Post modern kavramı, malumlarınız ünlü 28 Şubat sürecinden siyasetimize düşen bir iz oldu. En kaba özetlemesiyle silahlı kuvvetlerin, silahlarını kullanmadan, etkiledikleri sivil kuvvetler eliyle siyasete, daha net ifade ile yönetime müdahalesiydi. Elbette sürekli biçimde “gereğinde” silahını da kullanacağını hatırlatarak. Siyasete demek pek doğru değil, çünkü herkes biliyor ki silahlı kuvvetler, bu ülkede, görünmeyen bir iktidar […]
Post modern kavramı, malumlarınız ünlü 28 Şubat sürecinden siyasetimize düşen bir iz oldu.
En kaba özetlemesiyle silahlı kuvvetlerin, silahlarını kullanmadan, etkiledikleri sivil kuvvetler eliyle siyasete, daha net ifade ile yönetime müdahalesiydi. Elbette sürekli biçimde “gereğinde” silahını da kullanacağını hatırlatarak.
Siyasete demek pek doğru değil, çünkü herkes biliyor ki silahlı kuvvetler, bu ülkede, görünmeyen bir iktidar ortağı olarak hep siyasetin içindedir. Genel kurmayın tercihlerine, önceliklerine, siyasetine uymayan bir siyasi iktidar için gölge kabine gibi çalışan bu ortak ciddi bir çatışma alanı yaratmaktadır.
12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde doğrudan el koyma biçiminde yapılan müdahaleler, günümüz koşullarında pek kabul edilmemektedir. Emperyalist merkezlerce belirlenen ve bugün için geçerli olan bu yaklaşım nedeniyle siyasette ağırlığı olan ordular, kendilerine her yeni yollar arıyorlar. Bizde bunun yolu, post modern olarak nitelenen darbe yöntemleri oldu.
İlk örnek, Necmettin Erbakan’ın başbakanlığında oluşan koalisyon hükümetine karşı yürütülen 28 Şubat sürecinde görüldü.
Sonradan 5’li çete olarak anılan TİSK, TESK, TOBB, Türk-İş ve DİSK Cumhurbaşkanı Demirel’in de katkılarıyla post modern darbe stratejisinin önemli ortakları haline getiriliverdi. Bu şekilde iktidara karşı mücadelede “sınıf uzlaşması” sağlanarak, kitle tabanı yaratıldı. Ve sonucu biliyoruz; Erbakan Hoca, beraberine Tansu Hanımı da alarak tarihin tozlu raflarına kaldırıldı.
Bir dönem sonra, gidenler çok daha donanımlı biçimde geri geldiler. Hem de tek başlarına iktidar olarak, Meclis’te tek başlarına istedikleri yasaları çıkaracak bir çoğunluğu yakalayarak. Bunu darbenin ters tepmesi olarak görmek de mümkün, farklı senaryolar bulmak ve hayata uyarlamaya çalışmak da mümkün.
AKP iktidarının son dönemlerine yaklaşıldığında post modern darbenin yeni bir versiyonu uygulanmaya konuldu. Ancak bu kez karşı tarafın da kendi ölçeğinde buna hazırlıklı olduğu hemen anlaşıldı.
Basın üzerinden karşılıklı dosya, gizli plan ifşaatları, irili ufaklı komplolarla bir servis savaşı yaşandı. Elbette bu konudaki deneyim ve kadro yığınağının yüksek olduğu taraf bir biçimde üstünlüğü eline geçirmeyi başardı.
28 Şubat sürecindekinden farklı olarak bu kez, emekli subayların doğrudan yönetimine geldiği kimi dernekler eliyle doğrudan “sivil toplum”un örgütlemesine girişildi.
Bu örgütlenmeler ve çeşitli ittifaklarla iktidara müdahale için toplumu kutuplaştıran bir hat izlendi, toplum ayrıştırıldı.
Siyasal İslam’ın günlük yaşama yönelik müdahalelerinden yola çıkıldı. Siyasal İslam kutuplaşmanın ana ekseni olarak belirlendi. İktidarın göz çıkarırcasına yaptığı kimi uygulamalar laik-anti laik kutuplaşmasını olgunlaştırdı.
