Fred Magdoff, Burlington’daki Vermont Üniversitesi’nde bitki ve toprak profesörü ve Monthly Review Vakfı yöneticisi. Harry Magdoff’la birlikte Monthly Review’nun Temmuz-Ağustos 2005 sayısında (Türkçe MR Ocak 2006) yayımlanan “Yaklaşan Sosyalizm” makalesinin ve John Bellamy Foster ve Fredrick Buttel’la birlikte Hungry for Profit: The Agribusiness Threat to Food, Farmers and the Environment (“Kâr Açlığı: Gıda, Çiftçiler ve […]
Fred Magdoff, Burlington’daki Vermont Üniversitesi’nde bitki ve toprak profesörü ve Monthly Review Vakfı yöneticisi. Harry Magdoff’la birlikte Monthly Review’nun Temmuz-Ağustos 2005 sayısında (Türkçe MR Ocak 2006) yayımlanan “Yaklaşan Sosyalizm” makalesinin ve John Bellamy Foster ve Fredrick Buttel’la birlikte Hungry for Profit: The Agribusiness Threat to Food, Farmers and the Environment (“Kâr Açlığı: Gıda, Çiftçiler ve Çevreye Yönelik Tarımsal Ticaret Tehdidi”- Monthly Review Press, 2000) isimli kitabın ortak yazarı.
Durgunluk ve Finans
Harry Magdoff ve Paul Sweezy, 1970’ler ve 1980’lerde yayınlanmış olan bir dizi Monthly Review kitap ve makalesinde, olgun kapitalizmin genel ekonomik eğiliminin durgunluk yönünde olduğunu ileri sürmüşlerdi. 1 Kârlı yatırım fırsatlarının kıtlığı, bu eğilimin birincil nedeniydi. Üretken ekonomide (“gerçek ekonomi”) daha az yatırım yapılmasının anlamı, gelecekteki büyümenin daha düşük olmasıdır. Marks tam da bu fenomenin olasılığı hakkında yazmıştı:
Eğer bu yeni birikim, yatırım alanlarının mevcut olmaması sayesinde, yani üretim dallarındaki bir artığa ve kredi sermayesindeki bir arz fazlalığına bağlı olarak, istihdamında zorluklarla karşılaşacak olursa, kredi olarak verilebilir sermayedeki bu aşırı bolluk basit bir biçimde kapitalist üretimin sınırlarını gösterir… onun genişleme yasalarında, yani sermayenin kendisini sermaye olarak gerçekleştirebileceği sınırlarda sahiden de bir engel içkin olarak mevcuttur. (Karl Marks, Kapital, cilt 3, [International Publishers], 507).
Durgunluk, elbette, herhangi türden bir büyümenin asla mevcut olmadığı anlamına gelmez. Daha çok, ekonomi; kayda değer bir kullanılmamış üretken kapasite ile ciddi bir işsizlik ve eksik istihdamla birlikte potansiyelinin altında çalışır. Son otuz yıl içinde sanayi kapasitesinin ortalama yüzde 81’i kullanıldı ve son beş yıl içinde de bu ortalama, yalnızca yüzde 77 düzeyindeydi. Normalde iş çevriminin iyileşme evresinde bile, ciddi miktarda kullanılmayan üretken kapasite mevcuttur. 1960’ların ciddi büyüme yıllarında imalat sektörü sahip olduğu kapasitenin yaklaşık yüzde 85’i ile üretim yapıyordu; en iyi yıl olan 1966 yılında bile (Vietnam Savaşı sırasında), imalat üretimi kapasitenin yalnızca yüzde 91’ine ulaştı.
Emek kulanımı açısındansa, 2006 Haziran ayındaki resmi işsizlik oranı görece düşük bir düzey olan yüzde 4.8 civarındaydı. Ancak, Emek İstatistikleri Bürosu’nun; “resmi olarak” işsiz olanlar dışında, iş aramayı bırakmış olanlar artı kısmi zamanlı çalışıp tam zamanlı istihdam edilmek isteyenlerle ilgili bir değerlendirmesini de içeren “almaşık emek kullanımı ölçümü”, potansiyel iş gücünün yüzde 8’inin eksik istihdama tabi olduğunu ya da işsiz olduğunu göstermektedir. Durgun ve finans-tarafından yönetilen ekonomide, emek gücünün katılımındaki düşüş veri alındığında, bu oran bile eksik bir tahmin gibi görünmektedir. Almaşık işsizlik ölçümünde yer alan, “marjinal biçimde tutunmuş işçiler” kategorisine karşın, mevcut metodolojiler iş gücünden görünür biçimde düşmüş olan, ama aslında iş isteyen kimselerin oranını tam olarak kapsamamaktadır. Şimdiki dönemde, potansiyel işçileri emek havuzunun dışına doğru ittiren son derece derin, kronik bir cesaret kırıcı eğilim, yukarıya doğru hareket eden iş çevrimine rağmen devam ediyor gibi görünmektedir. Bu yüzden emek katılım oranları 2000’den bu yana düştü ki bu da İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde eşi benzeri olmayan ve büyük tartışmalara yol açan bir fenomendir. 2
Aslında, son resesyonun bitiminden bu yana, gerçek istihdamda elde edilen ortalama kazanım son derece yavaş oldu. Bir iktisat yazarı, Floyd Norris şöyle işaret etmektedir: “Önceki dokuz resesyondan sonra bu noktaya gelindiğinde, ekonomide mevcut olan işler, resesyonun sona erdiği dönemdekinin ortalama yüzde 11.9 daha fazla olurdu. Ama şu ana kadar [Ağustos 2006]… en son resesyonun sona erdiği andakinden yalnızca yüzde 3.5 daha fazla iş mevcut” (New York Times, 2 Eylül 2006). Yani, görece yumuşak bir resesyondan sonraki üç yıl içinde ile hâla ciddi durgunluk göstergeleri ile karşı karşıyayız.
Kapitalist ekonomiler sonu gelmez bir kâr güdüsüne ve sermaye birikimine yaslanırlar. Bu yüzden anlamlı ölçüde yüksek büyüme oranlarıyla birlikte genişleyemedikleri zaman sorunlar ortaya çıkar. Bu sorunlar, yüksek işsizlik/eksik istihdamdan sık sık yaşanan resesyonlara, borsa çöküşlerinden enflasyon [fiyat artışı] ya da deflasyona [aşırı fiyat düşüşü] kadar uzanır. Aşağıda kısaca özetlenen bir dizi mekanizma, olgun kapitalizmin durgunluk yönündeki eğilimini ya dengelemeye ya da bu eğilimin üstesinden gelmeye yönelik girişimleri temsil etmektedir. Ancak, Magdoff ve Sweezy’nin de işaret ettikleri gibi: “Durgunluk eğilimi, sisteme içkindir, derin köklere sahiptir ve sürekli işleyiş halindedir. Öte yandan, karşıt eğilimler çeşitlilik taşırlar, kesintilidirler ve (en önemlisi de) kendi kendilerini sınırlandırıcı niteliktedirler” (Stagnation and the Financial Explosion, (“Durgunluk ve Mali Patlama”) Monthly Review Press, 1987, 24).
Emperyalizm, Küreselleşme ve Durgunluk
Sanayiler olgunlaştıkça ve yurt içindeki pazarlar bu sanayilerin ürünleri karşısında doygunluk kazandıkça, malları ve sermayeleri için kârlı mahreçler arayan büyük şirketler yurtdışına daha fazla ürün ihraç etme ve yatırım yapma girişiminde bulunmaya başlarlar. Bu durum, üretim için gerekli olan hammadde kaynaklarının denetim altına alınması ve düşük ücretlerle gevşek çevre ve iş güvenliği standartlarından yararlanma gibi diğer önemli hedeflerle birlikte, kapitalizmin özsel bir karakteristiği olan emperyalist güdüyü pekiştirir. Neo liberal küreselleşme, emperyalizmin en son ifadesidir: Sermaye (hem mali hem de mali olmayan büyük şirketler) dünya kaynakları ve halkları üzerindeki sömürülerini kolaylaştırmak için hükümetleri ve özellikle de ABD hükümetinin sahip olduğu liderliği kullanırlar. Kapitalistler açısından ideal durum, istedikleri her yerde yatırım ve satış yapabilme, parayı ve ürünleri ülkelere sokup çıkarabilme ve istedikleri anda kârlarını geriye transfer etme yeteneğine sahip olmalarıdır.
Kapitalist ekonominin doğal işleyişinden kaynaklanan bu emperyal dürtü, yurt içi kârlılığını, sanayiler tarafından ihtiyaç duyulan hammadde piyasalarının denetim altına alınması yoluyla desteklediği gibi, ana yurtta ulaşılması mümkün olmayabilecek kârlı mahreçler de sunar. Yurtdışındaki yatırımlardan elde edilen kârların toplam ABD ekonomisi açısından taşıdığı önem hakkında bir fikir vermek için, bu kârların 1960’larda toplam ticari kârların yüzde 6’sını, 1970’lerde yüzde 11’ini, 1980’ler ve 90’larda yüzde 15 ile 16’sını temsil ettiklerini ve 2000-04 arasındaki beş yıllık dönemde de ortalama yüzde 18’ine ulaştığını söyleyebiliriz. (Başkan’ın 2006 Yılı Ekonomik Raporu’ndan hesaplanmıştır, tablo B-91).
