Halkın Hakları Forumuna Giderken Eğitim Hakkı Üzerine TÜRKİYE’DE EĞİTİMİN PİYASALAŞTIRILMASININ NERESİNDEYİZ? Kapitalist sistemin, kendi krizini aşmak için yürüttüğü neo-liberal dalga, yaşamın her alanına ciddi bir saldırı biçiminde şekillenmeye başladığı 1980’li yıllardan bu yana bir dizi “yeniden yapılanma” modeliyle sürmektedir. En temel sosyal hakların gasp yoluyla yok edildiği bu süreçte “EĞİTİM HAKKI” tartışmaları daha da önem […]
Halkın Hakları Forumuna Giderken Eğitim Hakkı Üzerine
TÜRKİYE’DE EĞİTİMİN PİYASALAŞTIRILMASININ NERESİNDEYİZ?
Kapitalist sistemin, kendi krizini aşmak için yürüttüğü neo-liberal dalga, yaşamın her alanına ciddi bir saldırı biçiminde şekillenmeye başladığı 1980’li yıllardan bu yana bir dizi “yeniden yapılanma” modeliyle sürmektedir. En temel sosyal hakların gasp yoluyla yok edildiği bu süreçte “EĞİTİM HAKKI” tartışmaları daha da önem kazanmıştır. Çünkü eğitim, evrensel düzeyde temel bir insan hakkıdır ve ömür boyu sürekliliği olan bu hakkın korunmasının önemi tüm halk kitleleri için önceliklidir. Böylesi bir zorunlulukla ele alınması gereken “Eğitim Hakkı” mücadelesi, liberaller açısından eğitimin piyasalaştırılmasının ardındaki beklentilerini açığa çıkartan bir boyutta ele alınırken, diğer yandan eğitimin tüm öznelerinin bu süreçte tüm haklarından nasıl ve ne şekilde yoksunlaştırılmak istendiği de gözler önüne serilmelidir.
Neo-liberal düşünürlere göre her alanda olduğu gibi eğitim alanında da rekabetçi bir piyasa oluşturulması kaçınılmazdır ve eğitimin de artık piyasada alınıp-satılabilecek bir mal olduğu kabul edilmelidir. Bu malı satın alacak olan halklara artık “müşteri” gözüyle bakan ve bu sıfatı onlara kabul ettirmek isteyen “liberalleri” bu yola sevk eden şey nedir? 2000 yılı itibariyle dünya genelinde eğitim sektöründe yapılan kamusal harcamalar 2 trilyon doları geçmektedir. Ve tahminlere göre 2025 yılında 4,9 kişi uluslar arası öğrenci olacaktır. Bu tutar dünya genelinde 50 milyonun üzerinde öğretmen, 1,5 milyar öğrenci ve muazzam büyüklükte bir sermaye ve kâr alanı demektir. Bu durum, liberallerin iştahlarını doğal olarak kabartmaktadır. Ancak doğal olmayan tarafı, ulus ötesi şirketlerin bu kâr hırsına eklemlenmiş olan yerel sermaye ve onun iktidar uzantısı hükümetler, halkın haklarını birer birer gasp ederken, tam olarak niyetlerini gizlemeleri ve bir dizi kulağa hoş gelen kavramlarla halkı kandırmalarıdır. Halkın büyük bir kısmının bunu görememesi ve bu tuzakların batağına saplanması bundandır. Eğitim hizmetinin devlet eliyle herkese eşit düzeyde, parasız ve nitelikli olarak ulaştırılması gerektiği tartışmasız kabul edilmesi gerekirken, bugün bunu tartışıyor olmamız, bu tuzağa kısmen düştüğümüzün kanıtıdır. Çünkü ‘devletin gücü herkese ve her okula nasıl yetsin ki?’ söyleminin karşısında acıma duygusuyla da olsa teslim olmak ve bağış, kayıt parası, katkı payı gibi yardımlarla dilencileştirilen okulları kalkındırmaya çalışmak, devletin eline bir koz vermekten öteye gitmedi. Ve her adımda bu kozlar, devletin elinin velinin cebine uzanmasının kanallarını açtı. Akıl hocalığını IMF’nin yaptığı bu “acıtmadan kanırtma” hamlelerini devam ettirdiler.
