Bir buçuk milyon insanın küçücük, kurak bir bölgede kıstırılmış, yurttaşlarından ve tüm dış dünyadan yalıtılmış bir biçimde, ekonomik ambargo altında, ailelerini dahi besleyemeyecek ve açlıktan ölecek durumda olması ne demektir? Birkaç ay önce ben bu durumu İsrail, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’nin yapmakta olduğu “sosyolojik bir deney” olarak tanımlamıştım. Gazze Şeridi’ndeki halk adeta kobay […]
Bir buçuk milyon insanın küçücük, kurak bir bölgede kıstırılmış, yurttaşlarından ve tüm dış dünyadan yalıtılmış bir biçimde, ekonomik ambargo altında, ailelerini dahi besleyemeyecek ve açlıktan ölecek durumda olması ne demektir?
Birkaç ay önce ben bu durumu İsrail, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’nin yapmakta olduğu “sosyolojik bir deney” olarak tanımlamıştım. Gazze Şeridi’ndeki halk adeta kobay olarak kullanılıyor demiştim…
Bu hafta içinde deney sonuç vermeye başladı (makalenin 18 Haziran’da yazıldığını dikkate alınız). İnsanoğlunun da tüm diğer hayvanlar gibi davrandığı kanıtlandı: çok sayıda canlıyı sefalet koşullarında, küçük bir alana sıkıştırırsanız saldırgan ve hatta öldürücü hale gelirler. Deneyi gerçekleştirenlerden Kudüs, Washington, Berlin, Oslo, Ottowa ve diğer başkentlerin sahipleri ellerini büyük bir keyifle ovuşturabilirler. Denekler, önceden öngörüldüğü biçimde hareket ettiler. Pek çoğu bilim uğruna canını verdi.
Ancak deney henüz bitmedi. Bilim adamları, abluka şartları daha da ağırlaştırılırsa neler olabileceğini merakla bekliyorlar.
Gazze Şeridi’nde bugün olan bitenin nedeni neydi?
Hamas’ın Gazze Şeridi yönetimini zor yoluyla alma kararının zamanlaması hiç de tesadüfî bir zamanlama değil. Aslında Hamas’ın bundan kaçınmak için pek çok geçerli nedeni vardı. Örgüt nüfusu besleyemiyordu. Mısır rejimini provoke etmekte hiçbir çıkarları yoktu; Mısır, Hamas’ın ana örgütü konumundaki Müslüman Kardeşler’le mücadele etmekle meşguldü. Ayrıca İsrail’e ablukayı ağırlaştırma bahanesi vermekte de hiçbir çıkarı olduğu söylenemez.
Ama Hamas liderleri El-Fetih’e bağlı ve emirleri Başbakan Mahmut Abbas’tan alan silahlı örgütleri yok etmekten başka hiçbir seçenekleri olmadığına karar verdiler. ABD, İsrail’e Hamas’la savaşabilmeleri için bu örgütleri desteklemesini ve yüklü miktarda silah yardımı yapmasını emretmişti. İsrail ordusunun ileri gelenleri, silahlar Hamas’ın eline geçebilir korkusuyla (ki şimdilerde olan budur) bu fikre pek sıcak bakmadılar. Ama bizim hükümetimiz her zamanki gibi Amerika’nın emirlerine itaat etti.
Amerika’nın amacı açık… Başkan Bush, her Müslüman ülkede, ülkesini Amerikan koruması altında yönetip Amerika’nın emirlerini yerine getirecek yerel liderler seçtirdi. Irak’ta, Lübnan’da, Afganistan’da ve Filistin’de olan budur.