Çevrede yapılan yatırımların, yatırım arayan sermayeye yeni mahreçler sunduğu doğrudur. Ancak, bu türden bir dışsal genişleme, sermayenin mahreç arayışlarına katkıda bulunan pazarlar üzerindeki dünya çapındaki rekabet, (dünya çapındaki fazla kapasite büyümesinden de görülen) küresel durgunluk ve üçüncü dünya pazarlarının sömürülmesinden elde edilen yükselen artık gibi çeşitli nedenlerden dolayı, ne ABD ne de dünya ölçeğindeki sermaye aşırı birikimi eğilimini ciddi biçimde hafifletmiş değildir.
Ekonomi
k Uyaranlar olarak Temel Yenilikler ve Teknolojiler
Temel yenilikler ve teknolojiler zaman zaman, bazen on yıllar boyunca, ekonomiyi ciddi biçimde uyarır. Örneğin, yirminci yüzyılın başında otomobilin icadı ABD ekonomisini yavaş yavaş dönüştüren, kitlesel otomobil sahipliğinin ötesine uzanan; yaygın yol, köprü ve tünel sistemlerinin inşası; benzin istasyonlarından, restoranlardan, otomobil yedek parçası ve tamiri dükkanlarından oluşan bir ağ ihtiyacı; malların bir yerden bir başkasına etkin ve ucuz bir biçimde taşınması gibi devasa gelişmelere yol açtı. Yaygın kişisel otomobil kullanımının bir başka köklü etkisi de barınma alanında yaşanan banliyöleşmeydi. Otomobil, işin negatif tarafından bakıldığında, kent içi ve kentler arası kamusal yüzey ulaşımını sahici anlamda ortadan kaldırdı, devasa yeni bir kirlenme (ve karbon dioksit) kaynağı yarattı ve ABD dış siyasetini, yirminci yüzyılın ikinci yarısında, petrolün ve doğal gazın bu türden gelişmelere güç verecek biçimde akmaya devam etmesini garanti altına almak zorunda bıraktı.
Otomobil teknolojisi, ekonomiyi böylece yirminci yüzyılda on yıllar boyunca çeşitli biçimlerde uyardı. Yeni bilgi teknolojileri (bilgisayarlar, yazılım ve Internet), elbette bireylerin ve şirketlerin çalışma biçimlerini değiştirirken, “silikon devrimi”, yarattığı önemli ekonomik sonuçlara karşın, benzeri bir çığır acıcı, uzun vadeli ekonomik uyarıcı sağlıyor gibi görünmüyor.
Durgunluğu Dengelemeye Yönelik Hükümet Harcamalarının Büyümesi
Fiziksel ve insani alt yapıya yönelik hükümet harcamaları da, Keynes’in işaret etmiş olduğu gibi, ekonomiyi ateşleyebilir: Örneğin, eyaletler arası otoyol sistemi, ekonomiyi, istihdam yaratarak dolaysız ve üretimle satışları daha etkin kılarak dolaylı bir biçimde destekledi. Ancak, ordu harcamalarının özel bir uyarıcı etkisi mevcuttur. Harry Magdoff’un da belirttiği gibi,
Sürdürülebilir bir biçimde genişleyen bir pazar ekonomisi, bir sürü tüketici talebine olduğu kadar aktif yatırıma da ihtiyaç duyar. Şimdi militarizmin kurulu çıkarlar açısından güzel tarafı, yeni sanayilerin yaratılmasına yönelik araştırma ve geliştirme ürünlerini olduğu kadar sermaye mallarına yapılan yatırımları da uyarması ve desteklemesidir. Askeri siparişler gemi yapımcılığı, makine aletleri ve diğer makine sanayilerinde, iletişim ekipmanında ve daha birçok alanda önemli ve bazen de belirleyici farklılıklara yol açarlar… Savaş malzemesi siparişlerindeki patlama yatırım malları sanayilerine yardım etti ve kolaylık sağladı. (1985 gibi geç bir tarihte, ordu, hava yolu imalatının yüzde 66’ısını, gemi yapımcılığının yüzde 93’ünü ve iletişim ekipmanlarının yüzde 50’sini satın alıyordu). Kore Savaşı harcamaları Almanya ve Japonya’nın yıkıntıdan çıkışının başlıca araçları oldular. Bu ekonomilere yönelik diğer teşviklerse ABD’nin yurtdışında Vietnam Savaşı’na yönelik olarak yaptığı harcamalardan geldi. (“A Letter to a Contributor: The Same Old State,” (“Bir Katkıya Mektup: Aynı Eski Devlet”, Monthly Review, Ocak, 1998)
Silikon temelli sanayilerin ve Internetin yükselişi askeri projelerin nasıl “yeni sanayiler yarattığının” görece yakın iki örneğidir. Buna ek olarak, Irak ve Afganistan’a yönelik gerçek savaş da (ve İsrail’e Lübnan’da yürüttüğü en son savaş için sağlanan tedarikler de) tıpkı çatışma koşulları altında hızla eskiyen ekipmanlar gibi, harcanan füzelerin, mermilerin, bombaların vs yenilenmesini gerekli kılarak ekonomiyi uyarır.
Askeri harcamaların Birleşik Devletler ekonomisi açısından ne kadar önemli olduğu hakkında bir fikir edinmek için, bunların yatırım amaçlı harcamalar karşısında nasıl yığıldığına bakalım. Brüt özel yatırım kategorisi, ticari yapılar (fabrikalar, mağazalar, enerji istasyonları), ticari ekipman ve yazılım ve ev/konut inşası için yapılan tüm yatırımları kapsar. Bu yatırımlar, yapıların ve makinelerin birçok yıl boyunca kullanılabilir olması nedeniyle ekonomide hem cari bir büyüme hem de gelecekteki büyümeyi yaratır. Aynı zamanda ekonomiyi de uyarır: yeni konutlar satın alan ya da kiralayan insanlar sıklıkla yeni cihazlar ve eşyalar satın alırlar.
Afganistan ve Irak savaşlarından hemen önceki beş yıl içinde, (2000’ler boyunca), askeri harcamaların yatırımlara oranı son yirmi beş yılın en düşük noktasındaydı, ama hâla yaklaşık olarak brüt özel yatırımların dörtte birine ve ticari yatırımların da üçte birine eşitti (Ulusal Gelir ve Ürün Hesaplarından hesaplanmıştır, tablo 1.1.5). Son beş yıl içindeyse, savaşın tam gaz sürmesiyle birlikte, askeri harcamalarda önemli bir artış meydana geldi. Aynı dönemde yaşanan konut patlaması 2001-05’te yapılan resmi askeri harcamaların brüt özel yatırımların ortalama yüzde 28’ine ulaşması anlamına geldi ki bu, önceki dönemdekinden o kadar da farklı bir oran değil. Ancak, konut yapımı dışarıda bırakıldığında, son beş yıl içindeki resmi askeri harcamalar, brüt konut dışı özel yatırımların yüzde 42’sine eşitti. 3
Tüketici harcamalarındaki yıllık artış oranı resesyonlarla birlikte biraz düşer ve ekonomi düzelince de artar; ama yine de yıldan yıla belirli bir artış gösterir. Ancak, ticari çevrimi; yani görece yüksek büyüme dönemlerinin yerini alan çok yavaş ya da negatif büyüme dönemlerini sürükleyen şey, özel yatırımlardaki sıçramalardır. Devasa askeri bütçenin yokluğunda, ekonomiyi derin bir resesyona düşmekten alıkoymak üzere özel yatırımlarda muazzam bir artış gerekecekti. Ticari yatırımların, askeri harcamalardaki en son keskin artışlarla ve özel konut inşaatının büyümesiyle birlikte bile, hızlı bir büyüme kaydedememiş olması, yavaşlayan bir ekonomiye yol açmıştır.
Ekonomik Büyümenin Uyarılmasında Borcun Rolü
Hem hükümet hem de özel sektörde borçluluk yaratılması da ekonomiyi kışkırtır. “Talep” yaratmak üzere yeni dolarları dolaşıma sokarak açık yaratan harcamalar gerçekleştirmek, resesyonlar karşısında verilen Keynesçi yanıtlardan bir tanesidir. (Gerek Büyük Bunalım sırasındaki Birleşik Devletler, gerekse son dönemin Japonya örnekleri, Keynesçi borca dayalı harcamaların kendisinin ciddi ekonomik yavaşlama sorunlarını çözmediğine işaret etmektedir. ABD ekonomisini Büyük Bunalım’dan çıkartan Keynesçilik değil, İkinci Dünya Savaşı olmuştu). Benzer bir biçimde, bankalar da şirketlere operasyonlarını genişletmeleri ya da bireylere ev ya da araba almaları için borç para verdikleri zaman, ekonomide diğer koşullar altında yaşanacak olandan daha fazla etkinlik gerçekleşir.
