Emniyet, Sular İdaresi’nin üzerindeki otomatik tüfekli kişilerin ‘arama yapan polisler’ olduğunda ısrarlıydı. Oysa alanın bu binadan tarandığını belirleyen jandarmalar, Sular İdaresi’nin üzerinden 20 kişiyi yakalayıp tutanakla polise teslim etti. Ama bu kişileri yargılananlar arasında gören olmadı ERTUĞRUL MAVİOĞLU, RUHİ SANYER Taksim Meydanı’nda görev yapan askerlerin ifadeleri, Sular İdaresi’nin üstünden kitlenin tarandığı iddialarını destekler nitelikteydi. Jandarma […]
Emniyet, Sular İdaresi’nin üzerindeki otomatik tüfekli kişilerin ‘arama yapan polisler’ olduğunda ısrarlıydı. Oysa alanın bu binadan tarandığını belirleyen jandarmalar, Sular İdaresi’nin üzerinden 20 kişiyi yakalayıp tutanakla polise teslim etti. Ama bu kişileri yargılananlar arasında gören olmadı
ERTUĞRUL MAVİOĞLU, RUHİ SANYER
Taksim Meydanı’nda görev yapan askerlerin ifadeleri, Sular İdaresi’nin üstünden kitlenin tarandığı iddialarını destekler nitelikteydi. Jandarma Komando Birlik Komutanı Üsteğmen Abdullah Erim savcılığa verdiği ifadede, “Su deposunun üzerinden silah seslerinin geldiğini ve dinamit atıldığını, el bombası, taş sopa fırlattıklarını görerek bölüğümle deponun üzerine koştum” diyordu. Astsubay Üstçavuş Mehmet Çağlar’ın ifadesi de farklı değildi. Nitekim ortaya çıkan fotoğraf ve kamera görüntüleri, Sular İdaresi üzerinden kitleye ateş açan uzun namlulu silahlı sivillerin varlığını inkâra yer bırakmayacak somutlukta gösterdi. İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan da olayların ardından gazetecilerin sorularını yanıtlarken, “Herkes kaçarken sular idaresinin üzerinde gezinenler vardı” diyerek yine aynı silahlı kişilere işaret ediyordu.
Gözaltına alınanlar nerede?
İfadelere göre, komando bölüğü derhal Sular İdaresi’ne giderek bomba atanlara müdahale etti ve burada bulunanlardan yaklaşık 20 kişiyi gözaltına aldı. Ama önemli olan bundan sonrası ne olduğu. Jandarmalar gözaltına aldıkları bu kişileri polise teslim ettiklerini söylüyorlar, bunu Sular İdaresi’nin bekçileri de doğruluyordu. Fakat gözaltına alındıkları tutanaklarla tespit edilen bu kişiler yargılamamın hiçbir aşamasında ortaya çıkmadı. Jandarma komandolar tarafından gözaltına alınan bu kişilerin hemen bırakıldığı anlaşılıyordu. Olaylar sırasında İstanbul Emniyet Müdürlüğü 1. Şube’de başkomiser olan ve Emniyet içindeki hızlı tırmanışıyla tanınan Mete Altan, Sular İdaresi üzerindeki silahlı sivil kişilerin ‘arama’ yapan polisler olduğu iddiasındaydı. Altan, 20-25 dakika sonra Sular İdaresi’nin üstüne çıktıklarını belirtiyor ve şöyle diyordu:
“Ben ve arkadaşlarım dama çıktığımızda dip tarafta uçta birkaç şahıs gördük. Ellerimizdeki tomsonlarla atışa hazır vaziyette onlara doğru yürüdük, ayağa kalkmalarını söyledim. Ayağa kalktıklarında 15 kişi olduklarını gördüm. Arama yaptık, bir silah bulamadık.”
