2007, Afrika ülkelerinin bağımsızlaşmasının ellinci yıldönümüne işaret ediyor. İngiliz sömürgesi Altın Kıyısı’nın bağımsız Gana devletine dönüşerek, Sahra-altı Afrika diye adlandırılacak bu bölgede bu statüyü kazanan ilk sömürge olması 6 Nisan 1957’ye denk düşmektedir. Kurtuluş mücadelesini kazanan bu hareketin lideri Kwame Nkrumah idi. Dünya bu günü Afrika tarihinde büyük bir dönüm noktası olarak selamladı ve Accra’daki […]
2007, Afrika ülkelerinin bağımsızlaşmasının ellinci yıldönümüne işaret ediyor. İngiliz sömürgesi Altın Kıyısı’nın bağımsız Gana devletine dönüşerek, Sahra-altı Afrika diye adlandırılacak bu bölgede bu statüyü kazanan ilk sömürge olması 6 Nisan 1957’ye denk düşmektedir. Kurtuluş mücadelesini kazanan bu hareketin lideri Kwame Nkrumah idi. Dünya bu günü Afrika tarihinde büyük bir dönüm noktası olarak selamladı ve Accra’daki kutlamalara katılmak üzere liderlerini buraya gönderdi. Büyük Britanya Kent Prensesini ve başbakanı Sir Harold Macmillan’ı gönderdi. Birleşik Devletler başkan yardımcısı Richard Nixon’u yolladı.
Ben de şahsen o günlerde Accra’daydım ve şenliklerin oldukça iyimser ve olumlu havasına ve de Gana’da ve tüm Afrika’da kıtanın geleceğine dair hissedilen yaygın iyimserliğe tanık olabildim. Nkrumah “ilk istediğimiz siyasi egemenliği kurmak ve geri kalan her şey bunun arkasından gelecektir.” dedi.
Gana’nın bağımsızlığını, 1958’de Gine’nin Fransız yörüngesinde kalmayı açıkça reddetmesi ve 1960’larda toplamı altmışı bulan bir dizi devletin bağımsızlaşması takip etti. 1960 yılı “Afrika’nın yılı” adıyla anılır oldu. 1960’da aynı zamanda Kongo krizi yaşandı. Bu, bağımsız Afrika’daki ilk iç çatışmaydı ve Avrupalı askerlerin bağımsızlık sonrası Afrika’ya ilk “yeniden girişi”ydi. Bununla ilk kez Afrikalı bir devlet başkanı -başbakan Patrice Lumumba- suikasta uğradı.
Her şeye rağmen, “Afrika’nın özgürleşmesindeki düşüş eğrisi” birkaç yıl daha sürdü, ta ki yerleşimci-egemen Güney Afrika -Portekiz sömürgeleri Angola ve Mozambik, yerleşimcilerin kontrolünde kendi kendini bağımsız ilan eden Rodezya (şimdiki Zimbabwe), Güney Afrika kontrolündeki Güneybatı Afrika devleti (şimdiki Namibya) ve Avrupalıların kayırıldığı Güney Afrika- maden zenginliği denen sert kayaya çarpana kadar. Tüm bu devletlerde bağımsız Afrikalı hükümetleri kurmak da bir yirmi yıl alsa da, bu gerçekleştirildi.
Bu sırada, 1957-1960 döneminin verdiği rahatlık, askeri darbeler, iç savaşlar ve hatta devletlerarası savaşlar, artı, 1970 ve 1980lerin petrol fiyatlarındaki yükselmeden kaynaklanmaktan öte bu sebepten kışkıran ciddi ekonomik sıkıntılar gibi yeni gerçeklere yol açtı. Afro-iyimserlik Afro-kötümserliğe dönüştü. Siyasal bağımsızlık “geri kalan her şey”i çözememişti. Nkrumah yanılıyor muydu?