Ancak, tüketici borçlanmaları ile şirket borçlanmaları arasında farklılıklar vardır. İnsanlar tüketim malları satın almak için borçlandıkları zaman, satın almanın kendisi ani bir uyarıcı sağlar. Malları yapanlar, taşıyanlar ve satanlar hemen kullanabilecekleri ve genellikle de acilen kullandıkları bir parayı elde etmiş olurlar. Ekonomi üzerinde küçük bir dalgalanma etkisinde bile bulunabilir. Ancak, şirketler daha fazla fiziksel tesis inşa etmek, kalıcı makineler satın almak ya da hizmet alanında ticarete atılmak üzere borçlandıkları zaman, ödünç alınan paranın harcanmasının yarattığı etki, ekonomik etkinliğin genişlemesi ve istihdamın yaratılmasıyla beraber yıllarca sürer.
Marks yatırım yoluyla gerçekleştirilen sermaye birikimini P-M-P’ biçiminde ifade etmişti. P(ara) sermaye, daha sonra satılacak olan M(etaları) üretmek üzere, hammadde, makine ve emek satın almak için kullanılır ve P'(ar
a); yani başlangıçtaki para artı ªp, emek tarafından yaratılan artık, kapitaliste geri döner. Tersine, sermayenin mali devresinde ise, para, Marks tarafından P-P’ biçiminde gösterildiği biçimiyle, doğrudan doğruya daha fazla para yaratır. Bazı açılardan kabalaştırma gibi olsa da, bir zamanlar bankaları temelde kamu tarafından yatırılan fonları ödünç veren kurumlar olarak düşünmek anlamlıydı. Borçlananlardan faiz ve ana para topluyor ve mevduat sahiplerine belirli bir pay ödüyorlardı. Ancak, günümüz bankalarının kendileri de büyük borçlular haline geldiler. Tüm çeşitlerden mali kurumlar şimdi ödünç aldıkları parayla para kazanmaya çalıştıkça muazzam miktarlarda borçlar biriktiriyorlar. Mali kurumlar tarafından spekülasyon amacıyla alınan bu borçlar üretim üzerinde pek az uyarıcı etkide bulunuyor. Spekülasyon sürecinde (örneğin, borç alınan ve spekülasyona konu olan milyar başına), aynı sermayenin daha üretken kullanımlarıyla kıyaslandığında, göreceli olarak daha az insan istihdam ediliyor. Borçla finanse edilen bu işlemlerden kaynaklanan kârlar, istihdam yaratan fabrikalarda ya da hizmet sektörü firmalarında nadiren yatırıma dönüştürülüyor. Tersine bu spekülatif kârlar normalde başka spekülasyon planları aracılığıyla daha da büyük kârlar yaratmak üzere kullanılıyor ya da zenginler tarafından lüks yaşam için harcanıyorlar. Sonuç olarak, son yıllarda istihdamda görülen durgunluk, mali genişlemeden yararlanan ana odaklar arasında görülen yeni bir zenginleşme ile el ele gidiyor.
Borç Patlaması
ABD ekonomisindeki hızlı borçluluk artışı; ki (Gayrı Safi Yurt içi Hasıla ya da GSYİH olarak ölçüldüğünde) ekonomik etkinlikteki artışın çok üzerindedir), Magdoff ve Sweezy tarafından, Durgunluk ve Mali Patlama isimli çalışmalarının giriş bölümünde dramatik bir biçimde tarif edilmişti. Ancak, onların 1980’lerin ortalarında gözlemlemiş oldukları durumun, ekonomideki görülmemiş borçluluk artışının sadece erken bir habercisi olduğu ortaya çıktı (bakınız şekil 1). 4 Ekonomideki muazzam borçluluk artışı ile altta yatan ekonomik büyüme arasında yaşanan uzaklaşma gerçekten de çarpıcıdır. 1970’lerde toplam borçluluk, ülkenin yıllık ekonomik etkinliğinin (GYSİH) yaklaşık olarak bir buçuk katıydı. Konuya giderek daha fazla odaklandıkları 1985 ile birlikte, bu oran GSYİH’nın iki katına ulaştı. 2005’te, toplam ABD borcu ulusun GSİYH’nın neredeyse üç buçuk katıydı bakınız şekil 2) ve tüm dünya açısından da bu oran 44 trilyon dolarlık GSYİH’nın uzağında değildi.
Birleşik Devletler’deki toplam borçluluk haneler, (yerel, eyalet, federal) hükümet, mali olmayan ticari kurumlar ve mali kurumlara ait borçlardan oluşmaktadır. 1970’lerin sonundan bu yana neredeyse sürekli borç artışı yaşanmış olmakla birlikte, (Magdoff ile Sweezy’nin konu hakkında birçok makale yazdıkları) 1981-88 döneminde ve yine 1997-2005 arasında, GSYİH’ya kıyasla bazı borç artışı patlamaları yaşandı. 1980’lerde, GSYİH’ya kıyasla en fazla borç artışı yaşayan sektörler, borçları 1981-88 arasında GSYİH’nın yüzde 22’sinden yüzde 42’sine ulaşan mali kurumlarla, borçları aynı dönemde GSYİH’nın yüzde 44’ünden yüzde 69’una yükselen hükümet borçlarıydı. 1997-2005 arasındaki ikinci borçluluk patlaması sırasında ise, mali sektör borçları, GSYİH’nın yüzde 66’sından yüzde 100’ünün üzerine fırlayarak, GSYİH’nın daha da büyük bir oranı olarak büyüdü. Bu ikinci dönemde hane halkı borçları da, büyük ölçüde emlak patlaması sırasındaki ev refinansmanı ve artan kredi kartı borçları nedeniyle, GSYİH’nın yüzde 67’sinden yüzde 92’sine tırmandı. Mali olmayan şirketlerin borçları da hızla büyüyor. Wall Street Journal’a göre, “Şirketler birkaç yıldır işletme kaldıracına [öz sermaye desteği olarak alınan borçlara; ç.n.] dayalı bir satın alma ve el değiştirme dalgasının tam ortasında son derece büyük bir hızla para ödünç alıyorlar, bu da sermaye harcamalarını ve pay sahiplerinin, büyük hisse sahiplerinin ve hisseleri geri satın alanların yarattıkları basınçları artırıyor… Mali olmayan şirketler borçlarının yılın birinci çeyreğinde sona ermiş olan 12 aylık dönemde yüzde 6.3 oranında artarak 5.5 trilyon dolara ulaştığına tanık oldular. Bu, borçlarda son beş yıldır görülen en hızlı yılık artış oranı. 2004’te borç yüzde 2.7 oranında artarken, 2005’te borçlar ortalama yüzde 5.1 oranındaki bir 12 aylık hızla büyüdü”. (17 Ağustos 2006).
Ancak, günümüzün şirketleri arasında bu mali patlamayı yaşayanlar yalnızca mali olmayan kurumlar değildir. Son yıllarda bunlar mali şirketler tarafından geçildiler. Borçluluk yalnızca mutlak rakamlarla artmış ve ulusal ekonominin büyümesine kıyasla dramatik bir biçimde büyümüş değildir, bileşimi de büyük ölçüde değişmiştir. 1970’lerin başlarında toplam ABD borçlarının yaklaşık yüzde 10’una ulaşan mali sektör borçları tırmanmıştır ve şimdi toplamın üçte birine yakındır (şekil 3). Toplam içindeki tüketici borçları 1970’lerin ortalarındaki ekonomik kriz dönemiyle yaklaşık olarak aynı oranda kalırken, mali olmayan ticari borçlarla hükümet borçları payı aynı dönemde oldukça dramatik bir biçimde azalmıştır.
Toplam borçlar sürekli olarak daha fazla büyürken, ekonomi üzerinde daha az uyarıcı etkide bulunuyor gibi de görünmektedir. Magdoff ve Sweezy’nin tezlerinin; yani olgun kapitalist ekonomilerde kaçınılmaz bir durgunluk eğiliminin mevcut olduğu tezinin aşağıdaki istatistiklerden daha berrak bir biçimde görülebileceği sadece pek az alan mevcuttur. Borçluluk oluşumu ve ekonomik büyüme arasında tam bir ilişki olmamakla birlikte, 1970’lerde artan borcun her bir doları için GSYİH’da yaklaşık altmış sentlik bir artış yaşandı. 2000’lerin başında ise her bir dolarlık yeni borcun GSYİH’nin büyümesi üzerindeki etkisi yaklaşık yirmi sente düşmüştür.
Gördüğümüz gibi, borç, bir sürü şey için kullanılabilir; bunlardan bazıları ekonomiyi büyük ölçüde uyarır ve uzun süren etkilere (yeni alanlarda yapılan yatırımlar ya da eski işlerin genişletilmesi) sahiptir; bazıları ekonomi üzerinde ılımlı ve göreceli olarak kısa vadeli etkilerde bulunur (evlerinin hisselerini satan ya da tüketici malları satın almak üzere kredi kartı borcu yığan haneler) ve bazıları da ekonomi üzerinde temelde hiç bir etkide bulunmaz (mali spekülasyon). Şimdi mali borçların diğer bütün tekil bileşenlerden daha büyük olması ve geri kalanın tümünden daha da hızla büyümesiyle birlikte, borcun bileşiminde yaşanan değişim, (P-M-P”dan P-P”ya doğru yaşanan kayma), borç oluşumunun ekonomi üzerinde daha az uyarıcı etkide bulunmasını büyük ölçüde açıklayabilir. Yine de açıkçası, durgunluk eğilimi ve sermayenin bu durgunluk nedeniyle üretken alanlardan çok spekülasyonda “yatırım” arama ihtiyacı, içinde yaşadığımız dönemi damgalamaktadır.
