Çok hızlı bir mülksüzleşme var. Tarımdan tarım dışına yoğun işgücü akıyor. Mülksüz sınıf yüzde 68’i buldu. İstanbul’da ücretli oranı yüzde 80’e yakın. Gerçek işsizlik yüzde 22. Her 3 ücretliden 1’i kaçak, kayıt dışı çalıştırılıyor. İmalat sanayinde büyüme var, istihdam yok, reel gelirler düşüyor.. Türkiye, yeni bir 1 Mayıs işçi bayramına hazırlanırken, işçilerin(işi olan-olmayan mülksüzlerin) görünümü […]
Çok hızlı bir mülksüzleşme var. Tarımdan tarım dışına yoğun işgücü akıyor. Mülksüz sınıf yüzde 68’i buldu. İstanbul’da ücretli oranı yüzde 80’e yakın. Gerçek işsizlik yüzde 22. Her 3 ücretliden 1’i kaçak, kayıt dışı çalıştırılıyor. İmalat sanayinde büyüme var, istihdam yok, reel gelirler düşüyor..
Türkiye, yeni bir 1 Mayıs işçi bayramına hazırlanırken, işçilerin(işi olan-olmayan mülksüzlerin) görünümü nasıl? İşçi sınıfının nitel ve nicel görünümüne 2007 itibariyle bakıldığında neler görülüyor? Nicel gelişmenin neresindeyiz? Sınıfın nitel gelişiminin neresindeyiz ? Panoramik bir fotoğraf..Önce niceliksel gelişim.
Doludizgin Mülksüzleşme
Türkiye, küreselleşmenin getirdiği bütün çarpıklıklarla beraber çok hızlı bir mülksüzleşme sürecini de beraberinde yaşıyor.
Tarımdaki küçük üreticiyi toprakta oyalayan desteklerin IMF buyruğu ile kaldırılması ve tarım girdilerindeki hızlı fiyat artışı ile ürün fiyatlarının baş edememesi sonucu kırlarda mülksüzleşme doludizgin sürüyor ve kentlerde işsizler ordusu hızla büyüyor. Tarımdaki ücretsiz aile işçisinin 2000 yılında toplam istihdamda yüzde 21.2 olan payının çok kısa sürede 2006’da yüzde 14,3’e kadar indiği görülüyor. Kırdan yoğun bir kopuştur bu. Aynı dönemde, ücretli sayısının 10,4 milyondan 12,6 milyona çıkması(ki bu iş bulabilenlerdir, işsizleri saymıyoruz, doludizgin bir işçileşmenin, daha doğrusu mülksüzleşmenin yaşandığını ortaya koyuyor.
İşsizlik ürkütücü
Önce işi olan ücretlilerden söz edelim.
2006 sonu itibariyle Türkiye sivil nüfusu 73 milyon 600 bin dolayında. TÜİK’in bu nüfustan “işgücü”(yani açık işsiz, ücretli,işveren,kendi hesabına çalışan) olarak saptadığı nüfus 24,7 milyon. Bunların 2,6 milyonu işsiz. Ücretli nüfus, yani işçi sınıfı 12,7 milyon. Böyle alınca, ücretlilerin, toplam çalışanların yüzde 57.4’üne yaklaştığını görüyoruz. Ancak, burada TÜİK’in tanım tuzağına düşmemek gerek. TÜİK, 3,3 milyonluk bir nüfusu “işgücü” ordusuna katmıyor. Kim bunlar ? Bunlar, umudunu yitirdiği için iş aramayan ama iş bulursam çalışırım diyenler, mevsimlik işçiler, part-time,iğreti işlerde çalışanlar(eksik istihdam). Bu 3,3 milyon işsize, 2,6 milyon olarak tanımlanan açık işsiz eklendiğinde işsiz sayısı 6 milyona yaklaşıyor ve gerçek işgücü de 24,7 milyondan 27,3 milyona çıktığı için, işsizlik oranı da resmen bildirilen yüzde 10 yerine yüzde 22’ye yaklaşıyor.