Fotoğrafa rağmen inkâr sürdü
Sular İdaresi’nin üzerindeki silahlı kişilerin fotoğrafları Halkın Yolu adlı dergide yayımlanmış olmasına karşın Altan gibi Emniyet Müdürü Nihat Kaner de Sular İdaresi’nden ‘ateş açılmadığı’ konusunda ısrarlıydı. Kaner, onca görgü tanığının aksine, Sular İdaresi’nde boş mermi kovanları bile bulunmadığını söylüyordu. Kaner’e göre de fotoğraftaki silahlı kişiler ‘arama yapan sivil polisler’di. Kaner aradan 10 yıl geçtikten sonra da 1 Mayıs katliamıyla ilgili soruları benzer bir dille yanıtlayacaktı. Kaner, kısa bir süre 1 Mayıs davasında savcı olarak görev yapan Çetin Yetkin’e, “Ben öyle inanıyorum ki, polisin çok güçlü ve büyük tertibatı ile çok daha müessif olayların meydana gelmesi önlenmiş, polis güvenlik güçleri duruma hâkim olmuştur. Benim bu konudaki görüşüm, polisin çalıştığı ve vazifesini yaptığı merkezindedir” diyecekti.
Otelin ölüm odaları
Tanıkların ifadelerine göre, katliam sırasında kitlenin üzerine ateş açılan merkezlerden birisi de Intercontinental Oteli’ydi. Otelin güvenlik amiri eski emniyet müdürlerinden Mehmet Akzambak’ın, 1 Mayıs’tan bir-iki gün önce ‘olaylar çıkacağı’ gerekçesiyle otelin alana bakan yüzündeki bütün odaları boşalttığı sır değil. Dahası, Akzambak’ın olaylardan sonra, “Ben bir şey görmedim, terasta denizi seyrediyorum” dediği de biliniyor.
Otelin personel müdürü Timuçin Alganer’e göre otelin 215 ve 216 numaralı odalarına gazeteciler, 213 ve 713 numaralı odalarına güvenlik güçleri, 310 numaralı odasına da MİT görevlileri yerleşmişti. Savcı Muhittin Cenkdağ, 512 ve 613 numaralı odalarda yaptığı incelemede içeriden dışarıya atılan mermilerin deliklerini saptamıştı. Dönemin Oleyis Sendikası İstanbul Şube Başkanı Ali Kocaman’ın otel çalışanlarından edindiği bilgiye göre de, askerlerin ve kameramanların görev yaptığı dördüncü katın dışında kalan, ‘yetkililerin’ yerleştiği hemen her odadan dışarı doğru ateş edilmişti.
Otelin alana bakan yüzündeki kurşun delikleri, göstericilerin de ateşe karşılık verdiklerini gösteriyordu. Savcı Muhittin Cenkdağ beşinci kattaki 512 numaralı oda ile altıncı kattaki 613 numaralı odalarda bulunan kurşun deliklerini şu sözlerle değerlendiriyordu:
“Bu katlarda camlarda delikler bulundu. Dışarıdan ateş edildiği gibi o demektir ki buradan da oraya ateş edilmiş. Durup dururken o meydandakiler niye o binaya ateş ediyorlar?”
1 Mayıs katliamı sonrasında ortaya atılan bir başka iddia da, sahte pasaportlu dört ABD’li ile ilgiliydi. Kanıtlanamamış olan bu iddiaya göre, muhtemelen CIA mensubu olan bu ABD’liler, provokasyonda üzerlerine düşen görevi yerine getirdikten sonra pasaport kontrolüne bile girmeden Türkiye’yi terk etmişlerdi.