Artan borçluluk/GSYİH oranının hem kısa vadeli hem de uzun vadeli sınırları olduğu açıkça görülmektedir. Sadece geçtiğimiz on yıllarda mali sistemi zaman zaman sallamış olan periyodik “kredi çatırtıları” kaçınılmaz olmakla kalmamaktadır, aynı zamanda mali patlama devam ettiği sürece, sistemin çok daha az kolaylıkla emebileceği türden büyük bir mali erime de uzun vadede giderek daha muhtemel bir hale gelmektedir. Eski Federal Reserve başkanı Alan Greenspan’in 2005 Haziran ayında Kongre’ye söyl
ediği gibi: “İktisat tarihinde ılımlı borçluluk miktarlarının ekonominin büyüme oranını güçlendirdiğini ve yüksek yaşam standartları yarattığını, ama aşırıya kaçıldığında da, son derece ciddi sorunlar yarattığını oldukça erken bir zamanda öğrendiğimizi düşünüyorum”. MBG Information Services’in baş iktisatçısı Charles W. McMillion ise daha dolaysız biçimde konuşmuştu: “Ekonominin görülmemiş borçluluk düzeylerine artan biçimde yaslanması açıkçası sürdürülemez ve olağanüstü kaygı verici bir durumdur… Yegane ciddi sorular mevcut dengesizliklerin ne zaman ve nasıl ele alınacağı ve sonuçlarının ne olacağıdır” (Washington Post, 23 Ocak 2006).
Elbette, aşırı miktardaki borçların hangi düzeyde derin ve uzun bir krize neden olabileceğini tahmin etmenin bir yolu yoktur. 1987 ve 2000 yıllarındaki borsa köpüğü patlamaları, borç patlaması sürecini geçici bir süre dışında yavaşlatmaksızın gerçekleşti. Bu durumun sistemin merkezine ulaşan daha da büyük, uzun süreli bir felaket yaratmaksızın daha ne kadar devam edebileceği, herkesin merak ettiği bir konudur; ama bu durumun sonsuza dek devam edeceğini varsaymak da dilek ve temennileri aşırıya vardırmak olacaktır. Tüketici borçlarının gelire kıyasla büyük ölçüde ve keskin bir biçiminde artması zaten yaşam harcamalarını sürdürürken borçlarını geri ödemek zorunda olanlar açısından zorluklar yaratmaktadır. (bakınız John Bellamy Foster, “The Household Debt Bubble”, Monthly Review, Mayıs 2006 (Türkçe MR Haziran 2006, “Hane halkı Borç Köpüğü”), ve “Homeowners Start to Feel the Pain of Rising Rates,” (“Konut Sahipleri Yükselen Faiz Oranlarının Acısını Hissetmeye Başlıyorlar”) Wall Street Journal, 10 Ağustos 2006.) ABD’li haneler geçen yıl vergi sonrası ya da harcanabilir gelirlerinin yüzde 13.73 gibi rekor bir oranını borç faizlerine harcadılar. Ücretliler açısından hiçbir gelir artışı olmadığı (ya da pek az artış olduğu) düşünüldüğünde, geçen yıl (Haziran 2005-Haziran 2006), insanların kazandıklarından 1.1 trilyon dolar daha fazla harcadıklarına tanık olundu (Ekonomik Analizler Bürosu açıklaması no: 0634, 1 Ağustos 2006). Bu negatif kişisel tasarruf oranı Büyük Bunalım’dan bu yana geçen yıllarda görülmemiş bir orandır. ABD hane borçları, 20 Eylül 2005’te sona ermiş olan geçen yılın üçüncü çeyreğinde, Federal Reserve verilerine göre, 1985’ten bu yana görülen en hızlı orana ulaştıktan sonra, 11.4 trilyon dolarlık rekor bir düzeye vurdu. Toplam hane borcu 2006 Mart ayının sonunda 11.8 trilyon dolar düzeyindeydi (Federal Reserve Fonların Akışı).
Hane halkı borçlarındaki bu tırmanmaya büyük ölçüde Federal Reserve’in borsanın 2000 yılında yaşadığı içe doğru patlamaya verdiği yanıt katkıda bulunmuştur. Fed ekonomiyi derin bir gerilemeye düşmekten kurtarmak için, faiz oranlarını tarihsel olarak son derece düşük oranlara indirdiği zaman, haneler de ev, araba ve kredi kartı borçlarını artırdılar. Hane emlak kredisi (mortgage) borcu, konut sahiplerinin; çeşitli amaçlar için kendi evlerinden para çekerek refinansa gitmeleri ve daha büyük emlak kredisi miktarları elde etmeleri ve yeni kimselerin emlak patlamasına katılmaları ve giderek düşük kredi puanlarına sahip kişilere de şişirilmiş fiyatlardan evlerin satılmasıyla birlikte 2000 yılı 2005 yılı arasında yüzde 75 arttı. Bu durum da borsa fiyat köpüğünü bir konut fiyatları köpüğüne doğru kaydıran bir etkide bulundu. Bu durum, 2005’te özel konut yatırımlarının toplam özel yatırımların yüzde 36’sına yükselmesi ile birlikte, (ki bu, ikinci otomobilleşme dalgasından doğan büyük banliyö konut patlamasının yaşandığı 1958 yılından bu yana görülmemiş bir düzeydi) ekonomiyi uyardı.
Amerikalılar, eski evlerinden, evlerin belirlenmiş değerleri temelinde daha büyük emlak kredileri elde ederek aldıkları yeni emlak kredileri aracılığıyla yeni evler satın alıyor ve daha fazla borçlanıyorlar. Ek olarak, aslında konut satın almaya gücü yetmeyenler için de yeni emlak kredisi tipleri geliştirildi (daha yüksek faiz oranlarından yapılan ama daha karşılanabilir gibi görünmelerini sağlayan “cazibeleri” olan “sub-prime” [daha yüksek faizli; ç.n] emlak kredileri). Bunlar arasında faiz oranları uyarlanabilir hale gelmeden önceki birkaç yıl için çok düşük faiz oranlarının talep edildiği ve/ya da ev değerinin yüzde 100’ünün finanse edildiği emlak kredileri var. Faiz oranları aniden artacak olursa, ki bu gerçek bir olasılıktır, geçmişteki borçlanmanın maliyeti, artan emlak kredisi haciz ve iflaslarıyla ve artan gecikme cezaları ve kredi kartı borcuna binen oran artışları ile birlikte, birçok hane bakımından büyük sorunlar yaratacak. Uyarlanabilir faiz oranlarına dayanan ve evlerinin değerinin yüzde 100’ünü ödünç almış olan insanların şimdi bir yandan artan emlak kredisi ödemeleri ve bir yandan da bazı bölgelerdeki konut değerlerinin düşmesi gibi çifte sorunlarla karşılaşmalarıyla birlikte, zaten bu fenomenin ortaya çıkmasına tanık oluyoruz (Wall Street Journal, “Homeowners Start to Feel The Pain of Rising Rates,” 10 Ağustos 2006). Hacizler 2006’da yüksek kredi puanlarına sahip olanlar arasında bile dramatik bir biçimde arttı. Bununla birlikte, emlak kredisi bankerleri, parayı başlangıçta ödünç veren bankalar, kredi dağıtımcıları ve hedge fonlarıyla [yüksek riskli yatırım fonları; ç.n.] daha yüksek kaliteli kredilerle paketlenmiş olan bu kredileri satın alan kurumsal yatırımcılar, bu tip emlak kredilerinden sürüyle para kazanıyorlar. Business Week’in işaret ettiği gibi: “Bu oyunda neredeyse tüm oyuncular kazanıyor; nakit tasmasını boynunda taşıyan konut sahibi hariç” (“Nightmare Mortgages,” (“Kabus Emlak Kredileri, 11 Eylül 2006).
Burada, Birleşik Devletler’in, yaygın biçimde bilinen devasa federal borçlarının tüm sonuçlarının ayrıntılarına girmek için yeterince yer yok. Clinton yönetiminin son yıllarındaki mali kısıtlamalarla temelde enformasyon teknolojisi borsasında ortaya çıkan spekülatif köpüğün bir araya gelmesi, federal bütçe fazlalarına yol açmıştı. Başkan Bush’un yönetime gelmesinden bu yanaysa, yıllık federal açıklar ve federal borçluluk kitlesel biçimde arttı. Büyük ölçüde zenginler için yapılan vergi kesintilerini “ödemekte” (gelirin yukarıya doğru yeniden dağıtılması) ve Afganistan’la Irak’taki maliyetli savaşlarda kullanılan bu hükümet borçları, ikiz açıklar denilen açıkların tek bacağını oluşturmaktadır. Diğer bacağını oluşturansa cari hesap açığıdır.
