Bir büyük hayal kırıklığı içindeyim. Ben yıllardır, bu ülkede Müslüman vatandaşın sesinin kısılması, kızının okula gitmesinin engellenmesi, başı örtülü kadının mesleğini icra etmesinin önüne dikilmesini sadece siyasi bir sorun değil, bir büyük vicdan meselesi yapmış birisiyim. Halen bunların çok ciddi sorunlarımız olduğunu düşünüyorum. Bu vicdan muhasebesini yaparken, dindar, muhafazakâr Müslüman vatandaşın, kitlelerin zihniyetini paylaşıyor değildim. […]
Bir büyük hayal kırıklığı içindeyim. Ben yıllardır, bu ülkede Müslüman vatandaşın sesinin kısılması, kızının okula gitmesinin engellenmesi, başı örtülü kadının mesleğini icra etmesinin önüne dikilmesini sadece siyasi bir sorun değil, bir büyük vicdan meselesi yapmış birisiyim. Halen bunların çok ciddi sorunlarımız olduğunu düşünüyorum.
Bu vicdan muhasebesini yaparken, dindar, muhafazakâr Müslüman vatandaşın, kitlelerin zihniyetini paylaşıyor değildim. Dahası, İslamcı, muhafazakâr, sağ söylemlerin vatandaşın hak, hukuk, özgürlük mücadelesi dışında hiçbir yaklaşımlarını paylaşmıyordum ve bunu sıklıkla dile getirdim. Anlaşamadığım noktaların, hak, hukuk mücadelesinin ötesinde, muhafazakâr vatandaşın taleplerini anlama gayretinin önüne geçmesine izin vermemeye çaba gösterdim. Bir sürü insan bir şey diyorsa, kulak verilmesi gerektiğini, toplumsal barışın yolunun buradan geçtiğini düşündüm.
Haftalardır mitinglere doluşan insanların yaklaşımları da bana son derece uzak. Sadece laiklik konusundaki katı tavırları değil, AB ve ABD politikaları karşıtı olmama rağmen bu konularda da farklı bir yerde olduğumu belirtmeme bilmem gerek var mı? Dahası, bu miting meselesi, toplumsal barış açısından beni fazlasıyla tedirgin ediyor, hepimizi etmeli diye düşünüyorum.
Ancak, çözüm mitinge giden vatandaşı karalamak olmamalıydı. Nitekim Başbakan’ın bu konudaki sağduyulu söylemi yüreğime su serpti, ancak AKP yakını basın ve entelijensiya için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. AKP’li olmayan ancak yakın bir anlayışta olan entelektüel bir arkadaşımın, ‘Zaten çoğu Aleviymiş’ açıklaması gibi anlayışlar, bir yandan AKP yakını basının mitingleri karalama yaklaşımı, diğer yandan beni büyük bir hayal kırıklığına sürükledi. İzmir mitinginin ardından, Zaman gazetesinde bir yazar, kürsüdekilerin zamanında PKK yandaşı olduğunu ima etti, Yeni Şafak gazetesi, ‘Miting mesajı Demirperde’ diye manşet attı, haberin altbaşlığında, ‘Sesi gür çıkan azınlık grup’, ‘Kitle bilinçli değildi’, ‘Küçük bir grup işi’ gibi uzman görüş başlıkları yer aldı. Bu yaklaşımın, diyelim İslamcılar miting yaptığında, ‘miting mesajı İran’ gibi bir manşet ve anlayıştan ne farkı var? Bu kafa ile mi toplumsal barış yolu bulacağız?
Ben Merve Kavakçı başörtüsü ile Meclis’e girdiği için başlayan sürecin Fazilet Partisi’nin kapatılmasıyla sonuçlanmasını, itirazın ötesinde isyanla karşılamış biriyim. Halen de, Meclis’te başörtülü milletvekili bulunmasında bir sorun olmaması gerektiğini, bu yönde yasal engel varsa kalkması gerektiğini düşünüyorum. Fazilet Partisi’nin görüşlerine katılmıyordum, ama kapatılması karşısında vicdan azabından ağlamaklı oldum, ‘Utanıyorum’ başlıklı bir yazı yazdım. O zaman muhafazakâr basının dört gazetesinde birden iktibas edildi, başlığı manşet oldu.
Gün geldi, muhafazakâr kesim iktidar oldu, başörtüsü konusu rafa kalktı, muhafazakâr basının sesi çıkmadı. Ne zaman ki iktidar yolunda pürüzler çıktı, birden ‘dik duruş’ hatırlandı, sıkı bir mücadele başladı. Ne adına diye sormak da lazım, zira, bu noktaya gelindikten sonra belli ki başörtüsü ve buna benzer talepler daha uzun süre rafa kalkacak. Konu geldi, ‘Muhafazakârlar ekonomiyi daha iyi yönetir’, ‘AB ve ABD ile daha iyi geçinir’, ‘Karşı taraf Demirperde zihniyetinde’ noktasına dayandı. Bu da ayrı ve derin bir konu.
Asıl konumuza dönersek, demek ki, görüşlerine katılmadığımız insanları anlamak, toplumsal barış adına onlarla konuşmanın bir yolunu bulmak yerine, ‘Zaten azınlıklar’ deyip, söylemlerini karalamak üzerinden yok saymak, bir kesime mahsus bir zaaf, körlük değilmiş. Muhafazakâr basın, bunca demokratlık iddiasına karşın, hangi dönemde işine ne geliyorsa o görüşü, o bakışı öne çıkarıyormuş. Benim gibi hakkâniyet gayretinde olanların söyledikleri bir kalemde silinebiliyormuş.
Son olarak hemen belirteyim, bu yaklaşıma uzak duranlar için ‘zoru görünce kaçtılar’ dedikodusunun olan bitenle hiç alakası yok. Zira, 28 Şubat’ta da zoru gördük, arkasından gelen süreçte de. Üstelik, açık konuşalım, basında bu süreçlere karşı durmanın ciddi bir maliyeti de yoktu, o nedenle kendimi o dönemde kahramanlık yapmış da saymıyorum.
O zaman da vicdan mizanına göre davranıyordum, şimdi de. Tam da bu nedenle, bir bedel söz konusuysa, benim için bu bedel bir büyük hayal kırıklığı oldu, ki bu da az bir şey değil.
17 Mayıs 2007