Emperyalist merkezler arası adı konulmamış it dalaşının yanı sıra, bu merkezlerin pasta paylaşımına refakat etmek isteyen birçok bölgesel güç arasında mücadele kızışıyor. Bu güçler arasındaki çok yönlü ekonomik, siyasi, askeri ve hakimiyet kavgaları Avrasya ve Ortadoğu coğrafyasının kaygan zeminlerinde kızışıyor ve birbirleriyle kapışmanın yollarına giden egemenlik kavgasının fay hatları geriliyor. Berlin duvarının yıkılmasından bu yana, […]
Emperyalist merkezler arası adı konulmamış it dalaşının yanı sıra, bu merkezlerin pasta paylaşımına refakat etmek isteyen birçok bölgesel güç arasında mücadele kızışıyor.
Bu güçler arasındaki çok yönlü ekonomik, siyasi, askeri ve hakimiyet kavgaları Avrasya ve Ortadoğu coğrafyasının kaygan zeminlerinde kızışıyor ve birbirleriyle kapışmanın yollarına giden egemenlik kavgasının fay hatları geriliyor.
Berlin duvarının yıkılmasından bu yana, ABD başta olmak üzere Batı merkezleri Sovyetler Birliği’nden kalan boşluktan istifade ederek, Orta Asya’da derinlemesine kendilerine alan açmaya çalışmaktalar.
Avrasya ve Ortadoğu’da çok yönlü bir faaliyet içerisinde olan Batılı emperyalist güçler, askeri ve ekonomik gücün yanı sıra çeşitli sivil toplum örgütleri kanalıyla bölgeye yerleşiyorlar.
Boris Yetlsin döneminde Rusya’da bir nevi Batı hayranlığı geliştirilerek açılımlarını hızlandıran Batı merkezleri, bu süreçte adeta Rusya’yı esir almaya çalıştılar. Yeltsin sonrası iktidara gelen Vladimir Putin, ülkenin içine girdiği süreci ve ABD’nin Afganistan ve Irak politikalarını değerlendirirken, “SSCB’nin yıkılışının insanlık için 21. Yüzyıl’ın en büyük felaketi” olduğunu ve “ABD’nin küresel hakimiyet peşinde koşarak, dünyayı yaşanmaz hale getirecek bir politika” izlediğini dile getirmişti.
Putin Rusya’nın uluslararası alandaki rolünün artırılması için, enerji kaynakları kartını iyi oynayarak, Yeltsin döneminde zorluklarla yüz yüze kalan Rusya’yı tekrar siyasi arenada sözü dinlenen bir konuma getirdi. Ülkenin doğal zenginlik kaynakları sayesinde, ekonomisinde hızla gelişim gösteren Rusya, geçmişte olduğu gibi şu anda da sadece kendi bölgesinde değil, dünyada sorunların çözümüne taraf olduğunu başta mütekebbir (kibirli) Batı olmak üzere bütün dünyaya dayatmaktadır.
Son yıllarda Primakov’un Avrasyacı doktrinini hayata geçiren Rusya, Çin ile birlikte öncülük ettiği Şanghay İşbirliği Örgütü’nü (ŞİÖ)kurarak, Avrasya ve Ortadoğu’da etkinliğini artırmaya çalışıyor.
Özellikle Afganistan savaşından sonra ABD ve NATO, askeri olarak belirgin bir şekilde Rusya’yı Avrupa’nın doğusundan ve Şark’ın Ortadoğu’sundan kuşatma altına almaya çalışıyor. Yani ABD, AB ve NATO’nun Rus sınırlarına yerleşmesi, haklı olarak Rusya’yı kaygılandırmaktadır. Rusya bu kaygılarından hareketle, “etrafımı daraltıyorsunuz” kaygısı ile ABD ve müttefiklerine açıktan tavır alarak, eski Sovyet sınırları içerisinde yer alan Asya ülkelerinde etkinliğini pekiştirmenin siyasetini geliştiriyor. Bu vesileyle Rus topraklarından özellikle Avrupa’ya aktarılan enerji boru hatlarının kontrolünü eline almak için Mayıs ayı içinde Orta Asya ülkeleri ile yaptığı antlaşmalarla, bölgenin gaz ve petrol sevkiyatını eline alması, Rusya’nın konumunu bir kat daha güçlendirmiş durumdadır.
Yani eski Sovyet toprakları içerisinde yer alan Avrasya coğrafyasının enerji hatlarının dünyaya transit aktarılması yetkisini elinde bulunduran Rusya, hasımlarına karşı böylesi güçlü bir silahı elinde bulundurmaktadır.
