Ortadoğu coğrafyasında siyasal iklimin havası günlük olarak değişebiliyor ve saat be saat çeşitli zeminlerde kaygan bir atmosferde ilerliyor. Bu kaygan atmosferin merkezinde bulunan Irak’ı bir yana bırakırsak, İsrail’in Filistin topraklarında estirdiği zulüm, uluslararası emperyalist güçlerin Lübnan üzerindeki karanlık senaryoları ve Türkiye’nin Irak’taki Kürt Özerk Bölgesi’ne yönelik estirdiği saldırgan, histerik ve ırkçı politikaları bunların hepsini bir […]
Ortadoğu coğrafyasında siyasal iklimin havası günlük olarak değişebiliyor ve saat be saat çeşitli zeminlerde kaygan bir atmosferde ilerliyor. Bu kaygan atmosferin merkezinde bulunan Irak’ı bir yana bırakırsak, İsrail’in Filistin topraklarında estirdiği zulüm, uluslararası emperyalist güçlerin Lübnan üzerindeki karanlık senaryoları ve Türkiye’nin Irak’taki Kürt Özerk Bölgesi’ne yönelik estirdiği saldırgan, histerik ve ırkçı politikaları bunların hepsini bir araya getirdiğimiz zaman, bu yıl Ortadoğu coğrafyasının çalkantılı bir süreçte ilerleyeceğini gösteriyor.
Bu çalkantılı süreci körükleyen sürece bir göz attığımızda uluslararası emperyalist merkezlerin sadece Lübnan üzerinde evirip çevirdikleri karanlık senaryoları, Türkiye’de generallerin, sağcıların ve Kemalist “sol” milliyetçi güçlerin örgütlediği “cumhuriyet mitingleri”, İsrail’de İşçi Partili Siyonist “solcu” Yossi Beilin ve Arapları sürgüne gönderelim diyen aşırı sağcı Effi Eitan’ın çağrısı üzerine Rabin Meydanında hükümete “evinize gidin mitingleri” ile sürdürülen gösterilerin ardından Filistin halkına yönelik yeni bir dizginsiz saldırı başlatıldı.
İsrail devleti gibi yayılmacı ve saldırgan olan Türk devletinin generalleri milli histeri yaratarak içte Kürtlere, ilerici ve sosyalist güçlere karşı devlet terörünü estirdiği gibi, Türkiye’yi de karanlık dehlizlere çekerek, Kürt Özerk Bölgesine yönelik saldırı hazırlıklarını hızlandırıyor.
Her iki devlet de Ortadoğu’nun mazlum halkları olan Filistin ve Kürtlere yönelik acımasız katliamcı tutumlarında ısrar ediyorlar.
Uluslararası emperyalist merkezlerin ve bölge gerici devletlerinin, bölge halklarına dayattıkları ve bir çok yönlü sürdürülen ucu açık siyasetin ucunda görünen siyasi süreç şuanda iki başlı sürdürülmeye çalışılıyor.
Bunun birincisi; bölgede iç huzursuzluğa yönelik mezhep ve etnik temelde süreci kışkırtmak ve iç savaşı körüklemek. İkincisi; direk saldırılar düzenleyerek, halklarımızı psikolojik olarak korkutma, tedirginlik ve yok etme taktiğidir.
Mayıs ayından bu yana İsrail’in Filistinlilere yönelik sürdürdüğü vahşi saldırıların yanı sıra, İsrail, Filistinlileri içten çökertme stratejisini dayatarak El-Fetih ile Hamas arasında her gün yeni bir şekil alan iç çatışma ortamını körüklemektedir.
Son haftalarda Filistinlilerin birbirlerine karşı sürdürdükleri karşılıklı saldırılar, üstüne üstlük İsrail’in 60 yıldır Filistin halkına yönelik havadan ve karadan sürdürdüğü vahşi saldırısı, Filistin halkını derinden etkilemektedir.
Filistin’de Hamas ve El-Fetih arasında devam eden iç çatışmalar her halükarda ABD ve uluslararası emperyalist güçlerin emellerine yaradığı gibi, İsrail’inde bölgede elini güçlendirip, onun daha çok söz sahibi olmasına neden oluyor.