1980’den bu yana Birleşik Devletler ile diğer ülkeler arasında neredeyse sürekli bir negatif ticaret dengesi mevcut. Son iki yılda ABD cari hesap açığı, GSYİH’nın yaklaşık yüzde 6’sına ulaşan 700 milyar dolar civarındaydı. Bu da ABD’li nüfusun ve ABD şirketlerinin mamul ürünler, hizmetler ve yatırımlar için yurtdışına gönderdiği net parayı dengeleyecek bir biçimde ABD hükümet bonoları ya da hisse ve gayrımken kul satın alınması için günde yaklaşık 2 milyar doların Birleşik Devletler’e girmesi gerektiği anlamına gelir. Mali uzmanlar arasında yabancı merkez bankalarının ve zengin bireylerin yatırımlarını başka ülkelere ve paralara yönlendirebilecekleri yönünde ciddi bir korku mevcuttur. Yakınlarda yayınlanan bir raporda, Uluslararası Para Fonu, ABD cari hesap dengesizliği hakkındaki kaygılarını bir kez daha belirtti: “Uygunsuz bir biçimde yapılan dolar ayarlaması riski, tasarruf ve yatırım dengesizliklerinde gerekli olan düzenlemeleri pekiştirecek biçimde devreye sokulacak politikaların mevcut olmaması halinde pek
ala daha da yükselebilir…” (Wall Street Journal, 13 Eylül 2006). Neyin söz konusu olduğu hakkında bir fikir vermek için şu örnek anlamlıdır: 2005 Şubat ayında Güney Kore merkez bankası tarafından açıkçası zararsız bir biçimde yapılan bir yorum; bu merkez bankasının elinde tuttuğu yabancı döviz kurlarını dolar temelli varlıklardan daha çeşitlemiş bir bileşime doğru kaydırmayı planladığı yorumu, doları geçici bir düşüşe soktu. Bir New York Times editoryal yazısı durumu şöyle tarif etti: “… dolar satışı erimeyi hızlandırmadı. Ama elbette, bu olasılığın ucundan biraz tattırdı. Dolar iki ayda yen ve avro karşısında en kötü günlük düşüşünü yaşadı. New York, Londra, Paris ve Frankfurt’taki borsalar düştü ve dolar düşürken yükselme eğilimine giren altın ve petrol fiyatları fırladı (18 Kasım 2005). Güney Kore’nin o dönemde ABD Hazine’sinde yalnızca 69 milyar dolar tuttuğunu düşünecek olursak, Hazine’de yaklaşık bir trilyon dolar tutan Çin ya da Japon merkez bankalarının doları terk etmeye karar vermeleri halinde olacakları varın siz hayal edin! (Belki de onları bunu yapmaktan alıkoyan yegane şey dolara yatırdıkları muazzam miktarların, kendi ABD temelli “tasarruflarının” da yaşanacak olan erimeye yakalanmasına yol açacak olmasıdır).
Büyük Kumarhane
Borç patlamasına finans ve mali spekülasyonun ABD ekonomisinde yaşadığı büyüme eşlik etti, ki bu da giderek kayda değer ölçüde artan borç düzeyi tarafından uyarılmaktadır. Aşağıda da göreceğimiz gibi, borçluluk mali spekülasyonun ateşlenmesine yardımcı olur ve aynı zamanda mali spekülasyon da daha fazla borca yol açar!
Olgun kapitalist üretimin “gerçek” ekonomisindeki (ki bu alanda gerçekten de bir şeyler üretilir ya da bazı hizmetler yerine getirilir) yeni yatırımlardan kâr elde etmek zorlaştıkça, sermayenin durgunluğa verdiği yanıtlardan bir başkası, ekonominin geri kalanında uygun miktarlarda artı değere el koymak üzere tasarlanmış olan birçok yeni hilenin yanı sıra, mali sistemin genişlemesi olmuştur.
2006 ortalarında, ABD büyük şirketleri, fonları yatırıma başka yollarla nasıl dönüştüreceklerini bilmedikleri için, borsa değerlerinin yüzde 20’sine eşdeğer miktarları nakit ya da Hazine bonosu olarak ellerinde tutuyorlardı. Üstelik, fazla sermaye sadece Birleşik Devletler’e has bir sorun da değildir. Çin ve Hindistan gibi büyüyen ekonomilerde sözüm ona mevcut yatırım fırsatlarına karşın, bir Wall Street Journal makalesi; Japonya ve Birleşik Devletler’de ulaşılabilir durumda olan etkin biçimde faizlendirilmemiş paranın, Avrupa’daki düşük faiz oranlarının ve yüksek petrol fiyatlarının yarattığı muazzam “petro dolar” miktarının bir sonucu olarak, “dünyanın çevresinde çalkalanan” muazzam bir para miktarını tarif etmektedir. (7 Mart 2006). Bu, daha önce de zikredilmiş olan pasajdan da bildiğimiz gibi, Marks’ın beklediği bir durumdu. Mali sektör şimdi devasa sermaye yığını için yeni ve genişlemiş mahreçler sunma yükümlülüğünü taşımaktadır. Ana akım iktisatçılar genellikle durgunluğu ihmal etmişler ve bu nedenle de mali patlamanın yapısal köklerini ya da tehlikelerini görememişlerdir. Magdoff ve Sweezy ise bu durumda keskin bir tezat içinde, durgunlaşan yirminci yüzyıl sonu ekonomisi içinde mali sektörün büyüyen rolünün sahip olduğu kritik önemi erkenden saptadılar. Açıkladıkları gibi, on dokuzuncu yüzyılın sonunda dev şirketlerin gelişmesiyle birlikte, “kapitalist ekonominin bileşimi niteliksel bir dönüşüm geçirdi. Birçok tip ve nitelikteki şirket hisselerinin ortaya çıkışı, örgütlü borsa ve hisse senedi piyasalarının, bankerlik evlerinin, yeni bankacılık biçimlerinin ve Veblen’in maliyenin kaptanları diye adlandırdığı ve kısa zamanda kapitalist servet ve iktidar hiyerarşisinin tepesine yerleşen bir topluluğun ortaya çıkışını beraberinde getirdi”. (Monthly Review, Mayıs 1983). Mali sektörün yirminci yüzyıldan, bu makaleyi kaleme aldıkları 1980 dönemine kadar yaşadığı gelişmenin inanılmaz hızını tarif etmeye devam ettiler ve bu büyümeyi “mali bir patlama” olarak adlandırdılar. Son yirmi yıl bu değerlendirmeyi yalnızca daha fazla doğruladı.
P-M-P”dan P-P”ya
Finans (bankalar, yatırım firmaları, sigorta şirketleri ve gayrı menkul konsorsiyumları), Marks’ın P-P’ formülleştirmesinde olduğu gibi, paradan para kazanmak üzere bir dizi sayısız yeni biçimde gelişmektedir. Yani, finans artık sadece kapitalist sistemin çeşitli parçalarını birleştiren bir “zamk” ve işleyişini kolaylaştıran bir “yağ” değildir, finans, olgun kapitalist ekonomilerdeki hakim etkinlik haline gelmiştir.
Yukarıda da tartışıldığı gibi, Birleşik Devletler’deki tüm borçların yaklaşık üçte biri, en büyük borçlu sektör olan mali kurumlara aittir. Elbette, finansın bütün bu borçları ödünç almasındaki temel nokta para kazanmaktır ve gerçekten de böyle olmaktadır. 1960’larda mali kârlar Birleşik Devletler’deki tüm yerel kârların yaklaşık yüzde 15’ini oluştururken, şimdi yaklaşık yüzde 40’ını oluşturmaktadır. (bakınız şekil 4). Aynı zamanda, bir zamanlar yerel kârların yüzde 50’sini oluşturan imalat da, şimdi kârların yüzde 15’den daha azını oluşturmaktadır. Şaşırtıcı bir biçimde, bu kayma, 2000 borsa erimesinden sonra sadece daha da dramatik bir hale gelmiştir. (İmalat sektörü istihdamı azalırken ve imalat, kâr yaratmakta hizmet sektörü ve mali sektörden daha az önemli bir hale gelirken, elde edilen üretkenlik artışlarının Birleşik Devletler’deki gerçek mamul mallar çıktısının artmaya devam etmesini sağladığı akılda tutulmalıdır!)
Finansın mali olmayan şirketler açısından bile önem kazanması birçok büyük imalatçı ve perakendecinin bilançoları incelenerek görülebilir. Business Week’te açıklandığı gibi, “Bir tarım ekipman üreticisi şirketi olan Deere& Co. şirketinde, finans, kazançların neredeyse dörtte birini yaratmaktadır. Retailer Target Corp. (TGT) kazançlarının yaklaşık yüzde 15’ini genellikle kredi kartlarından elde etmektedir. General Motors Şirketi (GM) araba satmakta zorluk yaşarken, ditech.com isimli emlak kredisi şirketi büyük işler çevirmektedir. GM, arabadan para kaybederken, GM’nin finansman operasyonlarından geçen yıl 2.9 trilyon dolar kazanç elde edildi”. (28 Mart 2005). Dev tüketim malları perakendecisi Wal-Mart bile oyuna dahil olmuş ve fatura ödeme, çek nakite çevirme, parasal sipariş ve öteki ülkelere para gönderme gibi çeşitli mali hizmetler sunmaya başlamıştır.
