Eskiden «işsiz» deniyordu. Sonradan Latin Amerika ülkelerinde işsiz işçi örgütlenmeleri kuruldu, gündeme damga vurdu. Avrupa’da ve Türkiye’de hâlâ «işsiz» deniyor ama, Latin Amerika’da iyice yerleşti «işsiz işçi» kavramı. Arjantin’deki piqueteros hareketinin liderlerinden Luis d’Elia’nın sözleri bence önemli: «Biz işsizler hareketi değil, kapitalizmin işsiz bıraktığı işçiler hareketiyiz». İşsiz işçi olur mu, bana kalırsa olur. Hatta şöyle […]
Eskiden «işsiz» deniyordu. Sonradan Latin Amerika ülkelerinde işsiz işçi örgütlenmeleri kuruldu, gündeme damga vurdu. Avrupa’da ve Türkiye’de hâlâ «işsiz» deniyor ama, Latin
Amerika’da iyice yerleşti «işsiz işçi» kavramı.
Arjantin’deki piqueteros hareketinin liderlerinden Luis d’Elia’nın sözleri bence önemli: «Biz işsizler hareketi değil, kapitalizmin işsiz bıraktığı işçiler hareketiyiz».
İşsiz işçi olur mu, bana kalırsa olur. Hatta şöyle soralım: İşsiz işveren oluyor da, işsiz işçi neden olmasın?
Türkiye’deki bazı işverenler şirketlerini kaybettiler. Ama kimse onların artık burjuva sayılamayacağını söylemiyor. Çünkü hem o kültüre, dünyaya, zihniyete aitler, hem de çıkarları o sınıfla beraber. Örneğin işsizlik ödeneği yasasının çıkmasını değil, batık şirketlerin patronlarının affedilmesini istiyorlar. Şu an geçimlerini sağladıkları paranın kaynağında da yine işveren geçmişleri var.
Kuşkusuz, bir işçi için de geçerlidir bunlar. Bir işçi işten atılırsa ne olur? İşçilik yapacak yeni bir yer arar, geçici işler kovalar, işçilik yapan yakınları sayesinde geçinir. İş güvencesi yasası hâlâ onun çıkarınadır. Peki öyleyse neden işçi değil de işsiz diyoruz?
Birincisi, işçi sınıfına karşı ideolojik bir saldırı var burada. İşçilerin önemli bir çoğunluğunun kapitalizm yüzünden sürekli iş değiştirmek zorunda kaldıkları, yaşamlarının bir kısmını çalışarak, bir kısmını iş arayarak geçirmeye mecbur bırakıldıkları gizleniyor. Sanki işsizler ayrı bir sınıfmış, işe yaramaz ve yardıma muhtaç aylaklarmış izlenimi uyandırılıyor. İkincisi, maddi bir saldırı söz konusu. İşçi sınıfının büyük mücadelelerle elde ettiği kazanımları işten çıkarıldığınız anda kaybediyorsunuz. Sendikalar işsiz kalanları örgütlemiyor, sosyal sigortanız uçup gidiyor. Öyle bir mekanizma kurulmuş ki, haklarınız onlara en fazla ihtiyaç duyduğunuz anda siliniyor. Bu tam da, «itfaiye henüz yanmamış evlerden sorumludur, yanan evlere karışmaz», «sağlıklılar doktor çağırabilir ama hastaların böyle bir hakkı yoktur» demek gibi bir saçmalık.
Türkiye’de işsizler değil, güvenceli çalışma hakkına daima saldırılan bir işçi sınıfı vardır. Eğer işçi sınıfının tüm kesimleri bir an önce tek cephede örgütlenmezse, güvenceli çalışanların sayısı giderek azalacağı için sendikalar pek yakında örgütleyecek tek bir işçi dahi bulamayacaklar. İşsiz işçi örgütlenmelerini inşâ etmek için daha ne bekliyoruz ki?
