Egemenler arasında bozulan dengelerin ve uzlaşma zemininin 22 Temmuz Genel Seçimleri ile yeniden kurulacağına ilişkin beklenti giderek zayıflıyor. Herkes tüm kozlarını ortaya sürüyor. 22 Temmuz sonrası düzlemi, siyasal güçlerin bugünkü icraatlarına ve söylemlerine bakarak betimlemek olası değil. Bugünkü tabloyu değerlendirmeye kuşkusuz Kürt sorunu ve bu sorun etrafında oluşmuş siyasal tutumlarla başlamak zorunlu. Kürt siyasi hareketinin […]
Egemenler arasında bozulan dengelerin ve uzlaşma zemininin 22 Temmuz Genel Seçimleri ile yeniden kurulacağına ilişkin beklenti giderek zayıflıyor. Herkes tüm kozlarını ortaya sürüyor. 22 Temmuz sonrası düzlemi, siyasal güçlerin bugünkü icraatlarına ve söylemlerine bakarak betimlemek olası değil.
Bugünkü tabloyu değerlendirmeye kuşkusuz Kürt sorunu ve bu sorun etrafında oluşmuş siyasal tutumlarla başlamak zorunlu. Kürt siyasi hareketinin iki düzeyini oluşturan PKK ve DTP, inisiyatiflerini arttırdıkları bir dönem yaşıyor. Ancak PKK’nin silahlı saldırılarını (üstelik bunların içinde Ulus’taki milliyetçi intikam bombası eylemi de var), DTP’nin parlamentoya girme siyasetiyle uyumlulaştırmak mümkün değil. DTP, seçimlerde asıl başarıyı Batı illerinden daha çok kendi bölgesinde beklediğinden, oy verme sürecini gerilimsiz geçirmek daha mantıklı görülmeli. Üstelik bu saldırıların ülke içi siyasal sürece müdahale etme amacı taşıdığını da söyleyebilmek oldukça güç. Çünkü laik-şeriatçı düzleminde ayrışmış egemen siyasal partileri, Kürt sorunu üzerinden aynı safta birleştirmek ve bu alanda askere inisiyatif kazandırırken, AKP’nin köşeye sıkışmasına yol açmak başka bir saçmalık. PKK, bu çizgiye devam ettiği sürece Türk ve Kürt halkının kardeşliğine dayanan ortak bir çözümün yolunu tıkayacak, kendini Ortadoğu’nun kuralsız ve ezici bataklığında bulacak.
Açık olan gerçek şu ki, Kürt sorununun ağırlığı Irak Kürdistanı eksenine kaydığı ölçüde, milliyetçilik gelişecek ve sorun üzerindeki ABD kontrolü artacaktır. Türkiye’de soruna eşitlikçi çözüm arayan (Kürt ve Türk) iç dinamiklerin rolü azalacaktır. Bunun anlamı iç savaş ve parçalanma tehdididir. Son derece pragmatik bir çizgi izleyen PKK de, kendi içinde güçlenen bu eğilimin olumsuz sonuçlarıyla er ya da geç karşı karşıya gelecektir.
DTP liberal seçim siyasetinin taktik adımlarını bir noktaya kadar başarıyla uyguladı. Bağımsız adayların ve yedeklerinin belirlenmesi, oy verecek kitlenin tasnifi, basınla kurulan diyaloglar ve verilen beyanatlar, propaganda argümanlarının seçimi, vb. başarılı sayılmalı. Ancak son noktada çok kere görüldüğü gibi, kendinden olmayanı dışlama refleksiyle birlikte “gerçekten bağımsız davranma” potansiyeli olan bazı adayların elimine edilmesiyle büyü batıda önemli ölçüde bozuldu. Ancak kabul edilmeli ki, bu anlamda Kürt hareketinin yegane politik başarısı, (uyandırdığı heves ve sonraki hayal kırıklığı etrafında oluşan karmaşayla birlikte) parlamenter solu enterne ederek devre dışı bırakmış olmasında. EMEP ise, uzun zamandır verdiği hizmetin karşılığını (1 Mayıs tutumu için hala özeleştiri vermedi ama) İzmir’den seçilebilme ihtimali ile aldı.