Eğitimin Piyasalaştırılması Kıskacında ‘Veli’ Olmak
Veliler, devletin eğitime ayırdığı bütçe payının çok üstünde bir harcama yapar hale getirilmiştir. 2003 yılında sadece ilk ve ortaöğretimde velilerin çocukları için yaptıkları eğitim harcamaları toplamı 17,2 katrilyona ulaşmıştır. Buna karşın devletin, vergi gelirlerinden eğitime ayırdığı bütçe, sadece 7 katrilyondur. Bugün yasaların güvencesinde ve devlet eliyle sunulan -sunulması gereken- eğitim hizmetleri için velilerin cebinden çıkan miktar, devlet ödeneğinin neredeyse 2,5 katı büyüklüğündedir. Ve daha hala bu uygulama, eğitim hizmetlerinin özelleştirilmesinin bir başlangıcını oluşturmaktadır.
Bu noktaya gelirken devlet eliyle palazlandırılan ‘kaynak yok’, ‘devletin her yere gücü yetmiyor’ yalanları daha sonraki süreçte teker teker su yüzüne çıkmış durumdadır. 1980’den bu yana Devlet okullarına kaynak aktarmayan tüm hükümetlerin icraatları, özel okulculuğu teşvik etmiş, her türlü devlet kaynağı ve desteğinin özelleştirilmelere aktarıldığı görülmüştür. AKP hükümetinin çıkardığı “özel okullar” yasası ile devlet arazileri, %0 faizle ve uzun vadede geri ödemeli devlet kredileri tahsis edilmiştir. Hatta özel okullara müşteri sağlamak amacıyla da 10 bin öğrencinin devlet tarafından özel okullarda okutulması vaadinde bulunulmuştur (Bu maddesi Danıştayca iptal edildi). Devletin, özel okullara sunduğu bu olanaklarla toplam 500 bin yeni okul binası yapılabilecekken, mevcut okulların temel ihtiyaçları için ödenek ayırmaması, tercihlerinin hangi yönde olduğunun açık ifadesidir. Benzer bir çelişki de, aynı ödeneksizlik devam ederken, okul tabelalarını değiştirme yoluna gidilmiştir. 9 Ağustos 2006 günü resmi gazetede yayımlanan bir yasaya dayanarak ülkemizdeki resmi ve özel tüm eğitim kurumlarının tabelaları, milli eğitimin amblem ve flamaları, tüm okullardaki her sınıfta yer alan demirbaş portrelerin renkleri v.b. değiştirilmektedir. Durup dururken bu materyallerin tümünün değiştirilmesi, devlet bütçesinden milyarlarca paranın bir yerlere(!) aktarılması anlamına geldiği açıktır. Ödenek yokluğundan yakınmağa kalkışanlara velilerimizin vereceği açık yanıt şu olmalıdır: Özel okullara aktarılan, tabela değiştirme bahanesiyle birilerine peşkeş çekilen bu paralar bizimdir; bizden topladığınız vergilerdir. Eğer bu gözden çıkarılan paralar eğitime harcansaydı, bugün tüm okullarımız her türlü teknolojik donanıma sahip olurdu. O halde net olarak ortaya çıkan tablo şudur ki, okullarımızın bu hale gelmesinin nedeni ödenek yokluğu değil, ödenek ayırmak istememektir. Vergi mükellefi olarak tüm velilerin-halkın-bundan sonraki süreçte somutlamaları gereken mücadele çizgisi; “Eğitime Bütçe, Okuluma Ödenek İstiyorum” şiarıyla belirginleşmelidir.
Küreselleşme Kıskacında Eğitim Emekçileri
Özelleştirme/ticarileştirme girişimi, yaşamın tüm alanlarına dönük bir saldırıdır. Çalışma yaşamını esnekleştirmeği hedefleyen küresel yapılanma, eğitim emekçilerine dönük yoğun baskılar ve hak gaspları ile sürdürülmektedir. Eğitim sisteminde okulları ‘şirket’, öğrenci ve velileri ‘müşteri’ olarak kabul eden düzenlemeler, son dönemlerde yoğun bir yasa ve yönetmelik taarruzu ile basamak basamak hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Öncelikle çıkarılan her yeni yasa ya da yönetmelik için öne sürülen gerekçe hep aynıdır: “Her sorun ve her süreç küreselleşmektedir. Küreselleşen dünyada eğitim sistemi, küresel düzeyde ele alınarak yeniden yapılandırılmaktadır.” Ve küreselleşen dünyada yeniden yapılandırılan ilk şey, Norm Kadro uygulamasıyla, öğretmenlerin çalışma yükünün arttırılmasıdır. Norm Kadro, her okul için bir norm belirleyerek eğitim kurumundaki çalışan personeli sınırlayan bir uygulamadır. Bu sınırlama, kısıtlamaya, giderek okulları personelsiz bırakmaya kadar varmıştır. Bugün okullarda hizmetli personel kalmamış, velilerin ‘okul aile birlikleri’ aracılığı ile sözleşmeli hizmetli çalıştırmasının kapısı bu yönetmelikle açılmıştır.
