortaöğretim kitapları da 234 özel sektör tarafından üretilmeye başlanmıştır. Bunun sonucunda fiyatlar giderek artmıştır. Velilerin ders kitapları için yaptıkları yıllık harcama 230 trilyona ulaşmıştır. (2003 yılı)
Ders kitapları bedava dağıtılıyor.
Milli Eğitim özel sektörden ihale usulü kitap satın aldı. İhale, 75 yayınevinin ortak oluşturdukları14 firmaya verildi. Bakan Hüseyin Çelik: “sektörün zarara uğratılmaması için elimizden geleni yapacağız!” MEB yayınevinin 27 trilyona basabileceği kitaplar, ihale yoluyla 100 trilyona satın alındı. (toplam 63 milyon kitap dağıtılmıştı. Bu yıl ise 175 milyon kitabın dağıtılacağı açıklandı.)
Sonuç: Öğrenciler üzerinden trilyonlar kazanan yayınevleri, bu kez devlet üzerinden aynı parayı kazanmaktadır.
3- Kantin işletmeciliği
Okul kantinleri 1990’a kadar kooperatifçilik usulüne göre işletilmekteydi. Özelliği ise;
– Fiyatlar, okuldaki seçilmiş komisyon tarafından belirlenir.
– Sağlık, hijyen koşullarına uyulur
– Öğrenci gereksinimlerine göre ürün satılır.
– Kooperatif çalışanları, öğretmen ve öğrencilerdir.
– Kâr amacı güdülmez.
Kantin işletmeciliği: 1990
• Daha çok tüketime yönelik ürün satılır
• Fiyatlar, piyasaya göre belirlenir
• Kantinlerin sağlık, hijyen ve kalite denetimini öğretmenler yapar ama öğretmen, kantini kapatma ya da ceza isteme yetkisine sahip değildir.
• Kâr amacı güdülür.
Sonuç: Özelleştirmenin önemli bir boyutudur: Tüccar mantığını okulların içine taşımaktadır.
4- Okul kıyafetleri
1980’den 1990’a kadar iki standart öğrenci kıyafeti vardı. (siyah önlük-lacivert forma). 1990: Resmi veya özel, her okulun keyfi olarak belirlediği bir kıyafetin önü açıldı. Üstelik kıyafet her yıl değiştirilerek, anlaşmalı firmalara rant oluşturulmaya başlandı. Bir kıyafetin maliyetinin 10 katını ödemek zorunda bırakılan velilerin isyanı, MEB’in önlem almasını zorunlu kıldı: yöneticiler uyarıldı.
5- Döner Sermaye İşletmeciliği (DÖSE)
1930’dan beri meslek liselerinde yürürlükte olan bir yönetmelik.
Amaç:
– Okul personeli ve öğrencilere ek gelir sağlamak
– “uygulamalı eğitime” aile bütçesinden ayrılan giderleri azaltmak.
DÖSE yönetmeliği, DÖSE Yasasına dönüştürülüyor
DÖSE’den tahsil edilen gelirin 52,5 milyardan 50 trilyona çıkarılması hedeflenmiştir.Öğrencilere okul dışında ya da evde üretmek ve bedeli parça başı ödenmek üzere iş verme uygulamasını getirmektedir.
Sonuç: Özel atölyelerde güvencesiz işçilik, çocuk işçiliği ve öğrenim hakkı istismarı, okulların içine kadar taşınmıştır.
6- Eğitime katkı payı
1997 Yılında başlayan ve sürekli süresi uzatılan bu uygulama, en son 2010 yılına kadar uzatılmıştır. Uçak biletlerinden GSM aboneliğine, vergi ödemelerinden gümrük-tapu işlemlerine kadar eğitime katkı payı kesintisi yapılmaktadır.
Nerelerde kullanıldı?
2003’te yapılan açıklamaya göre; %67’si okulların yapım onarımına, %17’si taşımalı eğitime, %16’sı ders kitaplarına.