Karşı taraftaki aktörlerin (Genelkurmay, AKP, CHP vb) durumu ise gerçekten vahim! Büyükanıt ile Erdoğan arasında süren ve Kuzey Irak’a girip girmemeye hangi iradenin karar vereceği şeklindeki “yakar top” oyunu daha sürecek gibi. Bu oyunda taraf edilmeye çalışılan “aklı evvel” insanlardan biri çıkıp da “Kuzey Irak’a girmekle Kürt sorununu çözmenin ne alakası var” diyemiyor. Soruyu başka bir şekilde soralım, Kuzey Irak’a girmekle (gücü tek merkezde bulunmayan) PKK’nin askeri gücünün bitirileceğini hangi askeri strateji dehası kanıtlayabilir?
Genelkurmay bu dönem bir başka ilginç müdahalede daha bulundu. Yine bir gece yarısı muhtırası (uyarı notu), yine sanal ortamdan geldi. 8 Haziran gecesi milleti “teröre karşı uyanık olmaya” çağırdı. Bu çağrının çok tehlikeli sonuçlara gebe bir durum yarattığı ortada. “Yüce Türk milletini teröre karşı kitlesel karşı koyma refleksini göstermeye” çağırmak ve bu çağrıya karşılık vererek sokaklara dökülmek PKK’nin eylemlerini nasıl durduracak? Kürt sorununu nasıl çözecek? 20 yıl öncesine kadar süren Kürtleri inkar siyasetine geri dönme etrafında yaratılmaya çalışan ortam tek bir şeye hizmet eder; Türklerle Kürtlerin birlikte bulunduğu her ortamda çok büyük provokasyonların meydana gelmesine, neredeyse geri dönüşü olmayacak halklar arası kutuplaşmaya ve dolayısıyla da bölünmeye, sınırlarla olmasa bile sosyal olarak bölünmeye… Böylesi bir siyasal sonucu olabilecek “refleks çağrısı”, egemenlerin siyasal aczinin ve çıkmazlarının en net kanıtı. Bu koşullarda halkın sağduyusuna ve elbette solun akıl/eylem birliğine güvenmekten başka bir yol kalmamakta.
AKP de, Kürt sorununda herhangi bir siyasi inisiyatif almaktan kaçınacak ve sandıklar açılana kadar kendisini hedef haline getirecek kapsamlı ve ciddi her girişimden uzak duracaktır. AKP’nin bölgede ikinci parti olduğu düşünülürse, Kürtlerle arasını bozacak her adımdan da itinayla kaçınacaktır. Ve doğal olarak her konuda olduğu gibi ABD’nin lafını dinleyecektir. Yani AKP “iki cami arasında beynamaz kalacaktır”.
CHP’nin, doğal olarak Deniz Baykal’ın Kürt sorunu konusunda herhangi bir çözüm perspektifi zaten yok. CHP’nin asıl olarak, halkın yaşadığı herhangi bir soruna ilişkin de herhangi bir çözümü yok. Deniz Baykal, bildiği en iyi şeyi yapıyor; parti içinde veya parti dışında düşman bellediğine karşı hizip faaliyeti. Bu tarz, koşullar uygunsa onu başarılı kılıyor, değilse beklemeye alıyor. Şimdi koşullar uygun ve hedef R.T. Erdoğan. Bunun için sosyal demokrasinin her şeyi ve hatta ilkeleri adına ne varsa feda edilebilir. Bir dönem önce transfer edilen Yaşar Nuri’nin yerine İlhan Kesici hatta eski faşist Yaşar Okuyan geçebilir, bir dönem önce yapılan Anadolu Solu icadı, Şeyh Edebali’den alıntılar unutulup, Necip Fazıl’a çark edilebilir. Üstelik DP’nin bölünmesi ile iktidar hayalleri bile kurulabilir.
