Grev oylamasıyla başlayalım. Genel Müdürlükle aranızda hararetli bir tartışma var. Teknik hazırlıkların bir kısmı da bitti. Ancak oylamanın hangi gün yapılacağı belli değil. Yasa açık. Grev oylamasının başvuru tarihinden itibaren 6 iş günü içinde yapılması gerekiyor. Süre 3 Ağustos’ta bitti. Yani oylama yapıldığı takdirde yasal olmayacak? Tabi ki. Bunu geçelim, sandıkların duracağı süreyle ilgili de […]
Grev oylamasıyla başlayalım. Genel Müdürlükle aranızda hararetli bir tartışma var.
Teknik hazırlıkların bir kısmı da bitti. Ancak oylamanın hangi gün yapılacağı belli değil. Yasa açık. Grev oylamasının başvuru tarihinden itibaren 6 iş günü içinde yapılması gerekiyor. Süre 3 Ağustos’ta bitti.
Yani oylama yapıldığı takdirde yasal olmayacak?
Tabi ki. Bunu geçelim, sandıkların duracağı süreyle ilgili de sorun var. Bu süre 24 saati geçemez. Şirket ise sandıkları birkaç gün açık tutmaktan söz ediyor.
Neyi hedefliyorlar?
Öncelikle süre uzadığı zaman bizim seçim alanını denetlememiz zorlaşıyor. Bu süre içinde tartışmaları sürtüşmeleri artırabilirler. Gece sandıklar kalacak ve bunun sonunda bizim güvenlik alma sorunumuz olacak. Olabilecek olumsuzluklara müdahale şansımız zayıf. Ayrıca oylamak yapılacak yerde, yani işyerimizde bir tane kapı yok ki. Yarın bir şirket yetkilisi yanına birisini alıp sandığı genel müdürlüğe götürdüğünde sandık kırk kişinin elinden geçecek. Şimdi ben nasıl güveneyim? Şirketin asıl derdi grev uygulamasında istedikleri sayıyı tutturamamaları. Bölgelerde bölge milletvekillerini bile devreye soktular. Bütün akrabalarına işçileri arattılar. İşçiyi imza atacaksın diye zorluyorlar.
Bu noktada AKP teşkilatları ve onların ilişkileri kullanılıyor mu?
Tabii ki kullanılıyor. Bölge milletvekilleri bu teşkilatlardan devreye giriyor. İnsanlara olağanüstü bir baskı, inanılmaz bir tehdit ve bir abluka var. Örneğin grev oylaması için imza verip daha sonra imzayı baskı altında verdim diye dilekçe veren çokça insan var.
Çıkan haberlere göre Tayyip Erdoğan işçilerin hakkını alabilmesi için sürece müdahale edecekmiş. Hükümetten işçi lehinde bir müdahale bekliyor musunuz?
Böyle bir haber olduğu doğru fakat şimdiye kadar bu yönde bize hiçbir şey yansımadı. Ben bu açıklamaların, seçim öncesinde, insanların, THY gibi bir şirket greve gidiyor ama ülkenin başbakanı hiçbir şey yapmıyor gibi eleştirilerini engellemek için yapıldığı düşünüyorum. Görüldüğü gibi başbakan bir esti geçti. Ortada yapılmış hiçbir şey yok. Zaten bunları bakanların, başbakanların söylemesine de gerek yok. Biz bunları defalarca THY yönetimine söyledik. Bu konuya dışarıdan müdahale edilmesi THY’nin de bizim de basiretsizliğimizi gösterir. Biz taraflar olarak bir adım atma istiyorsak bu konuda başkalarını beklemeye gerek yok.
Turizmciler Birliği Başkanı “Grev, Türk turizmini baltalayacak, 10 yıl geriye götürecektir. Bu milyarlarca zarar demektir” diyor. THY ise sendikanın aşırı isteklerde bulunduğunu ileri sürüyor.