Eğitimin ticarileştirilmesinin diğer ve ana kurgusunu da ‘Toplam Kalite Yönetimi’ esasları oluşturmaktadır. Mal üreten işletmelerde sık sık kullanılan ‘iç müşteri’-‘dış müşteri’ gibi kavramlar, eğitim sistemine uyarlanmıştır. İç müşteri ile öğretmen ve öğrenciler, dış müşteri kavramıyla da veliler kast edilmektedir. Müşteri kavramının kendisi zaten nasıl bir ticari mantık taşıdığının açık göstergesidir. Müşteri memnuniyetine dayanan bir sistem içerisinde öğrenci müşteri, öğretmen müşterisini memnun etmek zorunda kalan bir pazarlamacı, veli de bu bunu finansörü olarak kurgulanmıştır.
Müşterisini memnun etmek için kalite çemberinde yü
ksek performans sergilemesi gereken öğretmen, iş güvencesinden yoksun bırakılmak istenmektedir. Zira iş güvencesini kaybetme tehdidi altında çalıştırılmaz ise, işletmenin kârını azami ölçüde arttırma ve müşteri toplama yönünde performans sergilemeyecektir(!). İşte bu kurgunun hemen ardından dayatılan ‘Personel Rejimi’ yasasına, sadece bir hazırlıktır bütün bunlar.
AB müzakereler sürecinin bir üst düzey yetkilisi, Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e “AB’de, 657’nin çalışma hayatı kurallarına uygun düşmediği açıkça ifade edildi. 657, AB’de ‘iş garantisi’ olarak algılanıyor” demiş ve Bakanın 17/06/2006 günü yaptığı açıklamalar:
“Kapağı devlete atana iş garantisi veren 657 sayılı kanun AB’ye uymadı. Yasa değişecek. Memur sözleşmeli olacak. Çalışmayanın canı yanacak”
“Yeni sistemle birlikte devlet memurlarının çalışma sistemi özel sektörde olduğu gibi serbest sözleşme esasına dayanacak. Devlet veya memur tek taraflı olarak sözleşmeyi feshedebilecek… Devlet artık çalışmayan, işini aksatan ya da vatandaşa kötü davranan memurunu uyarmakla kalmayacak, aynı zamanda işine son verebilecek.”
Radikal değişiklik, Avrupa Birliği’ne (AB) uyum sürecinde en geç 2013 yılına kadar tamamlanacak
Personel rejiminin fiili olarak işletildiği, 80 bine varan sayıda sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının devam ettiği, herkesçe bilinmektedir. Bütün göstergeler atılan bu adımların özelleştirme/ticarileştirme uğruna velisi, öğretmeni ve öğrencisiyle tüm halkı güvencesizleştirme ve yoksullaştırma kavşağına doğru sürüklediğinin işaretleridir.
Sonuç yerine
Liberallerin iştahını kabartan muazzam kârlara ulaşma hedeflerini göz önünde bulundurmak ve daha işin başında olduğumuzu bilmek gerekir. İşte bu yüzden Eğitim Hakkı mücadelesi, bütünlüklü olarak ‘onurlu bir gelecek’ mücadelesidir aynı zamanda. Dünya Bankasının dayattığı küresel eğitim projelerinin ardındaki niyetinin farkındayız. Farkında olmak, bu oyunu bozmak için ne yapılması gerektiğini de bilmek demektir.
Bugün gelinen noktada bir yandan aidat ödemek zorunda bırakılan, ödeneksizlikten hizmetli çalıştırmaya ve bu personelin ücretleri de dahil her türlü temizlik bedelini ödemeye mecbur hale getirilen velilerimiz, öte yandan liberal saldırılara maruz kalan öğretmenlerimiz ve potansiyel müşteri olarak kanıksatılmaya çalışılan öğrencilerimiz, bu piyasalaştırma dalgasının kıskacındadırlar. Eğitim hakkının tüm özneleri için, bir bütün olarak yayılan bu küresel dalgayı durdurmak gibi tarihsel bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Ülkenin her yanında hak ihlallerine karşı geliştirilen ve oldukça zengin olan mücadele birikimlerini bir araya getirmeği hedefleyerek “Halkın Hakları Forumu”na gitmek gerekir. Bugünün mücadele birikimlerinden, yarının tüm ortak mücadele araçlarını ve metodlarını var etmek üzere “Halkın Hakları Forumu”nda halkın, “Eğitim Hakkı” için söyleyecek sözü olacaktır.