Anc
ak; maliye bakanlığınca yapılan bu ödenek kayıtları hiçbir zaman açıklanmamış, eğitime katkı payından ne kadar gelir elde edildiğinin bilinmesine izin verilmemiştir. Fakat Dünya Bankasınca hazırlanan raporda, “eğitimde performans artışına” sebep olduğu için bu uygulama memnuniyetle karşılanıyor.
7- Milli Eğitim Vakfı (MEV)
1981’de eğitime katkı sağlamak amacıyla MEV kuruldu.
Kurucuları: MEB, DPT, YÖK, TÜBİTAK; Halk Bankası, Ziraat Bankası gibi kamu kurumları, Odalar ve Borsalar Birliği, Ticaret Odaları, Yapı ve Kredi Bankası, İş Bankası gibi özel kurumlar ile Vehbi Koç, İhsan Doğramacı, Sakıp Sabancı gibi şahıslar…
Vakıf, şirketleşiyor
1991 yılında 2 milyar sermaye ile VAKTAŞ (vakıf-ticaret a.ş.) kuruluyor. 2002’de sermayesi 1 trilyona ulaşıyor.
Vakıfın geliri:
• 1- Şirket, okul donanım araç ve gereçleri üretip, Milli Eğitime satıyor.
• 2- Velilerden toplanan okul aidatları,
• 3- Tüm okulların ders defterleri, not defterleri, karne, öğrenci kimlik kartı vs. gelirleri,
• 4- Okullardaki büfe, kantin ve yemekhane gelirleri…
Eğitimin özelleştirilmesine Vakıf katkısı
Vakıfta toplanan muazzam miktarın % 45’i okullara bırakılması gerekmektedir. Ancak vakıf okula vermek yerine, durmadan toplanan paraların yatırılmasını talep etmiştir. MEV, özel okullara ilgi göstermeye başladı: İstanbul’da 2, Ankara’da 3, İzmir’de 4 olmak üzere toplam 9 özel okul açmıştır. (Bu okullarda bir öğrenciden istenen yıllık öğrenim ücreti 6 ile 9 milyar arasında değişmektedir.)
Sonuç: Açgözlü tüccarların ticarethanesi olan MEV, Hüseyin Çelik’i rahatsız eder (nedendir bilinmez!) ve kapatılır.
Hüseyin Çelik rahatsızlığını: “Vakıf, zenginden alıp yoksula verir, ama bunlar alttan alıp üste aktarıyorlar.” şeklinde dile getirmişti.
MEV ve AB ilişkileri
MEV, AB’ye bağlı ‘Avrupa Eğitim Vakfı’ ile birlikte çalıştı ve iki proje sundu:
1- AB entegrasyonuna doğru mesleki eğitim projesi
2- Mesleki eğitim ve işgücü.
Bu iki proje için 80 bin Euro kredi aldı ve Milli Eğitime Bakanlığına bugünkü MEGEP projesini başlattı. Vakıf bakanlık tarafından kapatıldıktan sonra, yerine Okul Aile Birlikleri geldi. Değiştirilen yönetmelikle bu gün artık veliler bir özel işletmenin yönetim kurulu gibi çalıştırılmaktadır.
Özelleştirmeye Doğru Yapısal Reformlar!!
Buraya kadar eğitimin finansman sorununa dönük dönüşümün adım adım işletilmesi ve eğitim sürecindeki veli ve öğrencinin para vermeye zorlanması-alıştırılması uygulamaları sıralandı. Eğitimin yapısal ve personel istihdam biçimini değiştirmeye dönük adımlarda da, aynı süreç işletilmiş ve paralel bir rota izlenmiştir.
1- Norm kadro
• Açıklanan amaç: öğretmen dağılımındaki dengesizliğin giderilmesi (!)
Gerçekte dengesiz dağılım giderilemedi. Tersine asker, adli yargı ve şehit eşleri muaf tutulduğu için, öğretmen dağılımındaki dengesizliği daha da derinleştirmiştir. Esnek çalıştırmanın ön uygulaması oldu Bununla sözleşmeli öğretmenliğin yolu açıldı.
2-Eğitimde Yönetişim Eğitim Bölgeleri ve Eğitim Kurulları
“Eğitim bölgeleri ve kurulları” yönetmeliği 1990 yılında yürürlüğe girdi. Norm kadroyu tamamlayan bir uygulamadır.
