22 Temmuz seçimlerine çok az bir süre kaldı. Cumhuriyetimizin geleceği ve siyasi ve ekonomik bağımsızlığımız açısından son derece önemli bir dönemeç olarak değerlendirmemiz gereken bu seçim öncesinde AKP’nin yürütmekte olduğu ekonomik modeli ve sonuçlarını bir kere daha özetlemekte fayda görüyorum: ° AKP, 2002 seçimleri öncesinde yürüttüğü “anti-IMF ve halkçı” söylemini hükümeti devir almasıyla birlikte terk […]
22 Temmuz seçimlerine çok az bir süre kaldı. Cumhuriyetimizin geleceği ve siyasi ve ekonomik bağımsızlığımız açısından son derece önemli bir dönemeç olarak değerlendirmemiz gereken bu seçim öncesinde AKP’nin yürütmekte olduğu ekonomik modeli ve sonuçlarını bir kere daha özetlemekte fayda görüyorum:
° AKP, 2002 seçimleri öncesinde yürüttüğü “anti-IMF ve halkçı” söylemini hükümeti devir almasıyla birlikte terk etmiş, 1998’den bu yana “Yakın İzleme Anlaşması” aracılığıyla yürütülen IMF programının koşullandırmalarını harfiyen uygulamaya yönelmiştir.
° Söz konusu (neoliberal) program altında Türkiye’nin milli geliri, dış kaynak girişi olduğunda büyüyen, aksi halde daralan; sermaye çıkışı tehdidi altında da siyasi iradesinin uluslararası finans sermayesinin kaprislerine bağımlı hale getirildiği bir yapıya büründürülmüştür. Türkiye ekonomisinin idaresinin, “küçültülmüş, ancak etkin ve şeffaf devlet” masalları altında, “siyasetten bağımsız” (!) üst-kurul ve kurumlara terk edilmesi, AKP iktidarının Meclis çoğunluğunu ele geçirdiği koşullarda sağlanabilmiştir.
° Türkiye, özellikle 2001 krizi sonrasında küresel ekonomiye “yüksek reel faiz” sunarak, bunun karşılığında elde ettiği dış borç olanaklarını da ucuz döviz ve yüksek ithalata dayalı spekülatif nitelikli bir büyüme sürecine yöneltilmiştir. Söz konusu dönemde Türkiye’nin dış borçları dolar bazında iki misline katlanmış, ticaret açıkları ise rekor düzeyde büyümüştür. “Yüksek reel faiz ucuz döviz artan dış borçlanma” üçlemi AKP dönemi Türkiye ekonomisinin ayırt edici özelliğidir.
° Yerli ve uluslararası finans sermayesine sunulan yüksek reel faiz maliyetinin kaynakları ise yurtiçinde emeğin arttırılan sömürüsü üzerinden elde edilmiştir. 2001 krizi sonrasında kırsal emekçiler pazar ekonomisinin ve uluslararası tarım tekellerinin acımasız koşullarına terk edilirken, kentli emek gelirleri artan işsizlik baskısı, özelleştirme ve istihdamın esnekleştirilmesine dayalı enformelleştirme ve taşeronlaştırma sonucunda sert biçimde geriletilmiştir. AKP dönemi bu sömürünün daha da derinleştirilmesine tanık olmuş; emekçiler enflasyonun geriletildiği ortamda alım güçlerinin de azalmasıyla birlikte “enflasyon ile hayat pahalılığının aslında aynı şey olmadığı” gerçeğiyle baş başa kalmıştır.
° IMF ve Dünya Bankası’nın direktifleri altında hazırlanan neoliberal yönetişim programı uyarınca, sağlık ve sosyal güvenlik sisteminin özel sermaye birikimine açılması ve stratejik nitelikli ve en verimli kamu işletmelerimizin yerli ve uluslararası tekellere terk edilmesi, AKP’nin “güçlü ve güvenilir” icraatları altında gerçekleştirilmiştir.
° Son ve özet bir değerlendirme olarak, AKP’nin ideolojik niteliği üzerine ( “ılımlı” İslamcı; Batı-tipi “muhafazakâr Müslüman-Demokrat” vs. vs.) çeşitli nitelendirmeler yapılmaktadır. Kanımca AKP her şeyden önce, iktidarını sürdürebilmek için Türkiye ve Ortadoğu’da yeni-emperyalist projeleri olan uluslararası tekeller ve finans sermayesi ile işbirliği yapması gerektiğinin farkında olan bir sermaye partisidir.