Son bir yıldaki tembelliğimden olsa gerek yazmak istediklerimi “hemen” yazamadım. Örneğin sendika.org için Genelkurmay’ın “esnek darbesi” üzerine başladığım yazıyı bitiremedim. TÜSAM sempozyumundan döndükten sonra, yine sendika.org için yazmayı düşündüğüm yazıyı yazamadım. Bu iki “önemli” olaya rağmen, bugün Galatasaray-Fenerbahçe maçındaki olayları “değerlendirmek” bana daha cazip geldi. Üstelik, Eski Ankara’nın “göbeği” olan Ulus’ta bir patlama olmuşken!… (Bu […]
Son bir yıldaki tembelliğimden olsa gerek yazmak istediklerimi “hemen” yazamadım. Örneğin sendika.org için Genelkurmay’ın “esnek darbesi” üzerine başladığım yazıyı bitiremedim. TÜSAM sempozyumundan döndükten sonra, yine sendika.org için yazmayı düşündüğüm yazıyı yazamadım. Bu iki “önemli” olaya rağmen, bugün Galatasaray-Fenerbahçe maçındaki olayları “değerlendirmek” bana daha cazip geldi. Üstelik, Eski Ankara’nın “göbeği” olan Ulus’ta bir patlama olmuşken!… (Bu patlamaya dair düşüncelerimi www.kizilbayrak.net’e yazdığım için bir kez de burada yenilemenin doğru olmayacağını düşündüm) 20 Mayıs’ta, Ali Sami Yen’de yaşananlar aslında Eski Ankara’nın “göbeği” Ulus’ta olanların da habercesi olarak kabul edilebilir. Gerekçeler, amaçlar farklı olsa da bir “durumu” göstermek açısından…
“Orta sınıf”a mensup sıkı bir Galatasaraylı olmasam da bir taraftar olarak Ali Sami Yen’de olanları, madalyonun bir yüzü olarak “göstermeğe” çalışacağım. Bu giriş, bir bakıma sorunu anlamak açısından bir ilk yorum olacak. Madalyonun ikinci yüzünde ise “fitbol”un ne kadar değiştiğini, kentler ve takımları üzerinden, hatta belediyeler üzerinden “göstermeğe” çalışacağım. Ali Sami Yen’de yaşananlar ile “fitbol”un son yirmi yıldaki kentler düzeyinde temsil edilen futbol takımları üzerinden bir “değişimi” anlamaya çalışacağım.
I. Önce Taraftar Vardı, Sonra da Taraftar Olacak (mı?)
1963 doğumlu biri olarak, çocukluk çağımızı aşarken başarılarından olduğu kadar canlı renklerinden dolayı da taraftarı olduğumuz Galatasaray’ı 1970’li yıllardaki tüm kötü günlerine, 14 yıl şampiyon olamama gibi “başarılarına” rağmen terk etmedik. Öyle olduğu için de Fener medyasının “büyüttüğü” hadise nedeni ile bırakacak halimiz yok. Hıncal Uluç’un yaptığı gibi bir şova ihtiyacımız yok! “Netekim” geçen yıl tüm olanaksızlıklara rağmen daha iyi oynamış bir takım bu yıl “nedense” çok daha kötü oynamış, geçen yılın performansını gösterse altı hafta önceden şampiyonluğunu ilan edecek, bir prestij maçında bile aklı yerine kaslarını “çalıştırarak” seyircisini “çileden” çıkarmıştır. Ne var ki, bu yıl Galatasaray yönetimi, futbol takını teknik heyeti ve futbol takımı gibi taraftarı da iyi bir performans göstermemiştir. Örneğin, Kadıköy’de Gerets’in kaşı yarılmışken, bu yıl Zico sapa sağlam çıkmıştır. Örneğin, Kadıköy’de Mondragon atılan bombalar nedeni ile uzun süre oynayamayacak halde kalmışken, Fener kalecisi Serdar tirbünlerle dalga geçmiştir. Örneğin, Kadıköy’de atılan her çakmak, su yerini bulurken, Ali Sami Yen’de Necati ve arkadaşları atılan sulardan nasibini almıştır. Tabi, bir de Galasaray’ın Genelkurmay Başkanı Paşası yoktu, bu nedenle tribün savaşında da Kadıköy’e yenik düşülmüş olunabilir!… Kuşkusuz, asker kaçağı, ama NATO ihalelerinin gediklisi bir başkana da sahip değildi Galatasaray. Bir de Federasyon’a “ihanet” etmiş, “özde olmayan sözde” bir Kulüpler Birliği Başkanı olan başkana sahip olan takımdı Galatasaray.
