Siyaset ve siyasi alan bir kere daha kuşatma altında. En önemlisi de halk tehdit altında. 367 dayatması ve e-muhtıra Türkiye’nin siyasetsizliğe mahkumiyeti olarak şekilleniyor. Muhtırayla başlayan abluka derinleşerek sürüyor. Meydanlarda toplanan kalabalıklar, “düşünme” fırsatı bulamadan aldıkları “coşkuyla” bilenerek belirlenmiş hedeflere yönlendiriliyorlar. Önce siyaset, ardından da siyasi alanlar tahribata uğruyor. Böylece siyasetsiz bırakılan ülkede, “siyaset dışı […]
Siyaset ve siyasi alan bir kere daha kuşatma altında.
En önemlisi de halk tehdit altında.
367 dayatması ve e-muhtıra Türkiye’nin siyasetsizliğe mahkumiyeti olarak şekilleniyor.
Muhtırayla başlayan abluka derinleşerek sürüyor.
Meydanlarda toplanan kalabalıklar, “düşünme” fırsatı bulamadan aldıkları “coşkuyla” bilenerek belirlenmiş hedeflere yönlendiriliyorlar.
Önce siyaset, ardından da siyasi alanlar tahribata uğruyor.
Böylece siyasetsiz bırakılan ülkede, “siyaset dışı çözüm”lerin önünün açılması kolaylaşıyor
.
Hedefe varmak için her yolu mubah gören demokrasi dışı güçler, “coşkulu” kalabalıkları sinsice yönlendiriyorlar.
Yaşam tarzı, çağdaşlık, laiklik gibi olguları ‘tehlike’de ilan ederek cephe açmaya çalışıyorlar.
Cumhuriyet mitingi mi, solda birlik mitingi mi, arasında gidip gelen bu çabaların sahibi kadınlar gösterilse de, gerçekte bu mitinglerin üzerindeki karanlık el kalkmış değil.
Mitinglerin iki yüzü var, biri meydandaki coşku, diğeri de kalabalıkların arkasındaki meçhul beyinler.
Meydanların dile ile plaformun arkasından yükselen ayak sesleri çok farklı şeyler çağrıştırıyor.
Asıl sorun, militarist ruhla inşa edilen “coşkunun” son tahlilde nasıl kullanılacağı, nereye yönlendirileceğidir.
Bu ülkenin yaşadığı olağanüstü dönemleri iyi bilen Hasan Cemal, toplumda var olan ciddi bir algı yanılmasına dikkat çekti, kalabalıkların arkasındaki “organize güçlere” işaret etti. Öyle ki bu güçler, demokrasiyi dahi “tehlike” ilan etmeye kadar götürebilirler işi.
Olmaz mı?
Olur.
Yapmadılar mı daha önce?
Yaptılar, yine yaparlar.
Gözü dönmüş “yönlendiriciler” her yola tevessül edebilirler.
Bu yolda ölmekte var, öldürmekte demediler mi?
Sistemi kilitlemediler mi?
Meclis de seçmesin, halkta demediler mi?
Partileri işlemez hale getirmediler mi?
Şimdi derinleşen bir krize doğru çekiliyor Türkiye.
“Laik kadın” ile “Başörtülü kadın” profilleri üzerinden semboller ve değerler çatışması üretilmek isteniyor ki, burada kadın üzerinden kutuplaşma potansiyeline fazlasıyla yatırım yapılıyor.
Arkada duran “derin akıl”, “coşkulu” kalabalıklara “bu kadar demokrasi bize yeter”i de punduna getirip söyletecek..
Kriz gittikçe derinleşiyor.
Çözümü ya askerden ya da yargıdan bekleyenler de var.
Ya darbe ya da AK Parti’yi kapatma…
Kalabalıkları hoyratça kullanıyorlar, demokrasi dışı güçler.
İhtimal ki önümüzdeki günlerde misyona uygun salonlar yeniden dolacak, kürsüler şahlanacak.
Brifingler düzenlenecek.
Bu misyonu taşıyıcı aktörler belirlenecek.
Marşlar söylenecek, yeminler edilecek.
“Laik Türkiye hiç bu kadar tehlike altında olmamıştı” yalanına bir kere daha inandırılmaya çalışılacak Türkiye.