Hamas bu iş için Gazze’de seçilen kişinin Muhammed Dahlan olduğunu düşünüyordu. Yıllarca kendisine, bu iş için hazırlandığı gözüyle bakıldı. Amerikan ve İsrail medyası ona övgüler düzüyor; onu güçlü, kararlı ve “ılımlı” (yani Amerikan yönetiminin emirlerine amade) ve “pragmatik” (yani İsrail yönetiminin emirlerine amade) bir lider olarak tanımlıyordu. Amerika ve İsrail, Dahlan’ı göklere çıkardıkça onun Filistinliler nazarındaki konumunu da bir o kadar zedelediler. Özellikle de Dahlan kendisine söz verilen silahları almak için adamlarını beklermişçesine Kahire’ye gittiği zaman…
Hamas’ın gözünde Gazze Şeridi’nde El-Fetih’in kalelerine yapılan saldırılar bir önleyici savaş durumudur. Abbas ve Dahlan’ın örgütleri Filistin güneşi altında kar gibi eridiler. Hamas kolayca Gazze Şeridi’ni ele geçirdi.
Amerikalı ve İsrailli generaller nasıl böyle büyük bir hesap hatası yaparlar? Sadece askeri terimler içerisinde düşünmeye o kadar alışıklar ki: onca asker ve onca savaş makinesinden, hep sayılardan bahsediyorlar. Ancak iç çatışmalarda niceliksel hesaplar genelde hep ikinci plandadır. Savaşanların moralleri ve halkın hisleri çok daha büyük bir öneme sahiptir. El-Fetih örgütünün üyeleri “ne için” savaştıklarını bilmezler. Gazze halkı Hamas’ı destekler çünkü onun İsraillilere karşı savaştığına inanır. Ona muhalif olanlar, işgalcilerin işbirlikçisi gibi görünür. Amerika’nın bu kişileri İsrail silahlarıyla donatma amacına yönelik açıklamaları sonunda onları suçlu duruma düşürmüş oldu.
Bu durumun köktenci İslamcılıkla hiçbir ilişkisi yoktur. Buradan bakacak olursak, her ulus birbiriyle aynıdır: yabancı işgalciyle işbirliği yapandan nefret edilir, ister Norveçli ister Fransız ister Filistinli olsun…
Washington ve Kudüs’te siyasetçiler “Mahmut Abbas’ın zayıflığından” dem vurup kederleniyorlar. Gazze Şeridi’nde ve Batı Şeria’da anarşiyi engelleyebilecek tek kişinin Yaser Arafat olduğunu görüyorlar. Onun doğal bir otoritesi vardı. Kitleler ona hayrandı. Hamas gibi rakipleri bile ona saygı duyuyordu. Attığı adımların darbeye neden olmasını engellemek adına her biri diğerine bağlı pek çok güvenlik önlemi yaratmıştı. Arafat tartışmayı bilirdi; barış antlaşması imzalamayı ve halkına bunu kabul ettirmeyi de…
Ancak Arafat İsrailliler tarafından, Mukata’ah’ta kıstırılıp hapsedilmiş ve sonunda öldürülmüş bir canavar olarak görülüyordu. Filistin halkı onun yerine Mahmut Abbas’ı seçti çünkü onun, Amerika ve İsrail’in Arafat’a vermeyi reddettikleri şeyi alacağını ümit etmişlerdi.
Eğer Washington ve Kudüs yönetimi gerçekten barış istiyor olsaydı, Arafat’la aynı uzlaşma çizgisini takip ve kabul edeceğini açıklayan Abbas’la bir barış antlaşması imzalama yoluna giderdi. Amerika ve İsrail ona methiyeler düzdü ama her türlü somut adımının da önüne geçti.
Abbas’ın küçük hatta zavallı bir başarı kazanmasına bile izin vermediler. Ariel Şaron onun tüylerini yoldu, sonra da onunla “tüysüz tavuk” diye dalga geçti. Filistin halkı boş yere Bush’un hareket etmesini bekledikten sonra Abbas’ın diplomasi yoluyla halledemediğini, şiddet yoluyla halledebileceği umuduyla Hamas’a oy verdi.