Bizim sektörümüzün özelliklerinden biri ithalat ve ihracatın önemli bir bölümünün bizim kanalımızla yapılması. Bu doğru ama bu konuyu buradan tartışmak yanlış. Sürekli 2 buçuk milyar dolar kaybedeceğim, pazarımı kaybedeceğim, diyorlar. Bizden ne istediklerini sorduğumuzda bize grevsiz toplu iş sözleşmesi diyorlar. Burada problem yok biz de onu istiyoruz. Bakın biz 120 gün sonra grev dedik. Çünkü yasalar bizi buraya getirdi, yasalar bize görüşmelere başladıktan 120 gün sonra karar verilir; 6 gün beklendikten sonra greve gidilir diyor. Greve gitmezsem yetkim düşer. Bu yüzden ben bu saatten sonra kendi lüksüme göre konuşamam. Bu sebeple bir kere bu konuyu benimle konuşmaları gereksiz. Benden asıl istedikleri 2 yılda bir yapılan bu sözleşmelerle hak istemekten vazgeçmemiz. Biz diyoruz ki, turizm de kaybetmesin, ülke de kaybetmesin, şirket de kaybetmesin ama ben de hak ettiğimi alayım. Ama onlar THY çalışanlarının yoksulluğuna rağmen kazanalım istiyorlar. Biz de buna evet diyemeyiz. Çok emekler verdik çok şeyden vazgeçtik. 2 ay eksik ücretle çalıştık ama bunun dahi geri iadesini istemedik. Şimdi bizden daha ne istiyorlar. Değişik sektörlerden de arıyorlar. Onlar kendi çıkarlarının tehlikeye girdiğini gördükleri noktada isyan ediyorlar, avazları çıktığı kadar bağırıyorlar. Biz de Mart’ın 16’sından beri isyan ediyoruz. Ama masa başında karşımızda bir yetkili göremiyoruz. Sonunda grev kararını alınınca yetkili çıkıyor görüşelim diyor. Onu da kabul ediyoruz. Bu sefer de bunlar yaşanıyor. Biz de soruyoruz 120 gündür sendikamızın çağrısına niye cevap vermiyorsunuz?
“İşçinin bütün özel hava yolları şirketlerinde payı %25-26’dır. Bu artınca şirket zarara döner.” diye bir açıklama yapıldı. THY’nin kar oranlarının artışıyla sizin talebiniz göz önüne alındığında bu nasıl değerlendirilebilir?
Biz bu adamların yalanlarına laf yetiştiremiyoruz artık. Birincisi; bir Lufthansa hava yolu şirketi örneği var önümüzde. Şirket giderlerinde personel harcamalarının payı %30 dur. Lufthansa’nın batması falan söz konusu değil, şirketin büyüklüğü ortada. Burada rakamları kamuoyunu yanıltacak biçimde kullanmak çok kolay. Ama THY’nin bir gerçeği var. Genel müdürün şirketin dergisinde bir yazısı var. Bu şirketin cirosu artmış. Şirket büyümüş, uçuş noktaları, kargo kapasitesi artmış. Yani bütün faaliyet kalemlerinde katlanma diyebileceğimiz kadar yüksek bir artış var. İç pazarda bu kadar özel havayolu şirketi türedi. THY ilk birkaç ay sendelemesine rağmen eski haline kat be kat artarak geldi. Geçen sene bu ayda taşıdığı yolcu sayısı 60 bin iken, bu sene 75 bin. Rakamlar oldukça net. İkincisi; biz oturup konuşurken para maddesi söz konusu olduğunda konu geçiştiriliyor. Bizim toplu iş görüşmelerimiz 300-400 kişinin önünde yapılıyor. Bize ücret teklif etmeme sebebiniz nedir diye defalarca sorduk. Karşımdaki ise paramız yok gibi sıradan bir bahane de sunmuyor. Ellerini ovuşturarak, para var öyle ki koyacak yer bile bulamıyoruz diyor. İdari konulardaki madde görüşmelerini yapmazsak ücret teklifi getirmemeyi kararlaştırmışlar. Biz kendimize Lufthansa hava yollarını örnek alıyoruz, sendika da bizi karşılaştırıyor ama onları karı %10lardayken bizim karımız %2 diyorlar. Fakat açıp şirketin faaliyet raporlarına baktığınızda bunun tam aksi çıkıyor. Bizim sektörümün kar marjı gerçekten düşüktür. Fakat Avrupa’da, dünya ve Avrupa ortalamasını aşan iki şirket var. Birisi British Airways, diğeri de THY.