Rus dış siyaseti dışına çıkan ve çıkmaya çalışan bölgedeki kimi Batı yanlısı eski Sovyet Cumhuriyetlerine karşı da, Rusya elindeki gaz ve petrol vanalarını zaman zaman sağa bükerek onları dize getirdiği gibi, Batı merkezlerine karşı da bir koz olarak kullanabilmektedir.
Bilindiği gibi geçen yılın son aylarında Ukrayna üzerinden Almanya’ya aktarılan gaz hattının birkaç günlüğüne durdurulması, Ukrayna’yı cezalandırdığı gibi, Almanya’ya da bir nevi uyarı olup, Almanya’yı telaşlandırmıştı.
Özetle Rusya geçmişte olduğu gibi, şu anda da kendisinin tekrar güçlü bir devlet olduğunu hissetmekte ve bunu hissettirmenin, gücünü göstermenin zamanının geldiğini düşünmektedir. Bunun en açık göstergelerinden biri Rusya ile AB arasında hiçbir sonuç alınmayan zirvede ortaya çıkmıştır. Putin, AB’nin dönem başkanı Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile yaptığı görüşmede “bundan böyle konuşmalarımızda parmak ile konuşacağız” demiştir.
Son dönemde NATO, enerji, Baltık ülkeleri, Kosova konularında Batı merkezlerinin “demokrasiyi geliştirme amacıyla” bölgedeki sivil örgütler üzerinden gerçekleştirdikleri faaliyetler ipleri giderek germekte ve Rusya ABD ve AB’ye dikkatli olmaları gerektiği mesajını vermektedir.
Rusya ve Batı
Bu arada 10-11 Şubat 2007 tarihlerinde Almanya’nın Münih kentinde 43.’sü düzenlenen Güvenlik Konferansına katılan Vladimir Putin, “NATO ülkeleri sınırlarımızda askeri üsler inşa ediyor ve birileri her alanda sınırlarını aştı” diyerek, üstü kapalı olarak ABD’yi ve ABD’ye bu imkanları sağlayan Avrupa ülkelerini uyarmıştır.
Putin’in Şubat’taki bu konuşması, daha sonra Batı merkezleri ile Rusya arasında yeni bir “soğuk savaşın” başladığı değerlendirmelerinin yanı sıra, ABD ve AB’nin kimi ülkelerinde soğuk duş etkisi yarattı. V. Putin’in Münih’teki çıkışının altında yatan asıl olgulardan biri de ABD’nin, Rusya’nın “arka bahçesi” olarak gördüğü Kafkas ülkelerine yönelik sürdürdüğü çeşitli faaliyetlerdir.
Hatırlanacağı gibi ABD ve müttefikleri bu coğrafyada bir dizi iç kargaşalıklarla Avrasyacı rejimlerin yerine “Kadife ve Turuncu devrimler” ile kendilerine yakın duran rejimleri iktidarlara taşımayı hedeflediler. Ancak bunda başarılı olmasalar da bu yöndeki faaliyetler çeşitli biçimlerde devam ediyor.
Geleceklerini Avrasya’da gören Batı emperyalizmi, Avrasya’nın denetim ve hakimiyetini Rusya’ya bırakmaktan yana değil. Bu yüzden başta ABD olmak üzere Batı merkezleri Asya, Balkanlar ve Doğu Avrupa’da Rusya’nın etrafını çeviriyor. Üstelik bu alanlarda ABD’nin kurmaya çalıştığı füze savunma sistemleri, askeri üs ve radar sistemleri ile Rusya etrafındaki kuşatma ile Avrasya üzerindeki Rus egemenliğini kırmaya, kendi egemenliklerini pekişmeye çalışıyorlar. Çünkü ABD’nin ve diğer merkezlerin geleceğini belirleyecek olan Avrasya ve Ortadoğu, başta ABD olmak üzere emperyalist-kapitalist sistemin geleceğini ve onun 21. Yüzyıl’da dünyanın hakim gücü olarak kalıp kalmayacağını da belirleyecektir.
ABD 21. Yüzyıl’da hakim güç olarak kalabilmenin yollarının Avrasya’ya hakim olmaktan geçtiğini çok iyi biliyor ve ona göre bugünden Avrasya’nın etrafını kuşatmaya çalışıyor.
Avrasya deyip geçemeyiz; birçok yönüyle dünya olup, emperyalist-kapitalist sistemin geleceğini ve kaderini belirleyecek bir coğrafyadır. Keza bu coğrafyanın bağrında barındırdığı fosil enerji zenginliğin yanı sıra, demografik yapısı oldukça önemlidir ve dikkat çekicidir.
