Sendikal hareket, bir çok işkolunda tıkanan sözleşmelerle sancılı bir dönemde. Gıda, tekstil, haberleşme ve hava ulaşımı. İlk gerginlik, hava ulaşımında ortaya çıktı ve giderek boyutlandı. Bu gerginliğin görünün tarafları 11 bin 300 hava ulaşım çalışanın üyesi olduğu Hava-İş ile THY yönetimidir. Anlaşmazlık sendikanın ücretler, çalışma koşulları ve dolayısıyla uçuş güvenliği konularında odaklanmıştır. Böyle olduğu halde […]
Sendikal hareket, bir çok işkolunda tıkanan sözleşmelerle sancılı bir dönemde. Gıda, tekstil, haberleşme ve hava ulaşımı.
İlk gerginlik, hava ulaşımında ortaya çıktı ve giderek boyutlandı. Bu gerginliğin görünün tarafları 11 bin 300 hava ulaşım çalışanın üyesi olduğu Hava-İş ile THY yönetimidir.
Anlaşmazlık sendikanın ücretler, çalışma koşulları ve dolayısıyla uçuş güvenliği konularında odaklanmıştır.
Böyle olduğu halde kamuoyuna bir hayli farklı bir tablo yansıtılmakta, talepler çarpıtılmaktadır.
Sendika kabul edilemez talepler ileri sürmekle, greve gitmek için dayatmacılıkla suçlanmaktadır.
Bunu yaparken bilinen en eski oyunu sergilenmekte, sendikanın taleplerinin ve hele greve gitme kararının ülke ekonomisine büyük zarar vereceği yaygarası koparılmaktadır.
Bu yaygarayı koparanlardan hiç kimse, THY’nin iki sözcüsünün sürekli olarak, biz koşulları söyledik, ötesine geçmeyiz, kabul ediyorlarsa gelsinler sözlerini dikkate almamaktadır.
Soğuk savaş söylemleriyle saldırı yoğunlaşıyor
THY yönetimi, medyanın geniş bir desteğini arkasına almış görülüyor. Bunda çıkar birliği olduğu kadar, THY’nin reklam veren olarak medyaya katkısı da önem kazanıyor. Anlaşmazlığın çıktığı günden itibaren, THY reklamlarıyla medyaya oluk gibi para akıtılıyor.
Yönetime bir diğer destek de kimi “kurul”lar, “meclis”ler gibi, küreselleşme sürecinin dayattığı çeşitli sermaye üst kuruluşlarından geliyor. Bunların hiç kimseye, hele işçi sınıfının örgütlerine akıl vermeye, hukuk öğretmeye yüzlerinin olamadığını cümle alem biliyor.
THY gibi bir kurumdan fayda sağlayan geniş bir çıkar çevresi bulunduğundan, hemen yardımına koşmayı görev edinenler oluyor. Türkiye’nin yönetim anlayışının tipik bir örneği olarak, hukukun içinde olması gerekenler, önce kendileri hukuku yok sayıyor.
Bugün gelinen noktada THY ile Hava-İş arasındaki toplu iş sözleşmesi, işverenle çalışanlar arasındaki çalışma koşulları ve ücretleri de kapsayan bir sosyal haklar düzenlemesinin ötesine geçmiş bulunmaktadır.
Sözleşme ve grev, işçi sınıfı ile sermayenin arasında bir tür meydan savaşına dönüştürülmüştür. Hava-İş, kısıtlı olanaklarıyla, son derece başarılı bir yöntemle THY’yi köşe sıkıştırmıştır.
Süreç bir çok yönüyle eğriyi doğruyu ortaya seren bir sınava biçimi almıştır. Bu sınavın ilk kaybedenleri, çok şaşırtıcı olmasa da, sermayenin anlı şanlı “demokrat” ve “liberal” yazarları, yorumcuları olmuştur.
Daha düne kadar, THY yönetiminin aczini, kuruma verdikleri zararı, dünyaya karşı “ülke imajı”nı nasıl bozduklarını gazetelerinin manşetinden vermekte, televizyon ve radyo haberlerinin ilk sırasına yerleştirenle yine aynı kişilerdir.
Hava-İş Sendikası da bunları bile söylemiyor, en önemli soruna parmak basıyor, uçuş güvenliğinin önemine ve ihmal edilişine değiniyor.
“Soğuk savaş” mantığıyla yoğrulmuş bugünün sözde liberalleri bu mesajı hemen ülkemizin yurt dışına “jurnallenmesi” olarak okuyor ve kalemlerini sivrilterek, her cepheden saldırıyor. Onlar için THY yönetiminin hukuksuzluklarının, beceriksizliklerinin artık bir önemi yoktur.