AK Partili belediyelerden başlayın, Ankara’daki iktidara kadar “laiklik karşıtı”, “devletin anayasal düzeni değiştirmeye yönelik faaliyetler” türü beylik sloganlara uygun stratejik iddiaları destekleyici haberler, fotoğraflar, mağdurlar, kasetler devri yeniden başlayacak.
“Darbeden daha kötüsü olur” söylemlerine de rastlayacağız sık sık.
“Devleti korumak için başbakan dahi asıldı. Sahipsiz değil bu ülke” övünmeleri de bir motivasyon aracı olarak kullanılacak.
Toplumda büyük tedirginlik oluşturabilecek her çeşidinden provokasyonlar da yoldadır.
“İçi kapanmacı cephe” tarafından genel seçimler, laik-anti laik çıkmazına indirgenecek. İşi şansa bırakılmayıp, mümkünse AK Parti’nin seçime yaralı olarak girmesi de sağlanacak.
Yüksek gerilim hatları çekilecek, faylar acil durumda kırılmaya hazır hala getirilecek.
Yakın ve uzak tehditler yeniden belirlenecek, iç duvarları çivili “irtica” çuvalına atacaklar beğenmediklerini.
Toplum korkutulacak, sinecek ve siyasetten kaçacak.
Bu sayede “kurtarıcılık” misyonu devam edecek ve zinde güçler duruma el koyacaklar.
Ne kadar da tanıdık bir tablo.
Esasında önümüzde duran süreç; özgürlük ve demokrasi yanlıları ile toplumu ve toplumsal değerleri hiçe sayan siyaset dışı odakların mücadelesinden başka bir şey değildir.
Ya özgürlük, ya kölelik.
Halka teslim olmayı öğretmeye çalışacaklar.
Neyse ki, demokrasiyi ve özgürlükleri tatmış bir toplumu geriye götürmek, içe kapatmak pek mümkün gözükmüyor pratikte.
Şimdi sivillik, egemenlik ve güvenlik kavramları üzerinde daha çok fazla mesai sarf etmek gerekiyor.
Fakat korkulara yenik düşmenin de yolu açıktır.
Sivil idrak, sivil itaatsizlik, sivil bilinç, sivil tavır, sivil inisiyatif, sivil siyasettir bu tehlikeli sürecin panzehiri.
Topluma ve demokrasiye “misyon ruhlu iç salonlardan” gelen tehditlere karşı sivillik, kendi var oluşuyla, demokrasinin motor gücü olarak en genişinden bir özgürlük alanı inşa edebilmeli.
Siyaset tartışılmalı, asker tartışılmalı, yargı tartışılmalı, sermaye tartışılmalı, medya tartışılmalı, meydanlar tartışılmalı ama yok etmeden, düşman ilan etmeden.
Tartışamazsak hepimiz dayatmalara esir düşeceğiz.
Yönetilmesi gereken toplum değil devlettir.
Kontrol edilmesi gereken de toplum değil devlettir.
Hizmet edilmesi gereken ise devlet değil toplumdur.
Korkum o ki, “halkı yoldan çıkıyor” olarak görenler, onu hizaya getirmek için suni yollardan da olsa “aşırı güvenlik ihtiyacı”na yüklenecekler. Bu hal devleti her şeyin üstüne taşıyacağından, vaktiyle devlete yerleşenler “konumlarını” muhafazayı bir kere daha sağlamış olacaklar.
Çünkü onlar bu yolda “ölümüne” diyorlar…
Krizle gün yüzüne çıkan mücadelede, AK Parti sığ hedeftir, derin hedef başkadır…
Türkiye seçimini yapacak.
Halk korkar ve statükoya boyun eğerse, Türkiye içe kapanacak, küçülecek, dünyadan kopacak, “efendiler ve esirler” olarak yüksek duvarların arkasında mahrumiyetini ve mahkumiyetini yaşayacak acı acı.
Özgürlük ve demokrasi kazanırsa, Türkiye asırlık boyun ağrılarından kurtulacak.
Vaktidir; başkaldırmanın, dayatmalara, korkulara isyan etmenin.
Vaktidir; darbeci zihniyet karşısında siyasete ve farklı hayat tarzlarının da teminatı olan özgürlüklere sahip çıkmanın.
Demokrasi diyenler bilmeliler ki, tezlerine güvenini yitirmiş hırçın cephe “her yol mubah” deyip demokrasi dışı yollara bir kere daha başvuracaklar elbette.
Kritik soru, kalabalıkların ardından ne gelecek?
Yeni Şafak