Hem Irak’taki Kürt özerk bölgesi ve Kürt milliyetçileriyle sürmekte olan çatışma hem de şeklen ABD ve AB karşılığı üzerinden milliyetçilik tetiklendi. Sürekli pompalanan milliyetçi dalga ile ana kutuplaşmanın gerilimleri güçlendirildi.
Post modern darbe ile iktidarın temsil ettiği siyasal İslam ve ümmetçi kimliğe karşı, laik ve milliyetçilik cephesi yaratıldı. Gizli dosya ve servis savaşları, artık açık kitlesel gösteriler biçimiyle farklı bir noktaya taşınmaya başlandı.
Tüm bunlar olurken, son derece organize cinayetler, sabotajlar, saldırılar birbirini kovaladı. Bunların piyonları ele geçti veya geçmesine izin verildi. Şeklen üzerlerinde oluşacak tartışmaların hukuk üzerinden yolu kapatıldı. Ancak hiçbir dosya tam anlamıyla kapanmadı.
Çatışma yukarıda da belirttiğimiz gibi din ve milliyetçilik kavramlarına odaklanmıştır. Ekonomi ve diğer alanlardaki politikalar adeta üzerinde konsensüs sağlanan konulardır. Ayrım uygulama biçimindedir, kadro vs gibi siyasetin bildik kısır tartışmalarındadır.
İktidar ile Meclis’teki muhalefet arasındaki atışmaların, tartışmaların toplumun sıkıntılarını, taleplerini temsil etmediğini söylemek her halde pek de gereksiz sayılmayacak bir hatırlatma olacaktır.
Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmalarının hemen öncesine getirilen “Cumhuriyet Mitingi”nin tam anlamıyla post modern bir darbe tezgahı olup olmadığı konusunda bugün farklı görüşler olabilir. Benim görüşüm, ki bunu mitingler öncesinde özellikle solda duran pek çok insan paylaşmaktaydı, Ankara mitingi post modern darbenin önemli bir parçasıdır.
Mitingin kendisi, bileşenleri, katılımcıları ve ortaya koyduğu sonuç her yönüyle tartışılmaya değer bir olgu niteliğindedir. En azından şu rahatlıkla söylenebilir; Cumhuriyet mitingi ve izleyen mitingler, öngörülenin dışına, yani örgütleyenlerin koydukları hedeflerin ötesine geçmiştir.
Aslında, Ankara mitingine ve çağrıcılarına tavır alan örgütlere gelen ilk sinyaller bu yönü işaret etmekteydi, ancak sendikalar, meslek birlikleri ve soldaki siyasi partiler bu sinyalleri görmedi veya göremedi. Yaptıkları ilk tespitler doğrultusunda tutum almayı sürdürdüler.
Mitinge teorik düzlemde tavır alan örgütler halkın tepkisinin hangi boyutta olduğunu, en azından kendi üye tabanlarından anlamaları gerekirdi. Cumhuriyet mitingine ve siyasete damga vurmak yerine, geri çekilip süreci izlediler ve sonuçta açığa düştüler.
Siyaset boşluk tanımıyor, halkın tepkisini olması gereken yöne, yani yaratılmış olan suni kutuplaşmayı kırmak için sevk edemeyenler, buna cesaret edip, öne çıkamayanlar nedeniyledir ki tepkiler farklı bir yönün elini güçlendirdi.
Post modern darbenin yarattığı kutuplaştırılmış siyaset, sol muhalefet üçüncü bir kulvar açmak için önlerine çıkan tüm fırsatları elinin tersiyle ittiği için, seçmeni de aynı biçimde kutuplaştırmıştır.
Bu kutuplaşma, post modern darbecilerin kurguladıklarının aksine en çok da AKP’nin işine yarayacak biçimde gelişmektedir. AKP, darbenin en somut göstergesi olarak kabul edilen genel kurmay bildirisi karşısında gösterdiği duruşla, ortadaki liberalleri bile kendi safına çekebilmiş durumdadır.