Bu coğrafyanın demografik yapısı, dünya nüfusunun büyük bir kesimini teşkil ettiği için ve artı hızla büyüyen ekonomisi ile kapitalizmin geleceğinin istikbali bu coğrafyada yatmaktadır. Bundan böyle bölgede uluslararası emperyalist güçler arasında kıran kırana güç mücadelesi kızışmakta.
Bu vesileyle 1995’te bu bölgenin jeopolitik önemine değinen Moskowskije Nowosti gazetesi, Hazar havzası etrafında yer alan Kafkasya’ya yönelik şöyle bir tespitte bulunmuştur: “Yeni bir dünya savaşı kararı verecek olan Kafkas bölgesidir. Bu bölge 25 milyar ton petrolün yanı sıra stratejik noktaların ele geçirilmesinin imkanını veriyor. Ve bu bölgenin kaybedilmesi bölgenin karakterine acı verecektir. 21. Yüzyıl’ın geleceğine yönelik, çatışma ve istikbal konusunda ise bu bölge karar verecek”. (Aktaran Willi Gerns, Unsere Z
eit, 6 Nisan 2007)
Bu coğrafyanın sahip olduğu zengin fosil kaynaklarının yanı sıra, tarihi İpek Yolunun bu coğrafyanın içerisinde bulunması ve yine bu bölgenin sahip olduğu deniz ve ırmaklar ile bu kaynakların dünya pazarlarına aktarılmasında merkezi bir rol oynamaktadır.
Dünya enerji koridorunun güzergahlarının ve enerji boru hatlarının ana merkezlerinin burada bulunması ve Avrupa’dan Çin’e kadar olan coğrafya üzerinde ulaşım sağlamasıyla stratejik bir öneme sahiptir.
Velhasıl bu bölge dünyayı bir iplik düğümü gibi birbirine bağlayan bir coğrafyadır. Bu özelliğinden dolayı da bölge herkes için büyük bir jeopolitik ve jeostratejik özelliğe sahiptir. Bölgenin bu özelliğinden dolayı, bugün ABD ve Batı merkezlerince ne kadar hayati önem taşıyorsa, bunun iki katı ölçüsünde, Rusya ve Çin için de hayati önem taşımaktadır.
Bu vesileyle bölgede ABD ve Batı merkezlerinin yanı sıra, Rusya ve Çin’in her geçen gün etkinliklerini artırması, giderek AB, ABD Japonya, Rusya ve Çin gibi güç merkezleri arasındaki kavgaları kızıştırıyor.
Kafkas sınırları içerisinde yer alan sadece Kazakistan’ın (Orta Asya’nın coğrafik olarak en büyük ülkesi) Rusya ile 7.700 kilometre sınırdaş olması ve aşağı yukarı Çin ile de aynı sınırdaş uzunluğunu paylaşması onun bölgedeki önemini daha da artırmaktadır. Bu stratejik ve jeopolitik öneminden dolayı ABD çeşitli yollarla bölgenin diğer yerlerinde olduğu gibi, Kazakistan’ı da denetim altına almaya çalışıyor. Bu durum başta Rusya’nın tarihi sınırlarına müdahale olduğu gibi, onun etrafını daraltarak, Çin’i de Batı Sibirya’dan kuşatmaktır.
Bu gelişmeler karşısında 1996’da Rusya ve Çin’in öncülüğünde bir araya gelen Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın oluşturduğu Şanghay beşlisi, 2001 yılında Özbekistan’ın da katılması ile biraz daha güçlenmiştir. 2005 yılından itibaren Hindistan, İran ve Pakistan’ın örgüte gözlemci olarak katılmaları, AB ve ABD’nin Avrasya’ya yönelik egemenlik stratejisine karşı bölgesel bir güç birliğini oluşturmuştur. Avrasya coğrafyasında, coğrafyanın sahipleri tarafından oluşturulan bu birlik, ABD ve AB cephesini oldukça rahatsız etmektedir.
ABD ve Batı merkezlerinin bölgeye yönelik saldırgan emellerine karşılık, bölge devletlerinden oluşan Şanghay beşlisi başlangıçta ekonomik işbirliği çerçevesinde oluşmuş olsa da, bugünkü süreçte savunma işbirliğini de kapsar hale gelmiştir. “Birliğin herhangi bir ülkesine yapılacak herhangi bir dış müdahale, örgütün tüm üyelerine yapılmış olarak” kabul edileceği açık hükmü bunu açık olarak göstermektedir. Birliğe üye devletler, ekonomik işbirliğinin yanı sıra, son yıllarda giderek düzenli hale getirdikleri ortak askeri tatbikatlar ile de savunma alanında da ortak hareket etmekteler.