* * * * *
Alanda iddianameye göre 34, DİSK’e göre 36 ölü var
1 Mayıs 1977 katliamını soruşturan savcılık, ölü sayısını 34 olarak belirledi. Buna göre, öldürülenlerin 9’u öğrenci, 7’si öğretmen, 6’sı memur, 3’ü işçi, 9’u ise serbest meslek sahibiydi. Savcılık tespitlerine göre ölenlerden 35 yaşındaki bir erkeğin kimliği ise belirlenememişti. İddianamede kimliği belirlenenlerin isimleri şöyleydi:
Meral Özkol, Mültezim Oltulu, Ahmet Gözükara, Ziya Baki, Bayram Eği, Diran Nigiz, Ramazan Sarı, Hacer İpek Saman, Hamdi Toka, Nazan Ünaldı, Jale Yeşilnil, Bayram Çatak, Rasim Elmaz, Mahmut Atilla Özbelen, Leyla Altıparmak, Ercüment Gürkut, Kenan Çatak, Mustafa Elmas, Hatice Altun, Kahraman Alsancak, Kadriye Duman, Aleksandros Konteas, Hüseyin Kırgın, Mehmet Ali Gençe, Ali Sıdal, Ömer Narman, Sibel Açıkalın, Garabet Ahyan, Hikmet Özkürkçü, Nazmi Arı, Kadir Balcı, Niyazi Darı.
Ancak DİSK’in Basın Danışmanı Fahrettin Erdoğan şimdiye kadar üzerinde kimsenin pek fazla düşünmediği önemli bir noktaya dikkat çekti. Erdoğan, katliam sonrası sendikaların yapmış oldukları tespitleri savcılık soruşturmasıyla karşılaştırarak gerçek ölü sayısının 42 olduğu sonucuna vardı. Erdoğan öncelikle DİSK’in katliamdan tam bir yıl sonra hazırladığı ‘Anıları Yaşayacak’ başlıklı afişle savcılığın iddianamesinde yer alan isimleri karşılaştırdı. DİSK’in afişinde adı geçen 36 kişiden Ali Yeşilgül, Mustafa Ertan, Yücel Elbistanlı, Tevfik Beysoy, Bayram Sürücü, Özcan Gürkan ve Hülya Emecan isimleri savcılık iddianamesinde yer almıyordu. Buna karşılık iddanamede yer alan kimliği belirsiz bir kişi ile Ali Sidal, Hatice Altun, Ramazan Sarı, Mürtezim Ortulu isimleri de DİSK’in hazırladığı listede yer almıyordu. Erdoğan saptamalarını şöyle sürdürüyor:
“DİSK’in listesinden 7 kişi iddianamede, iddianamedeki 5 kişi de DİSK’in listesinde yok. Bunlar karşılıklı toplandığında her iki listede ölü sayısı 41 kişiye yükseliyor. 1 Mayıs 1977’den 15 gün sonra yayınlanan Devrimci Yol dergisinin 2. sayısında ‘Bir Mayıs Şehitlerinin Kanları Yerde Kalmayacak’ başlıklı yazıda 27 kişilik bir isim listesi yer alıyor. 26 kişinin yukarıdaki her iki listede de adı geçen Devrimci Yol listesinde bir isim daha veriliyor ki, bu isim diğer iki listede de bulunmuyor: Mehmet Ali Kol. Yani, elde
ki listelerin tamamını doğru kabul edecek olursak, 1 Mayıs 1977 Katliamı’nda 42 kişinin öldürüldüğü sonucu çıkıyor karşımıza.”
* * * * *
‘Bu büyük tezgâhı sezmiş olsaydık alana gitmezdik’
Ahmet Sami Bölek, 1 Mayıs katliamı öncesi ve sonrasında çok tartışılan, ‘Maocu’ diye adlandırılan Halkın Kurtuluşu grubunun gençlik örgütü Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği’ndendi. Şimdi Evrensel gazetesinin sahibi olan Bölek’e göre, Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ve Halkın Birliği üçlü ittifakı, kimi gazetelerin iddialarının aksine bırakın provokasyon yaratmayı, olaylar başladığında henüz alana yaklaşmış bile değildi. Bölek o gün yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
Şişli Siyasal Bilimler Yüksek Okulu’nda öğrenciydim ve Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği’nin (YDGD) Beşiktaş Şubesi’ne üyeydim. 1 Mayıs öncesinde, ‘Maocu bozkurtlar olay çıkaracak, o yüzden alana girmesinler’ şeklinde bir hava yaratılmıştı. Biz de bunun karşısında “1 Mayıs kimsenin tekelinde değildir. İşçi sınıfından yana olan herkes alanda yer almalıdır, biz de alanda yerimizi alacağız” diyorduk. Bizim gruplar, üç koldan Taksim’e doğru yürüyüşe gidecekti. Bunlardan birincisi Beşiktaş’tan, ikincisi Şişli’den ve üçüncüsü Saraçhane’den Taksim’e harekete geçecekti.