Genel kurmay bildirisiyle gerilen ortam demokrasi ile darbe arasında bir mücadele olarak algılanmaya açık bir zemin yaratmış ve AKP bu algılamayı kendi lehine çok iyi kullanmıştır. Avrupalı sosyalistler bile AKP’yi demokrasi havarisi olarak görmeye başlamıştır.
Kutuplaşmanın diğer ucu ise her ne kadar DSP ile girilen seçim ittifakından dolayı CHP olarak gösterilse bile tek parça değildir. Nitekim seçim yasakları öncesinde yayınlanan kamuoyu araştırmaları, üç partili bir Meclise doğru bir eğilimin olduğuna işaret etmekteydi.
Karşımızda bizim dışımızda geliştirilmiş veya yaratılmış bir ortam bulunmaktadır. Ve sol bu ortamın yaratılmasına karşı enerjisini, birikimini, gücünü boşa harcamış, hatta açık deyimle sınıfta kalmış bir pozisyondadır.
Halkevleri tarafından gündeme getirilen “Halkın Ortak İlerici Cephesi” önerisi ise ne yazık ki geç kalmıştır.
Bu seçim, açık biçimde ikili kutuplaşmanın içine hapsedilmiştir, tek istisnası, kendi dar alanında çıkış arayan bunun için yeterli olanağa sahip olan Kürt milliyetçileridir.
DTP tarafından desteklenen “bin umut” bağımsız adaylar projesi bu genel çerçeveyi dağıtmaktan son derece uzaktır. Kim ne ad verirse versin, bağımsız adaylar projesi, solun bir güç birliği platformu değildir. Olmadığı adaylar ve gösterildikleri illerin dağılımından da anlaşılabilir durumdadır. Bu projenin Halkevleri’nin önerisiyle de örtüşmediği açıktır. < br>
Bu proje artık açık konuşmak gerekirse, Kürt milliyetçi siyasetinin kendi çıkarları ve politikası açısından doğru olabilir. Sürekli isim değiştiren, herkesin bildiği isimle PKK, uzun süredir gündeminde olan legalize olmayı bu yolla yaşama geçirme peşindedir. Sonuç itibariyle kendi içinde tutarlıdır.
Ancak kimse buradan bir güç birliği veya başka bir ulvi değer üretmemelidir, çünkü bölgesel bir çıkış olarak kalacak ve yine yalnızca kendi özel hedeflerine hizmet edecektir. Bunun günümüzdeki anlamı ise ABD emperyalizminin politikalarıyla bütünleşmiş etnik milliyetçiliktir.
Yani sol ve solun temsil ettiği değerlerle, emekçilerle doğrudan veya dolaylı bir ilintisi yoktur. Hatta birçok bakımdan, özellikle ABD politikalarına bağlılık anlamında PKK ile AKP arasında çok fazla çıkar çatışması da yoktur.
Yaşanmakta olan bu post modern darbe süreciyle gideceğimiz seçimlerde yoksul halk kesimlerini, emekçileri ve onların örgütlerini zor bir sınav beklemektedir. Seçim nihayetinde tek bir tercihle biçimlenecektir. Diğer bir ifade ile oy tek atımlık bir silahtır, bu nedenle de iyi kullanılmak zorundadır.
Emekçiler ve örgütleri için karşılarında içleri sinerek, evet bu tercihimiz bizi istediğimiz sonuca, hatta istediğimiz iktidara taşıyacaktır diyebilecekleri bir seçenek yoktur. Solun tüm toplumsal, hatta sınıfsal tabanını hızla tükettiği, seçmen davranışlarının sınıfsal bilinçten yoksun olduğu bir ortamda tercihler de sınırlı kalmaktadır.
Bin umut bağımsız adaylar projesi ise istisnai bir durum olarak genelde yaşanan kutuplaşmayı kıracak ve üçüncü bir seçenek olacak nitelikte değildir.
