[Bu yazı 28 Nisan 2007 tarihinde yazılmıştır] “…Türkiye’nin yoksulları/ezilenleri için umut olabilmenin de yarınki olası bir islami faşizm tehdidine karşı haklı bir direniş gösterebilmenin de yolu, bugün faşist militarizme karşı tok ve duru bir sesi yükseltmekten geçmektedir: Muhtıracılar, darbe heveslileri yargılanmalı, tüm diğer meseleler bunun ardından konuşulmalıdır.” Türkiye’de 14 Nisan’dan itibaren oluşan duyarlık, sonunda 14 […]
[Bu yazı 28 Nisan 2007 tarihinde yazılmıştır]
“…Türkiye’nin yoksulları/ezilenleri için umut olabilmenin de yarınki olası bir islami faşizm tehdidine karşı haklı bir direniş gösterebilmenin de yolu, bugün faşist militarizme karşı tok ve duru bir sesi yükseltmekten geçmektedir: Muhtıracılar, darbe heveslileri yargılanmalı, tüm diğer meseleler bunun ardından konuşulmalıdır.”
Türkiye’de 14 Nisan’dan itibaren oluşan duyarlık, sonunda 14 Nisan’ı düzenleyenlerin istediği meyveyi verdi: Genelkurmay Muhtırası. 14 Nisan’daki kitlenin aslında iki temel motivasyonu olduğunu herkes biliyor: Laiklik ve milliyetçilik. Fakat 14 Nisan’cılar ve muhtıra, ‘temel sorun laiklik’ diyor. Oysa bu ülkede 35 bin civari insan son 20 yılda laiklik meselesi nedeniyle değil, ‘milliyet meselesi’ nedeniyle öldü. Türkiye’deki fukaralığın sebebi de şeriat değil. Ben hekimliğimin de etkisiyle ‘en çok ölüm nedeni olan, en çok hastalık etkeni olan’ noktasından bakalım diyorum: Yani yoksulluk ve Kürt meselesi.
Aşağıdaki sorulara doyurucu cevaplar verilmesi koşuluyla laiklik noktasından bakmaya da hazırım: Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili tartışma, AKP’nin temsiliyet sorunuyla bağlantılı olarak yapılıyor. Bu temsil garabetinin nedeni, malum % 10 barajıdır. Tartışmada bu barajın, en azından 15 yıldır önümüze gelen türlü demokratikleşme paketlerinde nasıl olup da yer alamadığına dair tespitlerin olması gerekmez mi? Bugün TBMM’deki ezici AKP çogunlugunun asıl nedeni, Türk devletinin (siz Türk Ordusu olarak da okuyabilirsiniz) Kürtleri parlamentoya sokmama ısrarı değil mi? Bunu gizleyerek, kendilerince temsiliyet tartışması yapanlara ve onların muhtıracı generallerine niçin saygı duyalım?
Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmasını ‘şeriat tehdidi’ bağlamında yapanlar, bu ülkedeki islami gericiliğin asıl olarak 12 Eylül cuntası eliyle inşa edildiğini bilmiyor mu? Cuntacılar, Patagonya ordusunun generalleri miydi? Bunlar ortadayken, hala TSK muhtırasından demokrasi umanları niçin ciddiye alalim?
Bu ülkedeki ABD üsleri ve TBMM’den geçen ikinci Irak tezkeresi, TSK onayıyla olan işler değil mi? Bunu söylemeyip de, TSK’nin ABD karşıtlığından medet umanları, niçin ciddiye alalim? Irak’taki ABD ordusunun lojistigi nereden yapılıyor? İncirlik üssünü kim kontrol ediyor? Bunlara eğip bükmeden cevap vermeyenlerin Türkiye’nin bütünlüğü bağlamında yaptıkları Irak tartışmalarını niçin ciddiye alalım?
ABD’nin Ortadoğu’daki varlığını tehdit olarak görenlerin çoğu, daha düne kadar ABD’nin ileri karakolu olmaktan gurur ve güven duymuyorlar mıydı? Bugün Barzani ve Talabani’yi, ‘ABD’nin kucağında oturuyor’ diye eleştirenlerin büyük bölümü, daha düne kadar o kucakta büyük bir saadetle oturmadılar mı? Bugün Türk devletinin ABD ile ‘Kürt Meselesi’ diye bir çelişkisi olmasa, sizce ABD’nin Büyük Ortadoğu projesinin mızrak başı kim olurdu? Sakın muhtıracı generaller olmasın! Irak’taki ABD işgaline laf edenlerin mesela Afganistan’daki tüm isgalci ordulara bir çift laf etmeleri gerekmez mi? Bunların arasında kendi orduları olsa bile!
14 Nisan kitlesinin ABD karşıtlığından söz ediliyor. O ABD karşıtlığının içindeki Kürt karşıtlığını çekip çıkarsak geriye kimler kalırdı dersiniz? ‘Ne mutlu Türküm’ demeyenleri düşman ilan eden bir zihniyet, faşist değilse nedir?
14 Nisan da, Genelkurmay Muhtırası da, 29 Nisan da yıllardır Kürt karşıtlığı temelinde pompalanan bir tür otoriter milliyetçiliğin gövde gösterileridir. Bunu, iyi niyetle, laiklik meselesi olarak okuyan ve mitingleri destekleyen kitle bilmelidir ki, Genelkurmay’ın muhtırasından sonra bu mitinglerin, sosyal demokratlarla nazilerin birlikte kutladığı 1 Mayıs’a benzediği iyice su yüzüne çıkmıştır.
Cumhurbaşkanlığı tartışmasını ve bunu izleyen muhtırayı, laiklik/şeriat, ilericilik/gericilik kavram çiftlerinden oluşan bir matriks içinde değerlendiremeyiz. Yıllar boyu sola karşı islamcılığı çare olarak gördüler. Her türden emek mücadelesini hınçla bastırdılar. Kürt sorununun çözümünü kirli bir imha savaşında aradılar. Kürtlerin parlamentoya kendi kimlikleriyle girmesini engellemek için % 10 barajını kıskançlıkla korudular. Ulaştıkları menzil, R. T. Erdoğan oldu.
Cumhurbaşkanlığı sorunu etrafında öbeklenen iki tarafın da sermayenin hizmetinde olduğu, DB, IMF, vb. ile bir sorunu olmadığı açıktır. AKP’nin ne olduğunu, kimlere hizmet ettiğini biliyoruz. AKP’ye söylediklerimizi söylemeye tabi ki devam edeceğiz. Fakat bu tespitlerimiz ve AKP karşısındaki haklı söylemlerimiz, faşist militarizmi haklı çıkarmanın gerekçesi olamaz. Bugünkü muhtıra, konjonktürel olarak AKP’ye karşı verilmiş görünmekle birlikte asıl muhatapları emekçiler, Kürtler, tüm demokratlar, sosyalistler ve devrimcilerdir.
Faşist generaller, JITEM’ciler, TIT’çiler, kirli savaş baronları ve borazanlarıyla her ne sebeple olursa olsun aynı karede olamayız! Bu türden insanların içinde yer aldığı herhangi bir demokrasi öyküsünü ne dünya, ne Türkiye görmemiştir.
Türkiye’nin yoksulları/ezilenleri için umut olabilmenin de, yarınki olası bir islami faşizm tehdidine karşı haklı bir direniş gösterebilmenin de yolu, bugün faşist militarizme karşı tok ve duru bir sesi yükseltmekten geçmektedir: Muhtıracılar, darbe heveslileri yargılanmalı, tüm diğer meseleler bunun ardından konuşulmalıdır.
Dr. Ahmet Tellioğlu
[email protected]