***
Her şeye rağmen, seçimler yapıldığında ortaya çıkacak olan tablo ise egemenler açısından iç açıcı görünmüyor. İlk olarak bir önceki parlamentodan farklı bir biçimde Meclis açılır açılmaz çok sayıda partinin (bazılarının tek kişiyle bile olsa) temsil edildiği bir yer haline gelecek. Şu andan görülebildiği kadarı ile AKP’nin aynı sayıda milletvekiline sahip olmasa bile tek başına iktidar olacağı ve cumhurbaşkanını seçme krizinin süreceği bir meclis tablosu oluşacak. Bu aynı zamanda DTP’nin grup kurduğu bir meclis olacak ve böyle bir dönemde PKK eylemlerine ara verebilir. Kürt sorunundaki gerilimlerin ittirmesiyle MHP’nin de barajı aşması durumunda, AKP’nin milletvekili sayısının düşerek işinin iyice zorlaşacağı bir meclis aritmetiği oluşabilir.
AKP’nin muhalefette kaldığı durumda ise daha büyük sıkıntılar var. Birincisi; CHP, bu kadroyla ülkeyi nasıl yönetecek (çünkü bu kadro iktidardan çok muhalefete antrenmanlı). İkincisi; AKP’nin tetikleyeceği “Cuma namazı çıkışı gösterileri”yle tırmandırılacak yeni gerilimler ve diğer hoşnutsuzluklar nasıl kontrol altına alınacak.
Kuşkusuz her durumda ABD’nin ve TÜSİAD’ın “kriz yönetim tekniklerinin” Doğan Medya da kullanılarak devreye gireceğini tahmin etmek çok zor değil. Boğazına kadar Ortadoğu bataklığına gömülmüş bir ABD, kaçınılmaz bir noktaya kadar Türkiye’de bir kontrol-dışılık yaşamak istemeyecektir. Diğer taraftan uluslararası tekelci sermayenin ve yerli işbirlikçilerinin de kısa dönemde operasyonel bir krize kalkışmayacak kadar istikrarlı faiz ve kar oranlarına sahip oldukları görülüyor. Zaten hükümet temsilcilerinin yanı sıra, 21 uluslararası şirketin, TÜSİAD, TOBB, TİM ve YASED’in katılımıyla toplanan ve bugün ülkemizde IMF’nin rolünü devralan Yatırım Danışma Konseyi, gelecek yılın ekonomi programını şimdiden sağlama aldı. Ancak bu önlemler gerilimi ortadan kaldırmaya yet
mez. Kısacası seçim sonrası egemenler için zor bir dönem olacak.
Üstelik tüm bunlarla birlikte, halkın gerçek gündemi ve haklarına dayanan bir hareketin gelişeceği düşünülürse, egemenlerin bu ülkeyi eskisi kadar rahat yönetemeyecekleri de görülecektir.
***
Bu noktada solun önemli sorumluluklarla karşı karşıya kalacağı ve yenilenmesini gerektiren bir döneme giriyoruz.. Türkiye’de liberalizm ve Amerikancılık, (“ılımlı İslam” projesinin başarı kazanması ve Kürt ulusal hareketinde Irak Kürdistanı sürecinin belirleyici konuma yükselmesi etrafında) yeni bir siyaset ekseni ve yeni bir ittifaklar manzumesi geliştirmektedir. Gelişen bu yeni siyaset eksenini anlamaksızın, eski öncülleriyle davranan bir kısım sol kendini fena halde liberalizmin ve dolaylı Amerikan destekçiliğinin yanında bulabilir (hatta bulmaktadır). Buradaki kritik hatalı yaklaşım, siyasetin esas olarak “ordu karşıtlığı” üzerine kurulmasıdır. Ordu ile bugünkü temsili ilişkiler arasındaki çatışmada, bugünkü temsil ilişkilerini “demokrasiyle” özdeşleştirerek desteklemek doğru değildir. Bugünkü temsil ilişkileri de, tıpkı bugünkü ordu gibi, 12 Eylül rejiminin ürünü olan tamamen gerici, anti demokratik yapılardır. “Yönetişim” mekanizmalarının gelişmesiyle birlikte bu “temsili” ilişkiler alanı giderek daha da seçkinci bir nitelik kazanmaktadır. Bunlardan hiçbiri diğeri karşısında demokrasiyi temsil edemez.