Bizzat Nkrumah, sömürgeciliğin sona ermesini, Afrika ülkelerinin batı Avrupa ve Kuzey Amerika’ya ekonomik bağımlılıklarından kaynaklanan bir yeni-sömürgeciliğin izleyeceği konusunda uyarmıştı. Nkrumah’ın reçetesi, çıtayı yükseltecek bir Afrika Birliğiydi. Afrika kavramının boyutunun Kuzey Afrika’yı da içine alacak biçimde yeniden tanımlanmasını yönlendiren kişidir. Fakat Afrika Birliği hareketiyle oluşan bu dağ 1960larda, zayıf bir yapıyı; Afrika Birliği Örgütü (OAU) denen fareyi doğurdu. OAU sonra Afrika Birliği adını alsa da, güçlenemedi.
Orada burada gerçekleşen küçük ekonomik gelişmeleri saymazsak 2007’de Afrika’nın genel politik ve ekonomik tablosunun 1957’deki umut ve beklentileri karşılamadığı görülüyor. Genel olarak istatistikler, Afrika’nın tüm kıtalar içinde en düşük performansa sahip kıta olduğunu gösteriyor. Belki, birkaç yerde siyasal manzarada canlanmalar görülebilir fakat genel olarak tüm devletler, kendi yönetimlerine karşı muhalefeti kaldıramayan ve kendi insanının gelişmesi için hiçbir şey yapmayan yozlaşmış politikacıların elindedir.
Afrika elli yıl sonra neye benzeyecek? Kesin bir şey söylenemese de bazı mantıklı açıklamalar getirilebilir. Öncelikle, işlerin daha da kötüye gitmesi zor olur. Devletler arasındaki fiili hiyerarşi içinde Afrika Devletleri, her yönden en dipte duruyor. Daha genç nesiller bu gerçeğe iki şekilde tepki veriyor. Bazıları göç ediyor, bazılarıysa yeni hareketleri yapılandırmaya, ikinci dalga ulusal kurtuluş mücadeleleri inşa etmeye başlıyor.
İkinci olarak, jeopolitik manzara 2057’de çok farklı olacağını söyleyebiliriz. Birleşik Devletler ve Fransa’nın Afrika manzarasına doğrudan müdahale yetisi neredeyse yok olmuş olacak. Kimileri bunların yerini yeni dış müdahillerin; Çin veya hatta Brezilya gibi, alacağını söylüyor. Bu inanılmaz görünse de tamamen imkânsız değil. Dahası, önümüzdeki yirmi beş yılda Afrika’daki göreli politik ihmalkârlığın kendi lehine işleyeceğini, yeni-kurtuluş hareketlerinin oluşmasına ve ilerlemesine yol açacağını düşünüyorum. Bu hareketler 1957-2007 arası Afrika tarihini iyi incelerse ekonomik yapının dönüştürülmesi ve iç sınıf kutuplaşmasıyla mücadele edilmesi için neler yapılabileceği konusunda daha ciddi hareketler geliştirebilirler.
Nkrumah 1957’de bağımsızlık kutlamalarını yönetmeden evvelki yıllarda, kendisinin içerideki daha muhafazakâr muhalifleri onu destekleyenleri alaya almış ve onlara “Veranda çocukları” adını takmışlardı. Bu isim, militanların çoğunun sürekli kalacak yeri olmayan ve diğer insanların evlerinin verandaları altında uyumak zorunda kalan göreli yoksul kentliler olmasından geliyordu. Bu, Afrika ulusçuluğunun, Afrika yazınının genelinde görünmeyen önemli bir sınıf mücadelesi unsuru içermesiyle en parlak devrini yaşadığını bize göstermektedir. Sınıf bilinci belki yeniden Afrika siyasetinde merkeze oturabilir. Bu gerçekleşirse, modern dünya-sistemdeki yapısal kriz ve ürettiği kaotik jeopolitik ve dünya-ekonomik şartlar düşünüldüğünde, Afrika’daki hareketlerin dünya siyasi mücadelesinin yarattığı çıktıda bugün çoğumuzun tahmin edebileceğinden çok daha büyük bir rolü olacağı görülebilir. En azından biz bunu umuyoruz.
1 Mayıs 2007
[binghamton.edu adresinden Açalya Temel tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]