İsrailli askeri ve siyasi liderler çok sevinçliydi. Abbas’ın altını oymakla meşguldüler çünkü Abbas, Bush’a güvenmişti ve onun bu sağlam konumu onunla doğrudan görüşmelere girmeyi reddetmelerinin meşru zeminini sarsıyordu. El-Fetih’i yok etmek için ellerinden geleni yaptılar. Bunu sağlama almak için, El-Fetih’i bir arada tutma kifayetine sahip tek kişiyi Mervan Barguti’yi tutuklattılar.
Hamas’ın galibiyeti, emellerine uygundu. Hamas söz konusu olduğunda kimse konuşmaktan, işgal edilen bölgelerden geri çekilmekten ya da yerleşkelerin boşaltılmasından bahsetmeyecekti. Hamas, şimdilerin canavarı, “terörist” bir örgüt ilan edilmişti ve teröristlerle tartışmaya gerek yoktu.
Öyleyse Kudüs bu hafta gelişen olaylardan neden memnun değil? Ve neden “müdahil olmama” kararı aldı?
Doğrusu, yıllardır Filistinli örgütleri birbirine karşı kışkırtmaya can atan medya ve siyasetçiler, mutluluklarını açıkça gösterdiler ve “biz size demiştik” hikâyesini okudular. Arapların birbirini nasıl öldürdüğüne bir bakın. Ehud Barak yıllar önce ülkemizin “vahşi bir ormanın içindeki villa” olduğunu söylediğinde ne kadar da haklıydı!
Ama sahnenin arkasından huzursuzluk hatta öfke sesleri yükseliyor.
Gazze Şeridi’nin Hamasistan’a dönüşmüş olması liderlerimizin hazırlıklı olmadığı bir durum yarattı. Şimdi ne yapmalı? Gazze’yle tüm bağları kesmeli ve insanları ölüme mi terk etmeli? Tam bir kurt kapanı haline gelmiş olan Gazze’yi yeniden işgal mi etmeli? BM’ye uluslararası güçleri bölgeye yerleştirme çağrısında mı bulunmalı -peki ama daha kaç ülke askerlerini bu cehennemde ölüme göndermeyi göze alacak?
Yönetimimiz, işgal edilen bölgelerden geri çekilmeyi öngörecek herhangi bir anlaşmanın imzalanmasını engellemek için yıllarca El-Fetih’i yok etmeye çalıştı. Şimdi bu amacın gerçekleştiği göz önüne alınırsa Hamas’ın galibiy
eti karşısında elleri kolları bağlı kaldı denebilir.
Aynı durumun Batı Şeria’da gerçekleşmeyeceği düşüncesiyle kendilerini avuttular. Dediler ki, orada El-Fetih hüküm sürmektedir. Orada, Hamas’ın tabanı yoktur. Orada, Hamas’ın siyasi liderleri tutuklanmış durumdadır. Orada, iktidar hala Abbas’ın elindedir.
Generallerin söylediği buydu, general mantığıyla… Ama Batı Şeria’da da Hamas son seçimlerde büyük çoğunluğun oyunu aldı. Orada da halkın sabrını kaybetme noktasına gelmesi an meselesi. Yerleşkelerin genişliğini görüyorlar, duvarı, ordumuzun saldırılarını, cinayetleri, gece tutuklamalarını görüyorlar. Patlamaları yakındır.
Birbirini takip eden İsrail yönetimleri sistematik olarak El-Fetih’e saldırdı, Abbas’ın desteğini kesti ve Hamas için zemin hazırladılar. Şaşkın olmaları beklenemez.
Ne yapmalı? Abbas’ı boykot mu etmeli yoksa bizim adımıza Hamas’a karşı savaşması için ona silah mı temin etmeli? Onun her tür siyasal amacına ulaşmasını engellemeli mi yoksa uzun vadede sonuç alacak birtakım kırıntılar mı vermeli? Her ne ise, artık geç kalınmadı mı?