THY’nin bu noktaya gelmesinde özelleştirmelerin taşeronlaştırmanın bir etkisi var mı?
Tabii ki özelleştirmelerin ardından böyle oldu. On binlerce insan işten çıkarıldı. Şimdi bakıyorsunuz ettiklerin laflarını hepsini kendi faaliyet raporları yalanlıyor bizim araştırmamıza gerek bile kalmıyor. Çıkıp da biz Türkiye standartlarının ortalamasının üzerinde ücret veriyoruz diyorlar. Doğrudur; ama Avrupa’nın üçüncü büyük şirketi THY’nin Call-center’ında 620 milyona adam çalıştığını da söylesinler. Kaptanların 15 milyar aldığını söylüyor. Evet alıyor. Ama almak için bir ay içerisinde kaç saat uçması gerektiğini niye açıklamıyorlar? Kaptanın uçuş saatini tamamlamak için kaç kere istirahat zamanını kullanmaması gerektiğini niye söylemiyorsun? Kaptanın bir uçuşa itiraz etmesi durumunda başına neler geldiğini niye açıklamıyorsun? Ve bizim yaptığımız itirazlar sonucunda aldığınız ceza miktarlarını niye söylemiyorsun? Hepsinin belgesi var elimizde. Sonra çıkıp bize Türk-iş gibi konfederasyon bile 320 bin kadroluk toplu iş sözleşmesini bitirdi; Hava-iş neye güvenip bize kafa tutuyor diyorlar. Valla benim güvendiğim 11 bin tane üyem var. Onun dışında hiç kimseye güvenmiyor
um. Benim belirleyici gücüm kendi gücümdür.
“105 gülen yüzümüzdür; vazgeçmeyeceğiz” diye bir sloganınız var. Bu madde niçin bu kadar önemli?
39 maddede anlaşmazlık var gibi görünüyor ama gerçekte, ücretle ilgili maddeler çıkarıldığında geriye 19 madde kalıyor. 105, uçucu arkadaşlarımızla ilgili madde. Avrupa parlamentosu uçucuların uçuş süresini ve dinlenme süresini belirlemiş; günlük, haftalık, aylık, yıllık olarak bir alt limit ve üst limit koymuş. Altına da bütün bunların ihlali ölümdür demiş. Bu kadar açık ve net. Bu kurallara çağ dışı kalmamış, geri kalmamış ülkeler uyuyor. Bizimkilerin yaptığı uygulama ise bununla taban tabana çelişiyor. Uçuş planları belli. Fakat ay sonuna gelince yazılı olan uçuş planının yanına bir de yapılan uçuşların listesini koyuyorsunuz, dağlar kadar fark var. Bu tabi çalışanlara özel hayatta plansızlığı ve kümülatif yani birikmiş yorgunluğu getiriyor. Birikmiş yorgunluk da bizim mesleğimizde ölüm demektir. Arkadaşlarımız artık kabinde dikkatlerini toparlayamadıklarını söylüyorlar. Bundan kesinlikle vazgeçilmelidir. THY uçuşta azami miktarı dinlenme süresinde ise asgari miktarı alıyor. Çünkü uçuş sayısı ve uçaklar arttı ama personel sayısı aynı kaldı. 4 yıl önce 10 milyon yolcu, 67 uçak için 12 bin personel varken bugün 20 milyon yolcu, 604 uçak için 12 bin personel var. Personel başına düşen uçak ve yolcu sayısı artarken bu artış çalışanı zorluyor. Tam bir tüccar mantığı, kar endeksli mantık. Biz sadece bu ihmallerin güç geçtikçe arttığına dikkat çekmek istiyoruz. Biz THY’de uçuş güvenliği yok demiyoruz var ama yetersiz ve uluslar arası standartlara uygun değil.