Ben Saraçhane’de toplanan gruptaydım. Önümüzde de birkaç sendikanın korteji vardı. Daha önce ittifak halinde olduğumuz Halkın Sesi-Aydınlık grubuyla o aralar aramız açıktı. Zaten onlar ‘provokasyon olacak’ diyerek 1 Mayıs’a katılmama kararı aldıklarını açıklamıştı. Sabah saatlerinden itibaren yürüyüş başladı. Üçlü ittifak kortejinin en önünde Halkın Kurtuluşu olarak biz yürüyorduk. Daha ilk anlardan itibaren önümüzdeki sendika kortejlerinin yürüyüşü ağırlaştırması ve bize karşı tehditkâr tutumları dikkatimizi çekti.
Henüz alana girmemiştik ki…
Akşam 18.00 sıralarında bizim kortej Tarlabaşı’nı geçip tam alana girecekken bir anda silahlar patlamaya başladı. Ben en ön sıralardaydım ve henüz alanı görememiştik. Bir anda silahlar atılmaya başladı. Başlangıçta bu kurşunların nereden atıldığını kestiremedik. Bizim üzerimize de ateş edildiğini fark edince önce bir dağınıklık yaşandı ama hemen toparlandık. Bulunduğumuz yerden alanda neler olduğunu göremediğimiz için olayın vehametini saatler sonra evlerimize gittikten sonra öğrendik. İlk kurşunun bizim bulunduğumuz Tarlabaşı yönünden atıldığına ilişkin iddialar da var ama ben bunu ne doğrulayabilirim, ne de yalanlayabilirim. Çünkü ortalığın karışmasıyla polisler bizim de üzerimize panzerlerle saldırdılar. Her taraftan ateş ediliyordu. Geriye gidemiyorduk, arkadan gelen kortejler öne doğru müthiş bir basınç yapıyordu. Biz de mecburen Talimhane’ye doğru yöneldik.
Binalardan da siren sesi geldi
Sanki yaratılan kargaşa önceden tasarlanmış gibiydi. Örneğin Taksim Ziraat Bankası’ndan sirenler çalmaya başladı, her tarafta canavar düdükleri, patlamalar, silah sesleri, tüm bunlar müthiş bir hengame yaşandığı hissi uyandırıyordu. Görmediğimiz için alanda neler yaşandığını bilmiyorduk ama Tarlabaşı ile Talimhane arasında polis panzerleriyle aramızda büyük bir çatışma yaşandı. Bu sırada yaralanan arkadaşlarımız oldu. Alanda yaşananları bilmediğimiz için eve giderken kendi aramızda espriler bile yaptığımızı anımsıyorum, “Nasıl da polisin hakkından geldik” diye. Olayların ne kadar vahim boyutta olduğunu ise ancak eve geldiğimizde anlayabildik.
Kontrgerillayı göz ardı ettik
Olaylar olmasa, alana girebilseydik, TKP’liler ya da DİSK’lilerle çatışma yapmak üzere herhangi bir hazırlık yapmış değildik. Çok çok taşlı sopalı bir kavga çıkardı belki. Ama bizim 1 Mayıs’ı kitlesel biçimde kutlamak dışında başka bir amacımız ve hazırlığımız yoktu. Bu anlamda her iki taraf da durumu eksik değerlendirerek devleti ve kontrgerillanın hazırladığı tertibi gözardı etti. Böylesi büyük bir tezgâh olabileceği, yaşanan gerginliğin katliamı gerçekleştirenler tarafından kullanılabileceği hesaplanabilseydi, belki de doğru olan alana hiç gitmemekti. Ama sonra gerçek katilleri teşhir etmeyi başardığımızı düşünüyorum.