Amacı:
1- Aynı eğitim bölgesi içinde yer alan okullar, birbirlerinin olanaklarından ve öğretmenlerinden yararlanacaktır.
2- Okulların tüm ihtiyaçları (finansal kaynak ve personel ihtiyacı da dahil) bölge içindeki yerel kaynaklardan sağlanacaktır.
3- Tüm kurulların, bölge içinde eğitimin yönetimine katılımı sağlanacaktır (yönetişim)
Hangi kurullar yer alacak?
1- Öğrenci kurulları
2- Okul zümre başkanları kurulu
3- Bölge zümre başkanları kurulu
4- Bölge muhtarları
5- Okul-aile birlikleri başkanları
6- Bölgedeki sivil toplum kuruluşlar (STK’lar)
Bu kurullar okullara kaynak oluşturma ve personel ihtiyacını giderme konusuna el atacak ve böylece sürekli dillendirilen ‘eğitim yönetimine katılım’ sağlanmış olacaktır.
Bu kurullar toplanır toplanmaz, öğretmensiz okula sözleşmeli öğretmen, hizmetlisi olmayan okullara da sigortasız temizlik elemanı temin etmeye ve ücreti velilere ödettirmeye başladı. Bir işveren gibi hareket etmeye başlayan okul-aile birlikleri, şirket muhasebeciliği yapar gibi yıllık gelir-gider bilançosu ibraz etmeye, çalıştırdıkları personelin performansını takip etmeye başlayınca, bakanlık rahat bir nefes aldı. Böylelikle “daha çok yerelleşme ve okul-çevre bütünleşmesi” sağlanmış oldu.
Sıra, eğitimde kalite(!)nin arttırılmasına geldi.
• Toplam Kalite Yönetimi, neo-liberalizmin temel felsefesi ve olamazsa olmazıdır. Bir işletme modeli olan TKY, üretimin her unsurunun daha fazla kar için yeniden düzenlenmesidir. İlk denemesi OGYE olarak MLO’larda karşımıza çıktı.
TKY ile hedeflenen:
• Ekip çalışması ve kârı arttırmaya dönük yüksek performansı esas alır.
• Tam anlamıyla çalışanlar arasında rekabeti körükleyen, iş barışını bozan ve çalışanları bireyleştiren bir sistemdir.
• İşveren, bir yandan rekabeti kızıştırıp maksimum verime ve kâra ulaşmayı hedefliyor, öte yandan dayanışma duygusunun olmadığı bir işyerinde çalışanların örgütlenmesini yok etmiş oluyor.
TKY ve Sözleşmeli Öğretmenlik
2010 yılına kadar uyum yasaları ve tam uygulamanın bitirilmesi gerektiği taahhüt edilmiştir. 650 bin öğretmenin tamamının sözleşmeli olması anlamına gelen “personel rejimi yasası”, taslak olarak hazır. Sancısız geçiş için sözleşmeli öğretmen alımı yavaştan-hızlıya doğru işletiliyor. Bugün sözleşmeli öğretmen sayısı 250 bine ulaşmak üzeredir. 450 bin kadrolu öğretmen sayısı biraz daha eritilecek ve sancısız geçiş sağlanmış olacaktır. Öte yandan Sözleşmesinin her an feshedilme tehdidi ile karşı karşıya olan bir öğretmeni TKY ekipleri içerisinde çalıştırmak, çok zor değildir. Verilen her işi olağanüstü bir çaba ile yerine getirmeye mahkum olarak görüldüğü için TKY’nin güvencesizler eliyle daha kolay hayata geçirileceği düşünülmektedir. Bu da kadrolular-güvencesizler ayırımını pekiştirecek ve çalışma barışını tehdit edecek bir tehlikedir.