Kamuoyu hatırlayacaktır geçen sene ağustos ayında uçucular bir gün uçmama hakkını kullanacaktı. Olağanüstü bir toplantı oldu yönetimle. Gece gittik beş madde üzerinde anlaştık; bir ay iki ay uyguladılar sonra yine eski haline döndü.
THY ile aramızdaki anlaşmazlık 105. maddenin içeriği değil; güvence altına alınması. Bunun için bu maddenin yönetmeliklerde kalması değil sözleşmeye alınması gerekiyor.
Yıllardır bizi olması gerektiği gibi değil istedikleri gibi çalıştırdıkları için isyan etme noktasına geldik. Bir yandan da kamuoyuna tek problemimiz uçucuların çalışma koşullarını düzenleyen 105’miş gibi yansıyor. Fakat diğer yandan sözleşmeli çalışan arkadaşlarımızın da sosyal hakları, çalışma süreleri gibi uyuşmazlık maddeleri var. Yaptıkları kadrolaşmayla çalışanlar arasında anlaşmazlıklar da çıkardılar. Burada çok önemli bir nokta var. Aldıkları kadroyu da asli işleri dışında beş ayrı işte çalıştırıyorlar. Havacılık uzmanlaşma işidir. Taşrada hava çalışanına beş kişinin yapacağı işi yaptırıyorlar ki az personel çalışsın. Biz testi kırılmadan uyaralım dedik. Bir yıl önce yaptığımız basın açıklamada da THY’nin %30luk büyümesi riskli bir büyümedir ve bundan vazgeçilmelidir dedik.
Hava İş’in taşeronlaştırma karşısında şu ana kadar elde ettiği mevziler de var ama…
Geçmişten hatırlarsınız taşeron firmada çalışan 1500 kişiyi sendikalı yapmıştık, tam yetkiyi de almıştık, masa başına oturma aşamasına geldiğimizde öyle böyle yaptılar bitmiş ihaleyi yeniden açtılar ve bizim oradaki örgütlülüğümüzü de bitirdiler. Tabi biz de boş durmadık. Bu arada şirkete 4 bin 500 civarında part-time çalışan alındı. Aslında sözüm ona part-time alınmışlardı çünkü çalışma süreleri bizim kadrolu çalışan arkadaşlarımızla aynıydı. Biz bu arkadaşlarımızı sendikalı yaptık sözleşmeden yararlanmasını sağladık. Tabi bazı durumlarda henüz eşitlik sağlanmadı. İşte bu yeni sözleşmenin önemli maddelerinden birisi de bu. Bütün bunların sonunda işveren de taşeronlaştırmanın bir çözüm olmadığını gördü çünkü biz her el attığı yerde arkadaşlarımızı sendikalı yaptık ve sözleşmeden yararlanmaya başladılar. Sonunda bizimle işi masada çözme yoluna gittiler. Bugünkü rahatlığımız da bu yüzden. Kısacası iş yerimize hâkimiz.
Şu an iş yerinizde taşeronlaşma seviyesi nedir?