Kürt milliyetçileri etkin oldukları alanda, istedikleri sonuca varıp hedefledikleri illerden birer milletvekilini çıkarabileceklerdir. Seçim sistemi ve son seçimlerdeki eğilimler yönünden bakıldığında bağımsızların dışındaki ağırlıklı seçeneğin ise AKP olacağı açıktır. Örneğin 4 milletvekili çıkaran bir kentte 1 bağımsız çıkacaksa, kalan milletvekillerini yine AKP alacaktır.
Bağımsızlar projesinin batıdaki karşılığı ise CHP’ye verilecek bir kısım oyların kırılması, yani dolaylı yoldan başta AKP olmak üzere solun tercih etmeyeceği diğer partilere akmasına yol açacaktır.
Şimdi bir çok örgüt özellikle solda durmaya çalışan sendikalar yaratılan bu ortamda tavır almakta zorlanmaktadır. Zamanında müdahale edemedikleri, belirleyemedikleri bu süreçte tercih yapmak zorunda kalmaktadırlar.
Bağımsız adaylar projesinin yaratacağı sonuçlar görülebilir olduğu, içeriği açık biçimde belli olduğu için sendikaların destek vermeleri pek olası görülmemektedir. Zaten bu sınıf çıkarları açısından da ele alındığında doğru bir yol gibi durmamaktadır. Teorik bir takım kılıflar somut olan bu gerçeği saklamaya asla yetmemektedir.
Bu düzen halkın kendi tercihlerini Meclise taşıması için yolları tıkamıştır. Seçim sistemi, partiler yasası emekçilerin örgütlü veya örgütsüz biçimde siyasete müdahalesine de set çekmiştir.
Seçimlerde iktidara aday olanların temel politikalarında ciddi bir farklılık yoktur. Ayrım, AKP düşünüldüğünde, Cumhuriyet sonrasında oluşturulan yaşam tarzını zorlayan, kırmaya çalışan, topluma yeni bir yön biçmeye çalışan siyasette durmaktadır.
Lider sultası altında, kendi programından bile uzaklaşmış bir CHP yine de içinde barındırdığı sınırlı sayıda olumlu unsur nedeniyle sendikalar açısından tercih edilebilir bir seçenek görüntüsü vermektedir.
Post modern darbenin kutuplaşma politikasıyla emekçiler için seçimler kötüler arasında en iyisini tercih noktasına gelmiştir.
Muğlak ifadelerin, emekten yana adaylar gibi bir anlamı kalmayan tariflerin kimseyi kurtaramayacağı, hiç kimseyi de ikna edemeyeceği açıktır. Bunun kanıtı, bizzat Cumhuriyet mitinglerine kendileriyle aynı kaygıları, aynı talepleri taşıyan ama önlerinde, yanlarında göremedikleri yönetimlere gösterilen tepkide mevcuttur.
Bugün içine itildiğimiz, belirleyeni olamadığımız, belirlenen olduğumuz ortamda durum nettir; önlerinde seçimde ne yapacakları sorusu duran sendikalar için gösterilecek istikamet ya AKP veya onun değirmenine su taşıyan politikalar ya da tüm yanlışlarına rağmen CHP olacaktır.
Seçimler post modern darbe sürecinin son durağı değildir, dizilen taşların gösterdiği istikamet bu sürecin daha da şekilleneceğine işaret etmektedir. Bu nedenle seçimde tercihler buna göre kullanılmalıdır. Ama daha önemlisi, bugünden seçim sonrasında halkın sorunlarını, taleplerini dikkate alan bir program etrafında örgütlenmenin nasıl olacağı üzerine kafa yormak, emek vermek gerekmektedir.
Halkevlerinin öncülüğünde başlatılan Halkın Hakları Forumu önümüzdeki dönem için mücadelenin yolunu aydınlatacak sonuçlar çıkarılmasına katkı sunacaktır.
Yapay kutuplaşmasının kırılmasına, mücadelenin doğru bir hatta oturtulmasına, emekçilerin kendi çıkış yolunu yaratmasına katkı verecek herkes bu zemini ve fırsatı kullanmalı, emeğiyle, birikimiyle Forum’da yerini almalıdır.