Grev oylaması hukuki durumu tartışmalıdır, sonuç olumlu da olsa bu gerçek değişmemiştir
Son bir hafta içinde yaşanan bir hukukun da yara almasına yol açmıştır. Sendikayı köşeye sıkıştırmak, sendika yönetimini yıkmak için başlatılan “oylama” saldırısı, dönüp THY yönetiminin kendisini vurmuştur.
THY yönetimi, İstanbul Valiliği’nin de desteğiyle, hukuku zorlanmış ve Hava-İş’i açık bir çatışmaya davet etmiştir.
Hava-İş, bütün hukuki uyarılarını yapmış ve THY’nin davetine de gerekli yanıtı vermeyi başarmıştır.
Hava-İş’in haklı itirazıyla, hukuksuz olarak nitelediği bu oylamanın sonucu ne olursa olsun aslında durum değiştirmemiştir.
Bu oylamayla ilgili açılmış davalar bulunmaktadır, sonuçları Hava-İş’in haklı olup olmadığını gösterecektir.
Değişmeyen durum ise, THY yönetiminin aynı dayatmacılıkla, başta uçuş güvenliği olmak üzere temel konularda uzlaşmaz tutumu ve buna bağlı olarak grev sürecinin devam ettiğidir.
THY çalışanları açısından bir eğilim yoklaması olarak nitelendirilecek bu “oylama”, THY yönetimine yeterli dersi vermiş gözükmemektedir.
Sendikanın önüne çıkabilecek olasılıklar şu şekilde sıralanabilir;
1- THY yönetimi başlattığı kirli savaşı kaybettiğini anlayarak, uzlaşmanın gerekli koşullarını sağlayacaktır.
2- THY yönetimi, grevin ertelenmesi için gerekli girişimleri başlatacaktır.
3- THY yönetimi beceriksizliğinin tümüyle belgelenmesi için grevin başlamasına seyirci kalacak, lokavt ilan ederek kendini “mutlu” edecek ve ne kadar ülkeyi sevdiğini kanıtlayacaktır.
Birinci olasılık, bugüne kadar izledikleri politika düşünüldüğünde en zayıf gibi görünenidir. Bu olasılığın gerçekleşebilmesi için, yukarıdan “kulaklarının çekilmesi” gerecektir.
İkinci olasılık, henüz yeni hükümetin kurulmadığı bir ortamda, bir hükümet icraatı olarak ne kadar tercih edecekleri bir yoldur, belirsizdir. Ertelemenin mahkeme kararıyla yapılması gibi eğilimler de vardır, ancak bunun da gerçekleşmesi kolay değildir.
Son olasılık, uzlaşmazlığın sürdüğü koşullarda yasa gereği kaçınılmazdır. Açıklamalarından takip edebildiğimiz kadarıyla Hava-İş’in zorunlu kalınmadıkça grevi istememektedir.
Bu noktadan itibaren, grev, zorunludur, süreci durdurmak, THY yönetiminin dayatmacı çizgiden vazgeçmesine, siyaseten atanmış sorumsuz yönetici olarak davranmayı bırakmalarına bağlıdır.
Hangi olasılık gerçekleşirse gerçekleşsin, Hava-İş’in karşısına ne dikilirse dikilsin bizlerin tutumu ulaşım işçilerinin, çalışanlarının taleplerinin yaşama geçirilmesinin yanında durmak olmalıdır.
Yazımızın başında da belirtmiş olduğumuz gibi, hala sürmekte olan farklı işkollarındaki toplu iş sözleşmelerini de bir biçimde etkileyecek olması, özellikle bu işkollarındaki işçilerin Hava-İş’in mücadelesine duyarlı olmalarını gerektirmektedir.
Bu duyarlılık var mıdır, işte işçi sınıfı kendi içinde bunu sorgulamalıdır!…
Ey toplu sözleşme süreçlerini, yalnızca işyeri yemekhanesinde konuşmakla yetinen kardeşlerimiz, bu yöneticiler de birşey yapmıyor diye dertlenen yoldaşlarımız;
Uyanın!…
Ne yapacağız diye düşünüyorsanız, sermayenin birbirine nasıl kenetlendiğini görerek, bari bunu örnek alalım.
Tüm havalimanlarının olduğu kentlerde, Hava-İş üyelerine desteğe koşalım, onların mücadelesinin başarısının kendi yolunuzu açacağını artık görelim.
Her şeyi 4-5 yöneticiden beklemeyelim, sendikalarımıza, haklarımıza, özgürlüklerimize sahip çıkalım!…
Karşımızda duran, “makus talih”imiz değil, sermayenin sömürü düzenidir.
Onu değiştirecek yegane güç ise işçi sınıfının ulusal ve uluslararası dayanışması, örgütlü mücadelesidir.
Hava-İş’in mücadelesi hepimizin olmalıdır.