(Ve Suriye konusunda: Beşar Esad’ın görüşmeleri başlatmak için gösterdiği tüm çabaları sabote ederken sahte barış taraftarlığına mı soyunuyoruz? Amerika’nın tüm karşı çıkışlarına rağmen gizli görüşmeleri yürütmeli miyiz? Yoksa hiçbir şey yapmamalı mıyız?)
Şimdi ise ne siyaset var ortada ne de siyaset üretebilecek bir hükümet.
Peki bizi kim kurtaracak? Ehud Barak mı?
Barak’ın bu hafta İşçi Partisi liderlik savaşındaki zaferi onu neredeyse kendiliğinden Savunma Bakanı konumuna getirdi. Güçlü kişiliği, genelkurmay başkanı ve başbakan olarak deneyimi, yeniden biçimlenen hükümetteki konumunu sağlama alıyor. Olmert kendisine hiç de uygun olmayan bir alanla, parti entrikalarıyla uğraşmak zorunda. Ama Barak’ın siyaset üzerinde çok etkin olacağına şüphe yok.
İki Ehud’un yönetiminde, Ehud Barak savaş ve barış konularında kararı verecek isim.
Aslında neredeyse tüm eylemlerinin negatif sonuçları oldu. Baba Esad’la tam anlaşma noktasına gelmişti ki son dakikada vazgeçildi. İsrail ordusunu güney Lübnan’dan geri çekti ama bunu, yönetimi devralan Hizbullah’la görüşmeden yaptı. Arafat’ı Camp David’e gelmeye zorladı, onu orada aşağıladı ve barış için ortağımız olmadığını açıkladı. Bu davranışla, tüm barış olanaklarını da ortadan kaldırmış oldu; bu, barış görüşmelerine vurulan öyle bir darbeydi ki hala İsrail halkını huzursuz etmektedir. Gerçek amacının Arafat’ın “maskesini düşürmek” olduğunu söyleyerek böbürlendi. İsrailli bir De Gaulle’den ziyade yenik bir Napoleon’du o.
Tilki tilkiliğinden vazgeçer mi? İnanması güç doğrusu…
William Shakespeare’in oyunlarında çoğunlukla gerilimli anlarda nefes aldırtacak komik aralar vardır. 55 yıllık siyasi hayatında hiç seçim kazanmamış olan Şimon Perez bu hafta imkansızı başardı ve İsrail Cumhurbaşkanı seçildi.
Yıllar önce, kendisiyle ilgili bir makale yazmıştım; “Bay Sisifos” adıyla. Çünkü defalarca başarma noktasına geldi ama son anda hep zaferi elinden kaçırdı. Şimdi sanırım zirveye ulaştığına göre oradan kendisine bakan tanrılara nanik yapıyordur ama- ne yazık ki pek ses getirdiği söylenemez. Cumhurbaşkanlığı makamı içerikten ve yargı gücünden yoksun.
Şimdi herkes Başkanlık Sarayı’nda koşturmaca olmasını bekliyor. Mutlaka birtakım barış konferansları, önemli kişilerle görüşmeler, açıklamalar ve birtakım planlar olacaktır. Kısacası- hiçbir sonuç vermeyecek bir dolu tantana…
Bu durumun pratik sonucu, Olmert’in konumunun güçlenmiş olmasıdır. Perez’i Başkanlık Sarayı’na, Barak’ı da Savunma Bakanlığı koltuğuna yerleştirmeyi başardı. Kısa zaman içinde Olmert’in konumu sağlama alınmış oldu.
Ve aynı zamanda, Gazze’deki “deney” devam etmekte, Hamas yönetimi ele geçirmekte ve 1. Ehud, 2. Ehud ve Şimon Perez üçlüsü timsah gözyaşları dökmekteler…
18 Haziran 2007
*İsrailli muhalif düşünür ve yazar.
[Znet’ten Melike Işık tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]