Özetin özeti olarak Napolyon’dan bu yana Batı merkezleri Ortadoğu ve Afrika başta olmak üzere Avrasya’nın fosil enerji kaynaklarına yönelik emel ve amaçlarını gerçekleştirmek için asırlardır jeopolitik ve stratejik noktaların ele geçirilmesi babında birbirleri ile savaşları dahi göze almışlardır.
Çok uzaklara gitmemize gerek yok. Hitler Almanya’sının büyük Avrupa macerasının yarattığı yıkımın altında yatan amaçlardan biri de Avrasya’nın (Doğunun) zengin enerji kaynakları üzerinde “Büyük Avrupa”nın egemenliğinin kalıcılaşmasıydı.
Bugün de birçok yönüyle uluslararası kolektif emperyalist merkezlerin hedefinde Avrasya, yani Doğu’nun hakimiyet altına alınması bulunmaktadır. Bu merkezler bölgenin pastasının paylaşımında kimi yerde tek başlarına kimi yerde de kolektif olarak hareket etmekteler.
ABD’nin yanı sıra, Batı’nın AB’si de kendine has Avrasya stratejisini oluşturmuş veya daha derinlemesine oluşturmaya çalışıyor. Şu an Almanya öncülüğünde ilerleyen Avrupa Birliği’nin dış siyasetinin öncelikleri arasında yer alan Avrasya politikası çok yönlü işliyor. Özellikle Almanya’nın dönem başkanlığında bölgede yapılan zirve ve işbirliği gibi çeşitli anlaşmalar doğrultusunda önümüzdeki Haziran ayında (2007) Brüksel’de liderler düzeyinde yapacakları zirvede, AB’nin Avrasya’ya yönelik yeni stratejisini görüşüp karara bağlamaya çalışacaklar. Bu zirvede özellikle Rusya’nın Orta Asya ülkeleri üzerindeki etkinliğinin nasıl kırılacağı ve Rusya’dan bağımsız enerji temini hedefini görüşeceklerdir.
Gelinen aşamada ABD nasıl Doğu’nun fosil enerji kaynaklarına ihtiyaç duyuyorsa, AB’nin söz sahibi emperyalist merkezlerinin de başta Rus enerjisi olmak üzere, Avrasya’ya olan enerji bağımlılığı artmaktadır. Bu anlamda Avrupa Birliği devletleri her ne kadar ileri teknolojiden yararlansalar da, halihazırda Rus ve Avrasya enerjisine olan bağımlılıktan kısa süre içerisinde kurtulamazlar.
Yine bu meyanda Almanya başta olmak üzere, kimi AB ülkelerinin ABD’nin dış politikalarına yakın duruşları, AB’nin akıl hocalarının Birliğe yönelik “AB’nin, ABD’den ayrı Rus stratejisi üretip Rusya ile işbirliğinin sürdürülmesi AB çıkarlarına en uygun olanıdır” eleştirilerine hedef oluyor. Çünkü AB’nin bu akıl hocalarına göre, AB’nin Avrasya’ya yönelik ve “kendi geleceği” için oluşturulan strateji aksamamalıdır.
Sermayenin politik memurları dönem dönem mütekebbir davranıp sivri açıklamalarda bulunsalar da, Avrupa’nın Rusya ve Doğu’nun enerjisine ihtiyacı var. Tersinden de Rusya ve Avrasya enerji kaynaklarının pazarlara ihtiyacı vardır. Bu vesileyle Rusya ve AB arasındaki ilişkiler yara alsa da bir çıkmaz sokağa girmesi beklenmemelidir.
Ancak mağrur Batı merkezleri her şeyin kendi denetimlerinde olması babından hareket ettikleri için var olan ilişkilerin süreç içerisinde zorluklar içinde ilerleyeceği de gözden kaçmamaktadır.
Rusya eksenli Avrasya sorunu Batı merkezleri ile Rusya arasında, Almanya’da Haziran’da yapılacak G-8 zirvesinde de tartışılacaktır.
Toparlarsak, süreç içerisinde bölgedeki bu gelişmelerin Ortadoğu’da birçok cepheden yansımaları olacaktır. Özellikle ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Rusya ziyareti, AB-Rusya zirvesi ve Dick Cheney’in Ortadoğu’ya geliş dönemine denk gelen, ABD’nin İran’la 28 Mayıs’ta görüşeceğinin kamuoyuna yansıması konusu sorgulanması gereken bir noktadır.
Yine İran’ın üçüncü bir kanaldan görüşmek için defalarca yinelediği talebine bugüne kadar tüm kapıları kapatan ABD cephesinin, şimdi mavi boncuk uzatması da dikkat çekici bir gelişmedir.