Türkiye’de yaşayan herkesin günde en az 25 litre; çamaşır, bulaşık, banyoyla birlikte 150 litre suya gereksinimi var. Başka ülkelerde olduğu gibi! Oysa, Türkiye’de kişi başına günlük su tüketimi ortalama 111 litre. Sanayileşmiş ülkelerdeki 266 litrelik ortalamanın yarısı bile değil. 143 litrelik Asya, 158 litrelik Arap ülkeleri, 184 litrelik Latin Amerika ortalamasının altında! Kısacası Türkiye, su […]
Türkiye’de yaşayan herkesin günde en az 25 litre; çamaşır, bulaşık, banyoyla birlikte 150 litre suya gereksinimi var. Başka ülkelerde olduğu gibi!
Oysa, Türkiye’de kişi başına günlük su tüketimi ortalama 111 litre. Sanayileşmiş ülkelerdeki 266 litrelik ortalamanın yarısı bile değil. 143 litrelik Asya, 158 litrelik Arap ülkeleri, 184 litrelik Latin Amerika ortalamasının altında!
Kısacası Türkiye, su yoksulu bir ülke. Anadolu ve Trakya’daki çiftçilerin seslerini dinler, İstanbul metropolündeki barajların yüzde 49 doluluk oranında olduğuna bakılırsa susuzluk Türkiye’nin seçim sonrasındaki en temel sorunlarından biri.
Ne var ki hiçbir partinin seçim bildirgesinde susuzluğa çözüm öneren bir vaat yok!
Nestle’nin Sapanca; Coca-Cola’nın Adapazarı-Sapanca, Bursa, Istrancalar’da konuşlandığına bakılırsa AKP su sorununu içme suyunda dış sermaye gücüyle çözmeye kararlı!.
Abarttığımı sananlar, her gün evlerine, çantalarına giren suyun etiketine lütfen bir bakıversin. Dünden bugüne değişmediyse pazar üç global deve göre biçimlenmekte:
* Doğazen adıyla pazarlanan Coca-Cola Adapazarı-Sapanca yöresinin Mahmudiye Su’yunun sahibi. Turkuaz’la yakaladığı pazarı yakında Bursa civarından gelecek Damla Su, Istrancalar’dan da Saneta Su markalarıyla genişletecek.
* Danone, Hayat ve Şaşal sularının üreticisi.
* Nestle ise Pure Life Su’nun hem halihazırdaki üreticisi. Hem de evlerimize her gün giren Erikli Suyu’nun yüzde 60’ına sahip.
Hadi AKP içme suyu rantını global sermayeye aktarmakta kararlı diyelim. Ya muhalefet partilerine ne demeli? Onların seçim bildirgelerinde de suyla ilgili dişe dokunur bir vaat yok.
Ana muhalefet parti liderinin “günlük siyasetle çözülemeyecek kadar önemli bir sorun” diye geçiştirdiğine bakılırsa muhalefetin de sudaki yabancılaşmaya ya da dışlaşmaya karşı çıkacak gücü yok.!
Yani? Hiçbirinin
* Erişilebilir su kaynaklarının kimin yönetim ve denetiminde olacağı,
* Kullanılabilir suyun hangi kanallarla tüketiciye ulaştırılacağına dair üretim, pazarlama ve dağıtım yetkisinin kimde olacağı,
* İçme suyunun üretim ve dağıtımının kimin tarafından ve nasıl yapılacağına dair bir politika önermesi yok!
“GATS” sözleşmesiyle “Su İletim Sistemleri, Enerji ve Atık Su İşleme” başlığı altında suyun ‘ticarileştirilmişken vaatte bulunmak kolay mı!”… “Türkiye Endüstri Bölgeleri Yasası, Yabancı Yatırımları Yasası ve benzerleriyle bu ticarileştirmeyi çoktan kurumsallaştırdı!” dediğinizi duyar gibiyim.
Siyasi partilerin su politikasını merak etmemiz, öneri beklememiz de zaten bu nedenle! Zira Türkiye:
– Su yoksulu olmasına karşılık hâlâ kullanılmamış su havzaları bulunan bir ülke. Coca-Cola, Nestle gibi devlerin yeni su kaynaklarıyla pazarı genişletiyor olmaları durumu doğrulamaktadır.
– Ortadoğu ve Hazar bölgesindeki su temelli yerel sorunları olan ülkelere komşudur.
– Hızlı nüfus artışı nedeniyle su ve tarımsal ürün gereksinimi sürekli artan bir ülkedir. Dolayısıyla, su üretim ve pazarlamasına egemen olan firmalar başta gıda olmak üzere diğer sektörlerin pazar paylaşımını da yönlendirmektedir.
– Başta maden üretim ve işletilmesi olmak üzere sanayi üretiminin temel girdilerindendir.
Dolayısıyla, siyasi partilerin seçim bildirgelerinde suyla ilgili önermelerin bulunması gerekir.
Ne var ki, bu tür önermelerde bulunmak için öncelikle su barajlarının portföyünü doğru çıkarmak lazım. Karadeniz’de, Ege’de olduğu gibi doğal kanallardan beslenen bölgelerde global inşaat şirketlerini mutlu etmek adına baraj inşaatı sözü vermemek gerek.
Ya da geçen günlerde Yortanlı Barajı örneğinde olduğu gibi… Gariban köylüyü oy hesabıyla meydanlara dökmek yerine tarımda verimlilik artırıcı desteklemelerin vaadini vermek ve uygulamaları öğretmek gerekir. Bunun için de öncelikle siyasetçilerin baraj inşaat ihalelerinin cazibe alanından kurtulması lazım!
Gözucuyla’nın okurları 2002’den beri su sorununu sürekli gündeme getirdiğimi bilir (*). Ama, bu kez fotoğrafın içinde “ulusal”, “milli”, “halk” için sözcüklerini sıkça kullananlar da var!..
Su kaynakları ve pazar bu denli yabancılaştığı için mi suya değinmiyorlar bilemem ama… 1993’te Madımak Oteli Sıvas’taki yangınında 37 canı, itfaiye ve güvenlik güçleri zamanında gelemediği için yitirdiğimizi unutmuş olamazsınız. Hem de su bu denli özelleşmemişken..!
(*) Bu kez düşmanın adı terör, Cumhuriyet Kitapları s. 462-477
www.turkelminibas.net