Şu an sadece kargodaki hizmetlerin bir kısmı taşeronda. Yani servis, yemekhane, kargo vb yerlerde bazı işler taşerona dönük. Ama asıl işe dönük taşeronlaştırmayı tamamen engelledik diyebilirim. Sadece uçak yerleştirme boşaltmada çalışan 1400 arkadaşımızın bu konuda iş akitlerinin fes edilmesi gibi bir problemleri var onun da önünü keseceğiz. Uçucularla ilgili de örgütlenme konusunda çok uzun bir uğraş verdik. Biz sendikaya geldiğimizde yani 89 yılında uçucular örgütlü değildi, ücretleri her altı ayda bir dolara endeksli olarak işveren tarafından arttırılıyordu ve ağırlıklı olarak ordu kaynaklılardı. Tabi burada sendikanın önemini çok iyi anlatmamızın ve kazanımlarımızın önemi var. Hava-İş genel merkezinde çalışan arkadaşlarımızın hepsi de sektörden arkadaşlar. Biz genel merkezde oturmuyoruz. Her sabah bir değerlendirme toplantısı alırız o kadar. Kalan zamanda sürekli iş yerinde arkadaşlarımızda birlikteyiz yüz yüzeyiz. Bu da bir güven ve sempati yaratıyor. Size bir örnek vereyim. Bizde bir uygulama var. Pilotlar günde iki sefer uçuş kabinine kontrole girer. O eğitim şefi karşısındakinin meslek hayatını bitirebilir. Fakat bu riske rağmen güven oylaması yapılsın diye imza toplarlarken 4 bin kişinin çalıştığı iş yerinden aldıkları imza sayısı 330. O imzaların da yarısı için arkadaşların bize söylediğine göre tam uçuş öncesi şuna bir imza at denmiş, arkadaşlar da bakmadan atmışlar. Zaten o arkadaşlar da dilekçe verip imzalarını geri aldılar. Yani kısacası iyi bir yere geldik diye düşünüyorum.
Toplu sözleşme görüşmeleri işçilerin katılımına açık olduğunu biliyoruz. Türkiye’de Yeraltı Maden-İş’in yaptığı sözleşmelerden bu yana, işçiyle beraber sözleşme görüşmesi yapan sendika kalmamıştı.
Burada şu var. Şirket, bizim her şeyi üyeye söylememizden çok rahatsız. Diğer sendikalarda böyle şeyler görmedik diyorlar. Bizim bin kişiye varan toplantılarımız oluyor. Ez az da 300 oluyor. Biz tüm süreci beraber izliyoruz.
Şirketin, Sendika ile işçiyi birbirinden ayıran bir dil kullanamamasının nedeni de bu galiba?
Kesinlikle.
THY özel bir şirket gibi işletilmeye başlayalı çok uzun zaman oldu. Birçok büyük kamu işletmesi özelleştirildikten sonra sendikasızlaştırıldı. Siz bu evreyi geçtiniz ve örgütlenmenizi önemli ölçüde korumayı ve yeni koşullara uyarlamayı başardınız. Şu anda yürüttüğünüz mücadele Türkiye işçi sınıfı hareketi açısından neyi temsil ediyor?
Türkiye’de sendikaların kurutulduğu, varlıklarının bile tartışıldığı bir yerde yeniden sendikaların varlığını hatırlatmaya başladık. Fakat “biz burada Türkiye işçi sınıfı hareketine öncülük ediyoruz” dersek, “biten sendikacılığı geri getireceğiz yeni bir sendikal anlayış yaratacağız” dersek bu benim taşıyabileceğim yükün ötesinde bir yük olur. Biz kendimizi savunuyoruz. THY çok hızlı bir şekilde özelleşti, kendi içinde bölündü. Bölünmekle de yetinmedi; şu an THY yönetim kurulunda yabancı hisseleri temsilen 2 kişi var. Şirkette hızlı bir yabancılaşma süreci yaşıyor. Biz hem Türkiye’deki özelleştirmelerden yola çıkarak hem de kendi sektörümüzde özelleştirmeleri yaşamış işçiler olarak çok büyük bir tehlikenin gelmekte olduğunu görüyoruz. Bu süreç işsizliği, personel azaltılmasını, özel sektör furyasının b