Mali şirketler kredi-tedarik risklerini çeşitlendirecek yollar geliştirdiler. Şimdi bir grup krediyi bir arada “paketliyor” ve sonra bunları yüksek riskli yatırım fonlarına ve diğer kurumsal yatırımcılara satıyorlar. İşlem düzenleme bedellerini alıyorlar; faiz ödemelerinden daha az para toplamakla birlikte, sıfıra yakın riskle çalışıyorlar. Bu yeni strateji ne ölçüde önem taşıyor? “Mali şirketler, 1980’deki yüzde 20’ye yüzde 80’lik orana kıyasla şimdi, gelirlerinin yüzde 42’sini bedellerden ve sadece yüzde 58’ini faizden elde ediyorlar…” (Business Week, 28 Mart, 2003). Artık ödenmeyen borçlardan sorumlu olmayan bankalar, daha fazla kredi ve böylelikle de daha fazla borcu devreye sokuyorlar. Bankalar eskiden para ödünç verirken geri ödemeyi garanti altına almak istedikleri için son derece muhafazakâr davranırlardı. Ancak, bu durum daha sorunlu kredilere olanak veren bir yönde değişti:
Büyük bir özel hisse senedi firması olan Vestar Capital Partner’ın şef yöneticisi Daniel O’Connell, “Bankalar daha muhafazakâr biçimde davrandığınızı görmek isterlerdi” diyor. “Şimdi bizi
” daha fazla ödünç almamız için “teşvik ediyorlar”. Bankalar daha da saldırganlaştılar çünkü verdikleri kredileri nadiren kendileri takip ediyorlar. Bunun yerine, bunları, kredileri yeniden paketleyen ya da teminat altına alan ve CLO’lar ya da teminatlandırılmış-kredi yükümlülükleri gibi egzotik isimi araçlarla yatırımcılara satan başkalarına devrediyorlar. Her hafta, geleneksel para yönetimi ve yüksek riskli yatırım fonları tarafından yaratılan ve sonra başka yatırımcılara satılan milyarlarca dolarlık yeni CLO duyuruları ortaya çıkıyor. Birçok örnekte, bu karmaşık teminatların belirli bir dilimini elde tutuyorlar (Wall Street Journal, 3 Mart 2006).
Spekülasyonun Büyüklüğü
Hisseler, vadeli işlem araçları, türevler ve döviz kurları gibi mali “enstrümanlarla” türlü biçimlerde gerçekleştirilen spekülasyonun büyüklüğü gerçekten de şaşırtıcı boyutlarda. Magdoff ve Sweezy ilk kez uyarı sinyalleri verdiklerinde bu eğilim nedeniyle gerçekten de şaşkınlığa düşmüşlerdi. Bugünse mali analistler sıklıkla sanki finans, altta yatan ekonomiden bağımsız olarak sonsuza dek daha da yüksek düzeylerde seyredebilirmiş gibi davranıyorlar. Borsalar ve döviz ticareti (bir ulusun parasının bir başkası karşısındaki değişimi hakkında bahse tutuşulması) işlem değerlerinin, sayı ve değer olarak altta yatan ekonomiye oranla büyük ölçüde tırmandığı dev birer kumarhane niteliğindeler. Örneğin, 1975’te, New York Borsası’nda günde 19 milyon hisse senedinin ticareti yapılıyordu. 1985’le beraber bu hacim 109 milyona ulaştı ve 2006 ile birlikte de, 60 milyar doların üzerindeki değerle 1,600 milyon hisseye ulaştı (http://www.nyse.com).. 1977’de günde 18 milyar dolardan, şimdiki ortalama günde 1.8 trilyon dolara fırlayan dünya döviz piyasasındaki günlük ticaret daha da büyük boyutlarda! Bu da her yirmi dört saatte bir döviz ticaretinin sahip olduğu dolar hacminin tüm dünyanın yıllık GSYİH’sıyla eşitlendiği anlamına geliyor! Döviz spekülasyonu özellikle çekici; günde yirmi dört saat ticaret yapabilirsiniz ve hızla almak ve satmak son derece kolaydır. Ancak, “yabancı döviz kuru alanındaki eski kurtlar işin içinde muazzam riskler olduğu konusunda uyarıda bulunuyorlar. Tüccarlar kendi pozisyonlarını, ortaya koydukları paranın 200 katı değerdeki bahislerle destekleyebiliyorlar. Herhangi bir bahis kötü gittiğindeyse, buna denk düşen miktarlarda kayıplar yaşayabiliyorlar” (Wall Street Journal, 26 Temmuz 2005). Neredeyse tüm döviz ticareti dolar, yen, avro ve pound sterlin gibi temel paralarla yapılırken, yakın zaman önce ortaya çıkan kumarlardan bir tanesi de Japon yeni ödünç almak biçiminde, çünkü bu hükümet gerçekte sıfır faiz oranıyla ekonomisini canlandırmaya çalışıyor. Bu fonlar daha sonra Avustralya, Yeni Zelanda, Türkiye ve İzlanda gibi göreceli olarak yüksek faiz oranlarının olduğu ülkelere taşınıyor. Krona üzerindeki yüzde 11.5’lik faizden yararlanmak için İzlanda’ya o kadar çok para taşındı ki, bu para, Japonya’nın faiz oranlarını yükselteceğini belirtmesinden sonra geri çekilmeye başlandığında, krona ve İzlanda borsası dramatik bir biçimde düştü.
Piyasa oyununu oynamanın her türlü yolu mevcut. Örneğin, gerileyen (satışları kötü olan) belirli bir stokun fiyatı üzerinde, ödünç stoku satarak ve stoku yeniden satın alıp, gelecekteki belirli bir zamanda sahibine geri verme anlaşması yaparak kumar oynanabilir. Belirli bir stoku gelecekte belirli bir fiyattan (alım opsiyonu) satın alma hakkı ya da belirli bir stoku gelecekte belirli bir fiyattan satma hakkı (satım opsiyonu) satın alınabilir.
Ayrıca vadeli işlemler de mevcut; insan neredeyse hemen her şeyin gelecekteki değeri ya da endeksi üzerinde bahse tutuşabilir. Yakıtlar ve metaller gibi hububat, süt, tereyağı, kahve, şeker, portakal suyu, sığır, domuz eti gibi tarımsal metalara yönelik bir vadeli işlem piyasası uzun zamandır mevcut. Bu piyasalar, tıpkı buğdayın fırıncı açısından taşıdığı anlam gibi, üretken ekonomideki bir şirket açısından, ürünlerinin önemli bir bileşeninin maliyetini istikrarlılaştırmak ya da dondurmak açısından birçok şey ifade ederler. Ancak, dünya çapında, 2005 yılında ticarete konu olan yaklaşık on milyar sözleşmenin (vadeli işlem, vadeli işlem opsiyonu ve teminat opsiyonu), yüzde 8’den daha azı tarımsal metalar, metaller ve enerjiyle ilgiliydi. Bugünlerde bahislerin yaklaşık olarak yüzde 92’si mali sektörde gerçekleşiyor: farklı döviz kurlarının fiyatları, yerel bonolarla hazine bonoları, hisseler, faiz hadleri ve çeşitli mali ya da (Japon NIKKEI 225, ABD Standard&Poors 500 ve Dow Jones Sanayi Ortalaması vs. gibi) hisse senedi endeksleri üzerinden.
En acayip vadeli işlem piyasalarından birisi, 2003 yılında ABD Hükümeti’nin Savunma Bakanlığı tarafından özel bir şirketle birlikte yaratıldı; suikast ve terörist saldırı olasılığı hakkında tutuşulan bahisler. Senato Azınlık Lideri Güney Dakota Senatörü Tom Daschle’in, Senato oturumunda söylediği gibi: “Yatırımcıları terörist saldırılar ve kamuyu ilgilendiren cinayetler hakkındaki olasılıklar üzerinde bahse tutuşmaya teşvik eden bir web sitesi yaratmak için 8 milyar doları gerçekten de bağlamış olduğumuza inanamadım… Kimsenin ciddi bir biçimde ölüm ticareti yapmamızı önereceğine inanamıyorum… Tüccarların arzulanan sonuçları ortaya çıkartacak biçimde yatırım yaptıklarını göreceğimiz günlere ne kadar zaman kaldı?” Kopan gürültü hükümetin programdaki katılımının son bulmasıyla sonuçlandı.
Türevler ve yüksek riskli yatırım fonları da mali spekülasyonun genişlemesinde kritik bir rol oynadılar.