Özetleyelim: 2006 sonu itibariyle 12,7 milyon işi olan ücretli , 2,6 milyon açık işsiz ve 3,3 milyon “sayılmayan işsiz”..İşi olan ve olmayan mülksüzlerin toplamı 18,6 milyona ulaşıyor. Bunu 27,3 milyonluk işgücüne oranladığımızda mülksüz sınıfın oranının yüzde 68’e çıktığına tanık oluyoruz. Evet, Türkiye’de her 100 kişiden 68’i mülksüz sınıftan. Bu 68’in de 22’si işsiz, 46’sı iş sahibi. Yani neredeyse her 2 çalışan ücretliye 1 işsiz düşecek kadar işsizliğin devasa boyuta çıktığı bir tarihteyiz..
Mülksüz sınıfın oranı Türkiye geneli için yüzde 68’e yaklaşırken İstanbul, Ankara gibi metropollerde daha da yüksek. Örneğin, TÜİK’in tanım çarpıtmalarına dokunmadan, istihdam içinde ücretli oranlarının bölgesel durumuna baktığımızda ücretli çalışanların toplam işgücüne oranı 2006’da İstanbul’da yüzde 79, Ankara’da yüzde 75,Bursa-Eskişehir-Bilecik’te yüzde 70, İzmir’de yüzde 68 dolayında.
• Sayıları 12,7 milyona ulaşan iş sahibi ücretlilerin sadece yüzde 4’ü tarım kesiminde. Dolayısıyla proleterlik tamamen tarım dışına kaymış durumda .
• İş sahibi proleterlerin 4 milyona yakını herhangi bir sosyal güvenlik şemsiyesinden yoksun yani kayıt dışı çalıştırılıyor. Bu, her 3 ücretliden 1’inin kayıt dışı çalıştırılması demek.
• Ücretlilerden 3 milyonu “işçi” ve “memur” sıfatlarıyla kamu kuruluşlarında çalıyorlar. Başka bir ifade ile her 3 ücretliden 2’si özel kesimde.
Reel gelir kaybı, yoksullaşma..
Son yıllarda derinleştirilerek uygulanan sıcak paraya dayalı büyümenin olmazsa olmaz koşulu olan düşük kur politikası, sermayenin emek-sermaye bileşimini emek aleyhine geliştirdi ve düşük kurla yapılan ithalat emeğe tercih edildi. Bu durumun da kamçıladığı yoğun işsizlik, patronlarca emeğin insafsızca kullanımını da getirdi. Sadece imalat sanayine bakıldığında reel ücretlerde son 4 yılda yüzde 25’e varan düşüşler yaşandı.
İmalat sanayinde üretimin son dört yılda yüzde 33 gibi oldukça yüksek bir artış kaydettiğini görülüyor. Buna karşılık, üretimde çalışan sayısındaki artış yüzde 2.5’te kaldı. Yani üretim artışı istihdam yaratamadı.
İşgücü yerine makine kullanılarak gerçekleşen üretim artışı sonucunda işgücü başına üretim, yani “verim” hızla arttı. Sektörde çalışanların reel ücretleri, yani enflasyondan arındırılmış, TL cinsinden kazançları ise yüzde 2.4 oranında düştü. Yani işgücü, “verim artışından “hiçbir pay alamadı.
Bu gelişmeler sonucunda imalat sanayinde bir birimlik üretim için gereken ücret gideri reel olarak yüzde 25 oranında düşmüş. Bu durumda sektörde kârların önemli ölçüde artması beklenirdi. Ancak bu dönemde reel sektörde kârlar da pek artmadı. Bastırılan ücretler, ucuz ihracata, Türkiye’den ithalat yapan başta AB ülkeleri olmak üzere dış sermayedarlara yaradı.
Kazanç düştükçe buna uyum sağlamak için önce kayıtdışı çalıştırma ve işten çıkarma arttı. Yine de imalat sanayi kazandırmadı. Artan tempoda işletmeler tasfiye oluyor. Türkiye’nin imalat sanayi birikimi hızla eriyor, milyonlarca proletere her gün yenilerini ekleyerek..
(İzleyen yazı : Türkiye İşçi sınıfının nitel profili)