İsrail Siyonist takımına göre “biz her defasında söylüyoruz, Filistinlilerden bir devlet olmaz olsa olsa onlardan Yahudilere hizmet olur” gibi argümanları duymak mümkündür. Filistinlilerin içine girdiği bu sığ ve yersiz/anlamsız çatışmalar, bölgeyi mezhep ve etnik temelde parçalamak isteyen ABD, Siyonizm ve müttefiklerinin ekmeğine yağ sürdüğü gibi, onların bölgede içine düştükleri zorluklar konusunda da nefes almalarına yaramaktadır. Çünkü bölge (Ortadoğu) üzerinde hedefledikleri mezhep ve etnik iç çatışmalar ile böl-parçala yönet politikasıyla bölgenin parçalanması hedefleniyor. Bu anlamda tali plana itilmiş olan FKÖ’nün yeniden toparlanması ve Filistin’deki sorunların aşılması için devreye girmesi gerekiyor.
Filistin’de devam eden iç çatışmaların tarafları olan El-Fetih ve Hamas’ı birbirine karşı getiren bu sürece bir göz attığımızda, bu çatışmanın kökleri eskilere dayandığı gibi, her iki güç arasındaki ideolojik ayrılık ve bir çok sebeplerin yanı sıra birbirlerine karşı üstünlük sağlama, artı İsrail’in ve Batı emperyalist güçlerin Filistinlilere dayattığı vahşi ambargolar gibi olguları söyleyebiliriz.
2006’nın ilk aylarında yapılan Filistin seçimlerinde halkın demokratik iradesiyle iktidara gelen Hamas’ı gerekçe göstererek başta İsrail ve Batı merkezleri sözüm ona “demokrasi” adına Filistinlileri bu demokratik kararlarından dolayı cezalandırıldılar.
Bu süreçten sonra inişli çıkışlı ve diken üzerinde ilerleyen Filistin süreci bir çok handikapları aşarak ilerledi ama, bu kez Siyonist, emperyalist ve bölgenin gerici rejimlerinin senaryolarının bariyerlerini aşamadı. Bu handikapların aşılamasına ne Mekke, ne Şam ne de Kahire görüşmeleri geçer akçe çözümü sağlayamadı. Oysa bu görüşmelerin sonunda taraflar her defasında bir milli mutabakat (ulusal uyum) oluşturduklarını ve aralarındaki anlaşmazlıklara çözüm bulduklarını deklare etmiş olsalar da, hep ucu açık görüşmeler olarak kaldı.
Özellikle Mekke anlaşması olarak bilinen El-Fetih ve Hamas görüşmesi (anlaşması) ve Hamas’ın bu toplantıda, El-Fetih’in İsrail ile yapmış olduğu tüm anlaşmaları kabul ettiğini ve prensipte İsrail’in varlığını tanıdığını dillendirmeye başladığı bir dönemde, iç çatışmalar hızlandırıldı.
Daha öncede söylemiştik. İsrail kendisinin bir devlet olarak, Araplar tarafından tanınmasından yana değil. Çünkü bölgede, bölge devletleri tarafından resmi anlamda tanınacak bir İsrail ne ABD emperyalizmin yayılmacı stratejisine uygun, ne de İsrail’in “büyük İsrail” olma hayal ve arzularına uygun. Ayrıca gıdasını salt dini gericilikten alan bölgenin gerici rejimlerine de uygun değil. Hal böyle olunca, Filistin’de, Lübnan’da ve diğer yerlerde kaos ve çatışmacı ortamdan çıkarları olan güç ve güçler iç çatışmaları tahrik ederek, mazlum halkları birbirine kırdırma siyasetini sürdürüyorlar.
Bölgedeki ve Filistin’deki bu iç çatışma ve sürtüşmeden çıkarı olan ABD, AB, İsrail ve Bölge gerici devletleri huzurlu bir Ortadoğu’dan rahatsız oldukları için süreci körüklüyorlar. El-Fetih ve Hamas arasında devam eden bu husumet Filistin halkının Siyonizm’e karşı verdiği haklı mücadelesine zarar verdiği gibi, birlik ve bütünlüklerine yönelikte kötü yansımaları olacak.