Diğer yandan, bugünkü ordunun ve Genelkurmay’ın ana çizgisinin ABD ile pazarlık geliştirme üzerine kurulu olduğu açıktır. Bunlar, ABD’yi ılımlı İslam dışında ve K.Irak ve Kürt sorununda bazı kısıtlarla davranması temelinde bir işbirliğine (hatta “ne istersen biz yaparız” noktasına) razı etmeye çalışıyorlar. Solun ve sağın bir bölümünü de bu pazarlık çizgisinin arkasına dizmek istiyorlar. Bu doğrultuda, bugün için üzerinde hesap yaptıkları ana kitlenin bir dönem solun kitle tabanı içinde bulunan ve İslamcı olmadıkları için neoliberal politikalardan nemalanamayan ve zarar gören şehirli orta sınıflar olduğu görülüyor.
Ordunun “anti-Amerikancılık” imaları samimi olmadığı gibi, anti emperyalist ve halkçı bir yön de taşımamaktadır. Bu noktada, devrimcilerin çözülen orta sınıf kitlelerinin anlaşılır kaygılarını giderecek halkçı ve anti emperyalist bir çizgiyi öne çıkarması gereği ortaya çıkmaktadır. Aksi taktirde sol tamamen marjinalize olacak ve neoliberal politikalardan olumsuz etkilenen, çözülen orta sınıflardan, köylülükten ve bir süre sonra diğer emekçi sınıflardan kopacaktır. Bunu giderecek doğru devrimci çizgi, Kürt sorunu etrafında tırmandırılmak istenen iki taraflı iç savaş tehdidi çizgisine karşı çıkmaktır. Bir yandan, “Teröre Lanet Mitingleri” adı altında Türk ve Kürt kitlelerini arasında gerilimi had safhaya çıkartacak ve iç çatışma atmosferini kışkırtacak politikalara açık bir karşı duruş örgütlenmelidir. Diğer yandan Kürt sorununun Kuzey Irak merkezli bir eksene kayarak Amerikan denetimine girmesine ve milliyetçi nefret politikaları doğrultusunda gelişmesine yol açacak eylemlere karşı durulmalıdır.
Ülkenin seçime gittiği bu dönemde sol adına alınması gereken inisiyatif ve bütünlüklü davranma tavrının gerçekleştirilememiş olması bir olumsuzluk olsa da, bu yeni durum etrafında yeniden bir sağduyulu inisiyatif geliştirilme gereği ortadadır.
Soldaki politika boşluğuna neden olan asıl etken örgütlü güçlerin niteliksel ve niceliksel zayıflığıdır. Bu duruma, ilerici muhalefet örgütlerini temsil etme konumunda bulunanların inisiyatif zaafı da eklenmek zorundadır. Doğal olarak böylesi koşullarda ortaya çıkan inisiyatifler ise ağzı çok laf yapan, medya ile güçlü bağları olan (biz bunu liberalizmle iyi ilişkiler kuran diye de tercüme edebiliriz), ‘vizyon sahibi’ akıl hocası bireyler oluyor. Bu seçimlerde had safhaya çıkan bu tablo ve “kendinden menkul aydınlar” sorunu, açık ki, boşluğun yarattığı bir zaaftır.
Önümüzdeki süreçte, bu ve diğer köklü zaafların giderilmesi, solun halkın hakları temelinde toplumsal muhalefeti harekete geçirmesini zorunlu kılmaktadır. Bu süreç kendiliğinden değil iradi olacaktır. Tek bir eylem üzerinden değil, dönemsel olacaktır. Bu nedenle asgari bir sol program çerçevesinde gelişen “Halkın Hakları Mücadelesi” gerek kısa vadede seçimler sürecinde gerekse de orta vadede seçim sonrasının krizli atmosferinde kritik bir rol oynayacaktır.
Şimdi halkın hakları mücadelesini yükseltme zamanıdır. Kardeşliğin ülkesini kurmak için “Teröre Lanet Mitinglerine” karşı kampanya yürütme, halklar arasında nefret uyandıran politikalara ve eylemlere karşı açık tavır alma zamanıdır. Anti-emperyalizm bayrağını ırkçılık ve Kürt karşıtlığı üzerinden değil, “Tam Bağımsız Türkiye” şiarının gerekleri üzerinden geliştirme zamanıdır. Kamunun tasfiyesine karşı hak mücadelelerini yükseltme zamanıdır. Şimdi halk demokrasisini geliştirme zamanıdır.