2001 Nisan ayı ile 2004 Nisan ayı arasında (düz forward [belirli bir döviz miktarının ileriki bir tarihte satılması ya da alınması; ç.n.] ve yabancı döviz takasları gibi geleneksel enstrümanlar dahil) yabancı döviz kuru ve faiz haddi türev sözleşmelerinin günlük ticareti tahmini yüzde 74 artarak 2.4 trilyon dolara ulaştı. 2006 Haziran ayı sonunda tezgah üstü türevlerinin nosyonal miktarı (sonuçlanmış ve hâla açık olan tüm anlaşmaların nominal mutlak değer toplamı) 283 trilyon dolardı; yani dünyada bir yıllık sürede üretilen tüm mal ve hizmetlerin altı katından fazla. Türev etkinliklerinin sürüp giden hızı hakkında biraz fikir vermek için, 2006 yılının ilk yarısında, “kredi türevleri küresel piyasasının yüzde 52 büyüyerek, 26 trilyon dolara ulaştığı” söylenebilir”. (New York Times, 22 Eylül 2006). Bu piyasa son dört yıldır yılda yüzde 100’lük bir artış hızıyla büyüdü.
Halihazırda yaklaşık 1.2 trilyon dolarlık varlığa sahip olan ABD temelli yüksek riskli yatırım fonları, büyük miktarlardaki sermayeyi yatırımlara hızla sokup çıkartıyorlar; bunların Birleşik Devletler’deki günlük hisse senedi ticaretinin yaklaşık yarısını oluşturdukları tahmin ediliyor. Yüksek kârlar elde eden bu fonların yararlandığı büyük fırsatların arkasında birçok tehlike yatıyor. Örneğin, Amaranth Advisors isimli yüksek riskli yatırım fonu, Eylül ayında bir hafta içinde, 6 milyar dolar, yani yönetimi altında bulunan varlıkların yarısından fazlasını kaybetti. Petrol fiyatından çok daha dalgalı olan doğal gaz fiyatı üzerine büyük bahisler oynayarak, bu kadar hızla bu kadar büyük bir parayı kaybettiler. Bahis konuları 2007 Mart ayındaki doğal gaz teslimat fiyatı ile bir ay sonraki (2007 Nisan) doğal gaz teslimat fiyatı arasındaki farkın genişlemeye devam edeceğiydi. Tersine, doğal gaz fiyatları Eylül ayında genel olarak düşerken, aradaki fark büyük ölçüde daraldı. Bu tip spekülasyonun mali sistemde potansiyel i
stikrarsızlıklar yarattığı açıktır. New York Times’daki bir makalede ileri sürüldüğü gibi: “Ulusun en büyük yüksek riskli yatırım fonlarından birisinin uğradığı devasa kayıplar dün bu ketum, kural dışı yatırım ortaklıkları tarafından gerçekleştirilen büyük bahislerin yaygın mali rahatsızlıklar yaratabileceği yolundaki kaygıların yeniden canlanmasına neden oldu” (19 Eylül 2006).
Birleşme ve Satın Almalar
Şirketlerin diğer şirketlerce satın alındığı ve özel yatırım firmalarının şirketleri satın aldıkları bir çılgınlığın tam ortasındayız. Bunların çoğu önemli miktarda işletme kaldıracı (ödünç alma) içeriyor, bu yüzden de sistemdeki toplam borca katkıda bulunuyor. Geçen yıl Forbes.com’la ilgili bir makalede şöyle açıklanıyordu: “[işletme kaldıracına dayalı satın almaların] hararetli genişleme hızı, yatırımcıların kendilerine uzun vadeli Hazine bonolarından daha fazla para kazandıracak her türlü anlaşma için etraflarına bakınmakta oldukları gerçeğine tanıklık ediyor” (18 Kasım 2005). Bu yıl 2000 yılındaki son çılgınlığın tepe noktasındaki 3 trilyon dolarlık toplam birleşme ve satın almayı geçen bir hıza ulaştık (Wall Street Journal, 27 Haziran 2006). Bu etkinlik, birinci olarak sistemde çalkalanmaya devam eden sermaye miktarı olmak üzere birkaç nedenden dolayı özellikle büyük boyutlardadır. Wall Street Journal’ın ortaya koyduğu gibi: “Şirketlerdeki nakit yığınları ve yeniden satın alınmış hisse senedi yığınları… rekor düzeylere ulaştı ve şirket kazançlarına paralel biçimde büyümeye devam ederek, bütün bu sermayeyi nasıl seferber edeceklerine karar vermek zorunda olan yöneticiler açısından ciddi bir meydan okumayı temsil ediyor” (21 Temmuz 2006).
Yeni yöneticiler zora düşmüş bir şirketi iyileştirecekleri ve sonra yeni hisse senetlerini kamusal yatırımcılara satacakları için şirketlerin özel yatırım grupları tarafından satın alınması sözüm ona değere katkıda bulunur. Ancak, mevcut ortamda özel sermaye açısından, Business Week’in bir manşetinin sözleriyle ifade edilirse, “Satın al, soy ve sonra bir fiske at” davranışı oldukça yaygın bir davranış durumundadır (7 Ağustos 2006). Bu anlaşmalarda son derece hızla kazanç elde edilebilir. Örneğin, 2002 yılında Burger King şirketini satın alan özel yatırım firması 1.4 milyar dolarlık satın alma fiyatı için gerçekte kendi parasının sadece üçte birini kullandı. Paranın geriye kalanı nereden geldi? Burger King şirketi tarafından alınmış olan borçlardan. Bu fazladan borç Burger King’in, yeni sahiplere, şirketin daha önce yeni borçlarla ödediği 55 milyon dolarlık kredi faizini de içeren 448 milyon doları “hisse ve bedel karşılığı” olarak ödemesine olanak verdi. (Wall Street Journal, 25 Temmuz 2006). Böylece özel hisse senedi firmaları, şimdi 1.8 milyar dolar; yani başlangıçtaki yatırımlarından üç kez daha büyük bir değer biçilen Burger King’in yüzde 76 hissesini elde geçirme sürecinde temelde paralarını geri almış oldular! Bu arada, şirketin hisselerini satın alanlar, önceden mevcut olmayan büyük bir borç yükünü de satın alıyorlar.
Daha yeni bir anlaşmada ise, kâr amaçlı hastane zinciri HCA için, Bain, Kohlberg Kravis ve Merrill Lynch’in satın alma birimi olmak üzere üç ayrı şirketle birlikte Frist ailesi, sadece 5.5 milyar dolarlık nakit yatırım yaptılar. Fiyat etiketinin, geriye kalan 31.6 milyar dolarlık bölümü ise, firmaların tıpkı bir emlak kredisinde olduğu gibi kendi aralarında ödemede bulunmayı umdukları ve HCA’nın gelirini kullanan borçla finanse ediliyor” (New York Times, 25 Temmuz 2006). (Bu Frist ailesinin en önemli üyelerinden birisi ABD Senatosu’ndaki çoğunluk lideridir ve 2008 yılındaki olası başkan adayı olarak yaygın biçimde adı geçmektedir).
Standard&Poor’s’a göre, son üç yıl içinde, “şirketler temelde özel hisse sahiplerine kâr payı ödemek üzere 69 milyar dolar borçlandılar… Bunu önceki altı yıldaki 10 milyar dolarla kıyaslayın” (Wall Street Journal, 25 Temmuz 2006). 2006 yılı Temmuz ayındaki satın almalar da 200 milyar dolar, yani 2004 yılının tümünde gerçekleşen miktarın iki katına yakındı. Temelde, sermaye elinin altındaki devasa artığı yeni üretken kapasiteye yatırım yapmak için değil, servetle ilgili mali iddialarını artırmayı amaçlayan şirket satın almaları için kullanıyor.
Bu işletme kaldıraçlı satın almalar bir yandan spekülatörler açısından devasa kârlar yaratırken bir yandan da daha fazla borç yaratıyor. Kaldıraca dayalı satın almalar yoluyla satın alınan şirketlerin yeni hisselerin çıkartılması yoluyla kamuya geri satılmazdan önce daha kârlı bir hale getirilip getirilmediği ise tartışmalı. Tartışmasız olansa satın alınan özel şirketlerin borca batmaları.
Wall Street Journal’a göre (15 Mayıs 2005),
[Halka ilk kez açılma yoluyla hisse satan şirketlerin] yüzde yirmisi bu biçimde para elde ettikten sonra bile net somut bilanço değeri açıklarına sahiplerdi, bunun anlamı, şirketlerin halka açıldıkları gün likidite edilmeleri halinde, hisse senedi sahiplerinin hiçbir şey elde edemeyecek olmalarıdır. Ağır borçlu şirketlerin çoğunluğu özel hisse senedi yatırım süreçleri sonucunda halka açıldılar. Apollo Management LP ve Cypress Group gibi özel hisse senedi şirketleri, bu yılki… halka açılmaların yüzde 40’ının arkasında yer aldılar. Bunlar genellikle şirketleri biraz nakit yatırımda bulunarak ve istenen fiyatın geri kalanı için borçlanarak satın alıyorlar, borç da yeni yaptıkları satın almaların bilançosunda yerini alıyor.