Hakeza Lübnan’da ne iddüğü belirsiz ve El-Fetih ül İslam adına birkaç haftadır Lübnan’ı karıştırmak isteyen ve Filistin adına hareket ettiğini söyleyen örgüt bir piyon örgütüdür. Zaten birkaç yıldır ikide bir El Kaide’nin üst düzey yöneticilerinden Eymen El Zavahiri başta olmak üzere “sıranın Filistin’e geldiğini ve taraftarlarına Filistin’de farz-ı ayn’e (Cihad’a) hazırlanmaları” çağrısı yapıp duruyorlardı.
Çeşitli ülkelerden bir araya gelerek Lübnan’daki Filistinlilerin mülteci kamplarından biri olan Nahr El-Bared’te ortaya çıkan/çıkarılan yeni bir örgüt “İsrail’e ve batıya karşı savaş açtığını” söylüyordu. Oysa bu devşirme piyon örgütün misyonu, başta İsrail’in ABD’nin ve Fuad Sinyore hükümetinin Lübnan’da hayata geçirmeye çalıştıkları stratejilerine yardımcı olmaktır. Bu örgüt kanalıyla Lübnan’da bir iç çatışmayı hızlandırmak ve Lübnan Hizbullah’ı ve mukavemet cephesiyle karşı karşıya getirerek bu cephenin silahsızlandırılması ve iç çatışmalara çekilerek, Lübnan üzerindeki karanlık senaryoların ateşini fitillemeye çalışıyorlar.
Yani İsrail’in geçen yıl 34 günlük Lübnan savaşından sonra, uluslararası diplomaside kazandığı ve BM’nin (Nato) ordularının Lübnan’a yerleşmesini sağlayadı. Bu NATO orduları Güney Lübnan’dan Kuzey Lübnan’a kadar olan alanda güvenlik
sorumluluğunu eline almasıyla birlikte İsrail’in bir diğer korkusu olan Lübnan’daki Filistinli mültecilerin durumu sorgulanmaya başladı. Filistinli mültecilerin mümkünse Lübnan dışına bir yerlere taşınması/sürülmesi tartışmasını gündeme taşındı.
Ayrıca Hariri suikastı ile ilgili BM Güvenlik Konseyinin kurulmasını kararlaştırdığı uluslararası mahkemenin bir an önce yürürlüğe konulması hedeflendi.
Yani Lübnan’ı iç kargaşalığa çekmek isteyen güç ve güçler her türlü entrikalara baş vurarak bu ülkeyi deve dikeni üzerinde yürütüyorlar. Suriye karşıtı muhalif parlamenter Velid Eidon’un öldürülmesi de Lübnan’ı karanlıklar sürecine çekmek isteyen güçlerin işi olsa gerek.
İsrail’in işgali Arap topraklarında 40 yıldır devam ediyor
Kürt Salladdin Eyyübi’nin haçlılardan kurtardığı Kenanlar diyarında, İsrail’in 60 yıldır sürdürdüğü zulmünün yanı sıra, işgal ettiği Filistin topraklarıyla yetinmeyen bu yapay devlet, dönem dönem komşu Arap devletlerin topraklarına yönelik işgal hareketini sürdürdü ve işgal ettiği bu toprakları bugün halen egemenliği altında tutuyor.
İsrail’in tamı tamına 40 yıl önce Arap komşu topraklarına saldırarak, Mısır’dan Süveyş kanalına kadar olan alanı işgal etti. Bununla yetinmeyen İsrail, Ürdün ve Suriye’ye yönelerek, Ürdün’den Doğu Kudüs ve Batı Şeria, Suriye’den de Golan tepelerini işgal etti.