Böyle olunca futbolun da adaleti olmuyor işte. Örneğin Fener’in ikinci golünün kaynağı olan faul, eğer faul ise zaten “top oynamaya” gerek yok. Zira maçta bundan daha sert hareketlere iki takım için de hakem faul çalmadı. Kaleci Serdar’ın tuttuğu top çizgi içi miydi dışı mıydı anlayamadık! Nedense, kimse de “oynat” demedi. Böylece, bir hakem faciası da var mıydı anlayamadık.
Elbette Galatasaray’a ceza verilmelidir. Bu ceza bel değil on beş maç olmalıdır. Ama, Fener’e verilen ve Trabzon ile İzmir’de oynadığı maç gibi olmalıdır. Galatasaray önemli maçlarını İzmir’de geri kalanlarını Ankara ve İzmit’te oynamalıdır. Böylece, Kadıköy’ün adaletsizliği tecil edilmiş olur, bu yıl Fener’e verilen cezaya uygun bir ceza ile de Galatasaray cezalandırılır!… Var mı itirazı olan? Yok!… Öyleyse madalyonun öteki yüzüne bakalım.
II. Futbol’da Tekelleşme ve Futbolun Ekonomi Politiği Üzerine Notlar
“Şaka”yı bir kenara bırakıp, futboldaki dönüşüm üzerinden Türkiye’yi “çözümleyebilir” miyiz? Bu sorunun yanıtların ararken, yeni sorulara ihtiyacımız var. Öyleyse başlayalım.
Futbol tarihi açısından baktığımızda neden belli yıllarda sonu… Demir Spor ile biten takımlar bir dönem futbolun başa güreşen takımları idi. Son örnek Adana Demir Spor üzerinden tartışmak anlamlı olabilir mi? Peki bu sorunun devamı, neden şimdi pek çok Belediye takımı, eskinin … Demir Sporları kadar önemli? Nasıl oldu da bir Belediye takımı “süper lig”e çıkacak kaynaklara sahip oldu, nasıl oldu da pek çok belediye takımı kendi liglerinde en iyi yerlerde oluyor. Bunun Türkiye’nin ve yerel yönetimlerinin dönüşüm ile bir ilgisi olabilir mi? Varsa, nasıl bir ilişkidir bu? Neden, … Demir Sporlar habire küme düşerken, neden … Belediye Sporlar habire küme yükseliri hatta süper lige çıkar? Marx, “bir sorunuz varsa, yanıtınız da var” der. Elbette bizce yanıtı belli. Biliyorum ki sizce de belli, bu nedenle bu soruyu yanıtlamıyorum. Ama yerel yönetim çalışan siyaset bilimcilere, kentleşmecilere bu sorunun daha ayrıntılı bir yanıtını vermek düşüyor olsa gerek. Kuşkusuz, “sipor” sosyolojisinin de konusu olabilir. Hatta, “sipor” yazarlarının da…
Bir başka soru, neden eski sanayi kenti Çukurova’nın gözbebeği Adana’nın, görkemli liman kenti koca İzmir’in tek bir takımı, büyük nüfuslarına da rağmen, “süper” ligde değildir de Kayseri’nin iki takımı bu ligde oynayabilir, Manisa’nın, Denizli’nin, Sivas’ın birer takımı bu ligde oynayabilir. Ankara’nın üç olan takım sayısı neden dörde çıkar? Bu işlerin hiç mi iktisat politikası ile, yerel yönetimlerdeki gelişmeler ile “filan” ilgisi olmaz?
Soruların yanıtlarını uzmanlarına bırakıp, biz bir kez daha Ali Sami Yen’e dönelim. Kimdir bu “asiler”, bu “Vandallar”? Cerideler, bunlar orta sınıfa mensup, iyi para kazanan, statü sahibi insanlar diyor! Demek ki, orta sınıf, meydanlardan sonra bir de öfkesini, Batıya açılan bir pencere olan bir Lise’nin adını taşıyan takımın “sıradan” bir maçında ortaya koymuştur. O zaman yeniden düşünmek lazım mı?
Spor sadece spor, futbol sadece futbol olmasa gerek. Ali Sami Yen’in “asileri” , futbol liglerinin kaybolan eski takımları, yükselen yeni takımları ve kentlerin özellikleri bize başka şey anlatıyor. Bir de meseleye buradan bakmakta yarar var. Zira, bu değişim sınıfsal çözümlemeler açısından baktığımızda çok önemli ipuçları veriyor. Marx’ın o büyüleyici merakını bir de buraya yöneltmekte sakınca olmasa gerek!