Süleyman Çelebi, “bunda bir haber değeri yok” demeye getirmiş, ama anlaşılan Milliyet’i ikna edememiş: DİSK’in Barışarock festivaline katılması gazetede birinci sayfadan yer bulmuş. Aslında DİSK beş yıldır festivale katılıyormuş, stand açıyormuş… Olsun. Bu yıl 2007. Öncekiler değildi. Önceki beş yıl içerisinde Türkiye’de yeni dalga çıkan bir yıl olmamıştı. Sol dalga, liberal dalga. Yeni oluşum, parti […]
Süleyman Çelebi, “bunda bir haber değeri yok” demeye getirmiş, ama anlaşılan Milliyet’i ikna edememiş: DİSK’in Barışarock festivaline katılması gazetede birinci sayfadan yer bulmuş. Aslında DİSK beş yıldır festivale katılıyormuş, stand açıyormuş…
Olsun. Bu yıl 2007. Öncekiler değildi.
Önceki beş yıl içerisinde Türkiye’de yeni dalga çıkan bir yıl olmamıştı.
Sol dalga, liberal dalga. Yeni oluşum, parti olmayan partisel oluşum. Partisel olmayan…
2007, benim bildiğim üçüncü sol liberal dalga yılı.
İlk 1990’da tanık olmuştum. Erkenmiş meğer! O zamanlar yerli Gorbaçovcular her şeyin yenilenmesini gerektiğini anlatıyorlardı; ama Ankara’dan, yanlış duyulmuş olacak, gele gele “biz öyle her şeyi yemeyiz” türünden hödükçe bir yanıt geldi. İşkenceler, soruşturmalar, parti kapatmalar… Birinci dalgacılar ilk defteri “Ya, bu Özal gerçekten devrimci adammış, ama anlamıyorlar ki” şeklinde bir hayal kırıklığı içinde kapattılar.
Ancak ok yaydan çıkmıştı bir kez. İkinci dalga 1996-99 arasında patladı. Artık büyük medya da, TBKP döneminde üstündeki donukluğu, tutukluğu atmıştı. Sol dediğin böyle olmalıydı.
“Sol değişim öngörür. Öyle mi; o zaman önce kendini değiştireceksin arkadaş, devrimcilik böyle başlar!” İsteyen buradan yakabilirdi…
Ya da, şarkının sözleri “dünya değişti, Sovyetler bile kalmadı” diye başlayabilir, yine isteyen merkezi planlama yüzünden bir yıl ayakkabının sağ tekinin, ertesi yıl sol tekinin üretildiği türünden anekdotlarla devam edebilirdi. Piyasaya neden bu kadar karşı olmuştuk ki, zaten? Emperyalizm de çok değişmişti aslında…
ÖDP’yi yüzdüren ikinci dalga ’99 seçimlerinin dalga kıranında eridi.
Sol liberalizm aradaki süreyi “eski tip politik tarzı bir türlü aşamayanlar”a öfkelenerek ve “eski solcu ekonomisi”ni Avrupa ve Soros fonlarıyla harmanlayarak değerlendirdi.
Eski solcu ekonomisi, darbenin, ihanetin, patronun gadrine uğramış sol kadroların reel ekonomik yaşamda da emekçileşmeleri değildir. Bunun biraz fazlasıdır. Siyasal yenilgi koşullarında, yetişkin, deneyimli, dünyayı ve memleketi, genel ortalamanın çok üstünde bilen ama törpülenmiş bir sol birikim orta sınıflara enjekte olur. Böyle oluşmuştur “eski solcu ekonomisi.” Ancak 2000’lerin ilk yıllarında (İngilizce’den çeviri diliyle ifade edersek, “erken 21. yüzyılda”) durum bundan da farklıdır. Çeşitli hizmet sektörlerinde tutunmuş sol formasyondan gelen insanların bir önemi yoktur artık. Artık proje ve fon konuşmaktadır!
Anlayacağınız, üçüncü dalganın ekonomisi daha sağlamdır.
Bununla bağlantılı olarak kadroları da çok yol almıştır: Birinci dalga, ideolojik yönelimin sol-liberal açıklığına karşın, hâlâ işçi sınıfı partisini meşrulaştırmaktan, marksizm-leninizmin ilkelerinden hareket etmekten söz eden cebi delik aydınlarla ve fabrikayla bağı gayet yakın işçilerle doluydu. İkincinin eline özgürlükçü liberallik adına kimse su dökemezdi, ama siyasal ciddiyet noksan mıydı acaba?
Üçüncünün artık milletvekili bile vardır! (Aslında diğer ikisinin de vardı. Dalgaya dalga diyebilmenin koşullarından biri buydu çünkü.)
Konjonktür de daha umut vericidir. Birincide arayışları toplayıp kendi içinde sindiren bir SHP-DYP vardı. Bunun solundaki yenilikçi akımlar ise aslında yükselmiyor, Sovyetler’in peşi sıra çöküyordu.
İkinci, Türkiye’nin kriz dinamiklerinin arasında öğütüldü. Öcalan yakalanmış, MHP hükümete girmiş, iç savaştan kaçarken, ekonomi tepe taklak olmuş… Liberal sol dalga, kötü mevsim seçmişti kendine.
Oysa şimdi Türkiye AB aday üyesi. İlk “sivil Anayasa” kapıda. Baykal ise tasfiyecilik kariyerinin sonuna gelmiş, kendini tasfiye ediyor…
Kafasından “emekçi hareketi pek zayıf, sol bir çıkış yapabilecek durumda görünmüyor” gibi fikirler geçen okurlar varsa -herhalde ben anlatamamışımdır- konumuzun bunlarla ilgisi yoktur. Sol liberalizmin işçi hareketine, grevlerin yükselişine değil, rock festivalinde stand açan sendikacılara, yabancı sermaye gelsin yatırım yapsın diyen iktisatçılara ihtiyacı vardır. Ve bunları birinci sayfaya yazacak gazetelere…
Belli ki, bu konuları daha çok konuşacağız. Tablonun öyle tamamen pürüzsüz olmadığını da konuşacağız. Bu dalganın sermayeye ve emperyalizme ödemesi istenen diyetleri de konuşacağız…