Bu savaşın askeri mimarlarından olan Moşe Dayan, 22 Kasım 1976 ve 1 Ocak 1977’de Yediot Aharonot gazetesine verdiği ve 1997’de kamuoyuna açıklanan röportajında, Golan Tepeleri’nin işgal hikayesini şöyle anlatıyor:
” 8 Haziran’da Kibbuz’dan Kudüs’e gelen delegasyon Golan Tepeleri’nin işgal edilmesi için hükümeti ikna etmeye çalışıyorlardı. Kibbuz delegasyonu, Başbakan Levi Esckol’a, Golan’ın işgal edilmesi halinde İsrail’in geniş topraklara sahip olacağı söylüyordu. Ben Kibbuz delegasyonuna dönerek, eğer Golan Tepeleri’ni işgal edersek, Sizler o toprakları işgal eder misiniz ve orda oluşacak yeni yerleşim birimlerini terk etmeyeceksiniz” diyor ve ekliyor; “Bu büyük özgürlük savaşı her ne olursa olsun bir barışla da sonuçlanmamalı.”
Moşe Dayan bunun üzerine ertesi gün, yani 9 Haziran 1967’de “Golan Ovasına bir traktör gönderdik. Ve Şoföre Suriyeliler ateş açana kadar arazide traktörü sürerek ilerlemesini söyledik. Biliyorduk Suriyelilerin ateş açacaklarını. İlerleyen traktöre Suriyeliler ateş etmeye başladılar. Ve ondan sonra topçu güçler ile saldırıya başladık” diyordu.
Aynı gazeteye yaptığı bir diğer açıklamada Moşe Dayan; “devlet olma tecrübesi bizde yoktu. Mütareke bölgesi olan Golan’ın durumun er geç değiştirecektik. Çünkü bir parça ülke toprakları elde etmenin sancısını yaşıyorduk. Ta ki düşmanın gidin alın sizin olsun diyene kadar savaşı sürdürecektik” .
İsrail başta ABD emperyalizmi olmak üzere, diğer emperyalist merkezlerden de aldığı askeri ve ekonomi destek ile işgalci ve yayılmacı politikada ısrar ederek, bölgenin huzursuzluğuna yönelik altmış yıldır bölgenin diken üzerinde yürümesine sebep olmuştur.
1967 Arap-İsrail savaşı, Arap coğrafyasında olduğu gibi Ortadoğu’nun çehresini de alt üst eden bir savaştı. Bu savaşta Arap ordularının 6 gün ve 134 saat gibi bir süre içerisinde bozguna uğramaları ve bugünkü Ortadoğu’nun çetrefilli şekilenmesinde derinlemesine önemli etkisi vardır.
5 Haziran 1967 savaşına giden stratejik işleyişi dönemin İsrail Hava Kuvvetleri generali Mordechai Hod, İsrail’i tarihçi Tom Segev’e şöyle anlatıyor; “16 yıl planlanan karar 80 dakika içerisinde alındı. Biz planlarla yaşıyoruz. Planlarımızı gözden geçirmek için üzerinde uyuyoruz ve planlarımızı temizliyoruz. Yaptığımız planları sürekli mükemmelleştiriyoruz. Yaptığımız bu plan en son 1966 sonlarında iç istihbarat ve Mossad ile Batı Şeria’nın geleceğine yönelik senaryoları üzerinde son çalışması yapıldı”.
İsrail’in savaşı neden 1967 Haziran başlarında başlattığına yönelik soruya ise, M. Hod “İsrail’in geleceğinin belirsizliği ve Kudüs’ün kurtarılması ve İsrail (Thazal) ordusunun bir savaş durumuna hazır olup olmadığını” söylüyordu.
İsrail’in Arap coğrafyasında elde ettiği bu üstünlük üzerinden 40 yıl geçmesine rağmen, depremin etkileri halen devam ediyor. İsrail’in bu hızlı ve seri saldırılar karşısında afallayan bölge insanının belleğinde geçen yılın yaz aylarında İsrail’in Lübnan saldırısında aldığı yaraya kadar derin etkileri vardı.
Sonuç itibariyle, İsrail’in saldırgan ve yayılmacı siyaseti, ABD’nin bölgeye yönelik işgal ve hegemonya savaşı, Türkiye’nin “milli yarar” ekseninde misak-ı milli histerisi, bölgenin dini ve gerici devletleri bölge üzerinde domino oyununu oynayarak, bölgeyi karanlıklar serüvenine hazırlamaktalar.