Başöğretmen – Uzman Öğretmen
Öğretmenler arasındaki ayrımcılığı ve rekabeti kızıştıran iki uygulamadan biri güvencesiz-esnek istihdam, diğeri ise Apolet yasasıdır. Kariyer basamak sınavları sonucunda beklenen katılım olmasa da öğretmenlerin bir kısmı basamak atladı. Şu anda üç statüde çalışan (başöğretmen-uzman öğretmen-düz öğretmen), fakat aynı işi yapan bu öğretmenler arasında bir rekabet oluşacaktır. 60-70 milyon gibi bir artışla okuldaki çalışma barışının bozulmasına fırsat tanınmış olacak. Daha da kötüsü, TKY çalışmaları, bu apoletli öğretmenlerle başlatılacak. İlk performansı ölçülecek olanlar da, sözleşmeliler ve apoletliler olacaktır.
2007-2008 öğretim yılında ne bekleniyor?
Bakanlık müfettişleri son denetlemeyi yaptılar. Bundan sonra TKY ekiplerini denetlemeye ve onların performansını ölçmeye gidecekler okullara.
Apoletlendirilen öğretmen sayısı az olduğu için, yeterli sayıya ulaşmak amacıyla yeniden Kariyer Basamak Sınavı yapılacak. Kasım ayında duyurulması
bekleniyor.
Okullardaki şiddeti bahane ederek, hem güvenliği taşeronlaştırma, hem de okullardaki muhalefeti kırma atakları yaygınlaşacak.
Sınav sisteminde değişikliğe gidilecek. İlköğretimde OKS kaldırıldı ama her yıla bir OKS getirildi. Her yıl SBS olacak. Orta öğretimde de 2009 yılından itibaren 10., 11. ve 12. sınıflarda Olgunlaşma Sınavı olacak. Bir ÖSS yerine 4 ÖSS geliyor.
Seviye Belirleme sınavlarında ilköğretimdeki öğretmenlerin, olgunlaşma sınavında da Lisedeki öğretmenlerin performansı ölçülmeye başlanacak. Bakan tehdit etti: “Bu sınavlardaki düşük başarının hesabını sizden sorarım!!”
NE YAPMALI???
Eğitimde çürüyüş başladı. Sermayenin kendi krizini aşabilmek için yarattığı planlı ve programlı bu çürüme nasıl aşılır? İşte bu noktada bu ülkenin öğretmenlerine çok iş düşmektedir. Çünkü öğretmen, bir ülkenin geleceği olan çocukları sevgiyle, emekle yetiştirendir. Ülkenin geleceğinin garantisidir. İşte bu yüzden mesleğinin etik ve sorumluluğu ile şunu diyebilmelidir:
1) Eğitim-öğretim bir kamusal hizmettir. Anayasa ve Milli Eğitim Temel Kanununda açıkça ifade edildiği üzere bu hizmet, temel amaçlarda belirtilen nitelikte bireyler yetiştirmek için verilir; mal gibi alınıp satılamaz..
2) Bu hizmette görevli olan öğretmenler, Temel Kanun ve Anayasa’da değiştirilemez hükümler gereğince öğrenci yetiştirmekle mükelleftir; Dolayısıyla öğrenciyi müşteri olarak kabul etmek, kanunen suçtur.
Bütün bu gerekçelerle öğretmen, yönetmelikler gereği kendisine yaptırılmak istenen bu uygulamayı, ‘hiçbir yönetmelik yasadan üstün değildir’ diyerek reddetmelidir. Ve bu ülkenin onurlu geleceği için diyebilmelidir ki:
– “‘sevgili öğrencimi’ müşteri olarak görmeyeceğim ve ‘parası olan parası kadar eğitim satın alır’ anlayışıyla onun eğitim hakkının elinden alınmasına seyirci kalmayacağım,
– Ulus ötesi şirketlerin kârını arttırmak ve “Az maliyetle-çok iş” için kalite çemberinin zayıf halkası olmamak adına mesai arkadaşlarımla rekabete girmeyeceğim.”
Bütün bunlardan dolayı “Dünya Bankası ve IMF’nin kölesi değil, Halkın öğretmeniyim” diye haykırmalı ve TKY’nin hiçbir basamağında görev almamalıdır. Çünkü halkın öğretmeni olmanın ahlakı ve onuru, bunu gerektirir.