Mali Sermaye’nin Yeni Kâr-Zarar Hesabı
Döviz ve vadeli işlem spekülasyonu, karmaşık türevlerin ticareti, yüksek riskli yatırım fonlarının ortaya çıkması ve büyümesi ile borçlarda görülen çarpıcı artış, bunların tümü de aynı fenomene verilen yanıtlardır. Mal ve hizmet üretimi ekonomisi durgunlaşır, sermaye P-M-P”dan arzu ettiği kazanç oranını elde etmeyi başaramazken, yeni tip bir “yatırım” ortaya çıktı. Bu yatırım tipi öz sermayeyi mali enstrümanlar yoluyla borçla desteklemeyi ve yüksek, spekülatif kârları amaçlayan köpük benzeri genişlemeler yaratmayı hedefliyor. Durgunluğun derinliği ve onun olgun kapitalist ekonominin üzerindeki direngen etkisi, yatırımların “dev kumarhane” dediğimiz alana doğru gerçekleştirdiği kayma ile büyük ölçüde kanıtlanıyor. Gerçek (enflasyona uyarlanmış) ücretlerin düşüşü ve servetin (azalan vergiler ve sosyal hizmetlerdeki kesintiler yoluyla) yukarıya doğru yeniden bölüşülmesi; yani yukarıdan ve tek taraflı bir biçimde yürütülen sınıf savaşının bu sonuçları, üretken ekonomiye yatırılan sermaye açısından sürekli artan bir kazanç helezonunu garanti altına almak açısından yeterli olmadı. Böylece, sermayenin kâr arayışı içinde ortaya çıkardığı durum, mal ve hizmet üretimi değil, sürekli olarak yeni kumar biçimlerine yönelmek oldu.
Borçluluk ve spekülasyonun yaşadığı devasa genişleme genel nüfustan daha fazla artık elde etme yolları sağlıyor ve bu nedenle de, sermayenin işçiler ve alt orta sınıflar üzerindeki sömürüsünün bir parçasını oluşturuyor. Yukarıda, sermayenin bir dizi tekniği tartışıldı: (a) genel kamuoyuna ve şirketlere daha fazla kredi sağlamak; (b) düşük gelirli kimselere son derece aleyhte ve anlaşılması güç ifadelere dayalı biçimlerde borç vermek; (c) şirketlere borca dayalı satın almalar yoluyla borç yüklemek (ve şirketleri mali bakımdan daha kırılgan ve istihdam, ücretler ve tazminatlar bakımından kesintiler talep eder hale getirmek);
(d) dünyanın geri kalanıyla olan ticareti dengesizleştirerek, yurtdışından ABD’de yatırıma dönüştürülmek üzere gelecek muazzam miktarlarda para ihtiyacı yaratmak, ve (e) hayal edilebilecek hemen her şey üzerinde devasa bahislere tutuşmak. Birçok insan bu etkinlikler sayesinde para kazanıyor; sorunlar ortaya çıktığında hesabı ödemek zorunda bırakılan en alttakiler hariç. Başarısızlığın maliyeti sermaye tarafından kamuoyunun sırtına yüklenirken, genel kamuoyunun sermayenin mali dolandırıcılıkları için ne kadar ödeme yapmak zorunda kaldığı hakkında bir fikir edilmek için şu yeterlidir: 1990’larda, ABD hükümeti tarafından tasarruf ve kredi alanında yaklaşık 175 milyar dolarlık kurtarma operasyonu gerçekleştirilmiş ve bu da cari ve gelecekteki kişisel vergi yüklerini artırmıştır!
Borçluluk ve spekülasyondaki büyümenin potansiyel sonuçları hakkında yaygın kaygılar var (örneğin, bakınız “The Dark Side of Debt” (“Borcun Karanlık Yüzü”), The Economist, 23 Eylül 2006). New York Federal Reserve Bankası başkanı Timothy Geithner, mali sistemde 1998’den bu yana yaşanan değişimlerin (ve borç yükümlülüklerinin çeşitli alıcılara satılmasının) göreceli olarak küçük hisselerin tüm sistemi alt üst etme olasılığını azalttığını düşünüyor. Yine de, “gelecekteki sistemli olaylar olasılığını azaltmış olabilecek olan bazı öğeler” diye yazıyor “…yol açılabilecek olan hasarı büyütebilir ve son derece ciddi nitelikli mali şokların yönetimini karmaşıklaştırabilir. Sistemin küçük şoklara yönelik kırılganlığını azaltan değişimler, daha büyük şokların keskinliğini artırmış olabilir (15 Eylül 2006, Federal Reserve Bank of New York).
Sermayenin durgunluğun kârlı fırsatların önüne koyduğu engelleri aşmak için kullandığı çeşitli teknikler, ABD ekonomisini sayısız kırılganlık kaynağıyla tanıştırdı. Bunlar, gelecekte daha da büyük çelişkiler yaratmaksızın devam edemeyecek olan eğilimler doğurdular: Birleşik Devletler’le dünyanın geri kalanı arasında devasa yıllık ticaret dengesizlikleri; ekonominin tüm sektörlerinde, altta yatan ekonomiye göre sürekli genişleyen borçluluk; mali sektörün daha da büyük ölçekli spekülasyona kayması gibi. Mali üstyapının üretken temele kıyasla taşıdığı büyüklüğün (kolaylıkla kavranamayacak olmakla birlikte) sınırları var. Bu tür spekülatif çözümler, durgunlukla başa çıkmaya yönelik kendilerine özgü yollar olarak bazı donanımlara sahip olmakla birlikte, sistemi sonsuza kadar, balon gibi genişletmeye devam edemezler. Yegane soru, bunların tümünün ne zaman sona ereceği ve bu mekanizmalar ömrünü tüketince sermayenin yüzünü nereye döneceğidir? Olasılıklardan birisi genelleşmiş deflasyona eşlik eden katı ve uzun süreli bir resesyondur. Bir başka olasılık hükümetin mali sistemi tıpkı 1980’lerde yaşanan banka sistemi çöküşlerinde ve 1990’ların sonlarındaki Uzun Vadeli Sermaye Yönetimi yarı çöküşünde olduğu gibi kurtarmak üzere başarılı biçimlerde müdahale etmeyi sürdürmesidir. Ancak, iç içe geçmiş olan borçluluk ve spekülasyonun büyüklüğü böylesine devasa boyutlara ulaşmışken, bu tip müdahalelerin sistemi en fazla geçici olarak kurtarabileceği, toplam krizi ve ekonomiye yönelik uzun vadeli tehdidi ise yaygınlaştıracağı açıktır.
Notlar
1 The Dynamics of U.S. Capitalism (ABD Kapitalizminin Dinamikleri-1972), The End of Prosperity (Zenginliğin Sonu-1977), The Deepening Crisis of U.S. Capitalism (ABD Kapitalizminin Derinleşen Krizi-1981), Stagnation and the Financial Explosion (Durgunluk ve Mali Patlama-1987) ve The Irreversible Crisis (Geri Dönüşü Olmayan Kriz – 1988).
2 Bakınız Stephanie Aaronson ve ark.,”The Recent Decline in Labor Force Participation and Its Implications for Potantial Labor Supply” (ilk taslak), Division of Research and Statistics, Board of Governors of the Federal Reserve System, Mart 2006 (http://www.brookings.edu). İşsizlik, eksik istihdam ve yedek emek ordusu hakkındaki daha geniş bir tartışma için bakınız Fred Magdoff ve Harry Magdoff, “Disposable Workers: Today’s Reserve Army of Labor,” Monthly Review 55, no. 11 (Nisan 2004): 18-35 (Türkçe’de; “Kullanılıp Atılan İşçiler”, Harry Magdoff, Sömürgesiz Emperyalizm içinde) ve Editörlerden Notlar, “What Recovery,” (“Hangi İyileşme”) Monthly Review 54, no. 11 (Nisan 2003): 1-13.
3 Askeri harcamalar hakkındaki veriler resmi rakamlardan alınmıştır ve bu yüzden de iç güvenlik, NASA’nın çoğu harcamaları, Dışişleri bakanlığı bütçesinin bazı bölümleri, gazi ödenekleri vs. gibi, askeri harcamaya dahil edilmesi gerekenlerin çoğunu içermemektedir. Bu sorunla ilgili klasik bir değerlendirme için bakınız James Cypher, “The Basic Economics of ‘Rearming America,'” (“Amerika’yı Yeniden Silahlandırmanın” Temel İktisadı”) Monthly Review 33, no. 6 (Kasım 1981): 11-27.
4 Toplam ABD borçlarında olduğu gibi, hükümet borcu miktarı kullanıldığı zaman, bu rakam, Sosyal Güvenlik İdaresi gibi federal organların borçlarını da içerir. Bu borç miktarı şimdi 3 trilyon dolardır ve toplam federal borçların yüzde 42’sine yakındır. Bu teknik olarak hükümetin kendi kendisine olan borcuyken, gerçekte belirli insanlara; örneğin belirli bir dönemde, emeklilere ödenmesi gerekenden daha az Sosyal Güvenlik vergisi toplanırken, Sosyal Güvenlik emeklisi olacak olan insanlara olan bir borçtur.