ACİL TALEPLER
Herkese Asgari Gelir Güvencesi
Türkiye’de herkese asgari gelir güvencesi sağlamak hemen şimdi mümkün. Bu konuda Derya Sazak’ın Milliyet gazetesindeki yazısına göz atalım (17 Haziran 2005):
«Türkiye’de, Brezilya örneğindeki gibi yoksullukla mücadelede başvurulan ‘asgari gelir desteği’ partilerüstü bir politika olarak uygulanabilir mi? Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Türkiye Sorumlusu Yeşim Oruç Kaya, Sohbet Odası’nda bu hafta asgari gıda gereksinimlerini bile karşılamaktan uzak yoksul kitlelere yönelik yardım programıyla ilgili olası maliyet hesaplamalarını açıklamıştı. Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politikalar Forumu tarafından çıkarılan tahmini verilere göre, yoksulluk sınırındaki herkese ayda 100 dolarlık gelir desteği sağlanmasının bütçeye maliyeti yılda 4.3 milyar doları buluyor. Bu da toplam ulusal gelirin, sadece yüzde 1.78’ini oluşturuyor.»
Kapanan İşyerleri İşçi Yönetimine
Patronları tarafından kapatılan işyerlerinin işçi yönetimine alınarak üretime geri sokulması adeti Arjantin’de yaygınlaşmış, bu yolda verilen mücadele Buenos Aires kentinde bir yasa
çıkmasını sağlamıştı. Venezüella’daysa bu uygulamayı hükümet destekliyor. Kredi ve devlet teşvikleriyle gelişen işyerlerinin sonra sırf işveren öyle istedi diye kapanması, iş aletlerinin çürümeye terk edilmesi, ulusal ekonominin zarar görmesi, insanların işsiz bırakılması kabul edilemez. İşten çıkarma yasaklanmalı, terk edilen işyerleri oraya sahip çıkanlara bırakılmalıdır.
NASIL BİR ÖRGÜTLENME?
İşgâl Et, Diren, Üret
Brezilya’da tarım tekelleriyle rekabet edemeyerek topraklarından olan küçük çiftçiler ve tarımcılık şirketlerindeki işlerinden atılan, iş bulamayan kır işçileri birleşmiş, topraksız işçiler hareketini yaratmışlardı. Bunun kentli bir versiyonu da Arjantin’deki piqueteros hareketiydi. Kentsel bir toprakta alternatif konut ve üretim seçenekleri yaratan işsiz işçiler hareketinin yanı sıra, Arjantin bir de işgal fabrikaları hareketiyle tanıştı. Bir işyeri veya toprak parçasını işgal etmek, orada direnişe geçmek ve üretmek, Türkiye’ye de gayet uygun düşüyor.
Tek Sınıf, Tek Sendika, Tek Yumruk
Arjantin’de Menem yıllarında bürokratik CGT’den kopan sendikaların kurduğu CTA, işsiz işçilerin de örgütlendiği bir kitlesel konfederasyon olması bakımından önem taşıyor. Mahalle örgütlerinin, işsiz işçi ve piqueteros topluluklarının kendi bağımsızlıklarını korumak kaydıyla katıldıkları CTA, bu açıdan ilginç bir deneyim.
Dayanışmacı Ekonomi
Brezilya’da iflasa yüz tutan küçük üretici ve esnafın birleştiği dayanışmacı ekonomi ağları toplumsal hareketin önemli bir parçasına dönüştü. Türkiye’deyse aynı ihtiyaç denize düşen yılana sarılır misali faşist çeteler ve dinci tarikatları besliyor.
Ulusal Kampanya
İşsizliğe yol açan politikalara karşı kampanyalar son on yılda pek çok Avrupa ülkesinde etki yarattı. Sendikacıların 1993’de Fransa’da kurduğu AC! hareketi İşsizliğe Karşı Avrupa Yürüyüşü örgütlenmesine katıldığı 1997’den itibaren sosyal cephenin kayda değer bileşenlerindendi. Benzeri bir harekete Türkiye’de ne kadar ihtiyaç duyulduğu açık.