Cumhurbaşkanlığı seçimi giz perdesi altında kaldıkça heyecan katsayısı artıyor, gerilim zirve üstüne zirve yapıyor. Başbakan Erdoğan “bizim de elbette bir taktiğimiz var” diyor, o kadar, gerisini getirmiyor. Bütün bir ülke o taktiği çözmeye çalışıyor, senaryo üstüne senaryo yazılıyor. Hani insanın “benim neyim eksik, bir senaryo da ben yazayım, ya tutarsa” diyesi geliyor. Nitekim benimkisi dün […]
Cumhurbaşkanlığı seçimi giz perdesi altında kaldıkça heyecan katsayısı artıyor, gerilim zirve üstüne zirve yapıyor. Başbakan Erdoğan “bizim de elbette bir taktiğimiz var” diyor, o kadar, gerisini getirmiyor. Bütün bir ülke o taktiği çözmeye çalışıyor, senaryo üstüne senaryo yazılıyor. Hani insanın “benim neyim eksik, bir senaryo da ben yazayım, ya tutarsa” diyesi geliyor.
Nitekim benimkisi dün sabah geldi, öyle aniden, sabah mahmurluğunu üstümden atmak için suratıma bir avuç su çarpar çarpmaz geldi. İlk heyecan geçer geçmez, önce senaryomun şöyle bir dışına çıktım, bir de dışardan baktım, ölçtüm-biçtim, mevcut alternatifleriyle karşılaştırdım, baktım fena durmuyor, kamuoyu ile de paylaşayım dedim.
Bu senaryonun anahtar kavramı “taktik”. Ön kabulümüz de şu: Taktik çözülürse gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. İlk elde yanıtı bulunacak soru gayet basit: Erdoğan’ın taktik kavramına atfettiği öznel anlam nedir; taktikten neyi anlar? Hemen belirteyim ki, bir senaryonun başarısı verdiği yanıtların değil fakat sorduğu soruların doğruluğu ile yakından ilgilidir. Rakip senaryoların bir çoğu yanlış sorulara verilmiş doğru yanıtlardan oluşmaktadır. Evet, yukarıdaki sorunun yanıtı Erdoğan’ın öznel anlam evreninin içinden çıkacaktır. O halde ikinci soru: Erdoğan’ın anlam evreninin kurucu unsurları nelerdir? Burada topu topu üç unsura rastlıyoruz: Kasımpaşalılık, imamlık ve topçuluk. Şimdi bunlara özlüce bakalım. Bir sosyo-kültürel bağlam olarak Kasımpaşalılıkla taktik çizilmez, racon kesilir, burası açık, Kasımpaşalılığın Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki etkisi “bizim de kendimize göre bir taktiğimiz var (icabında)” sözünün edildiği yere kadardır.
İmamlık bağlamına gelince; taktikten ziyade retorikle ilgili gibi görünmekle birlikte bağrında “takıyye” adı verilen bir taktiği taşıyabildiği de bilinmektedir. Ne var ki, “takıyye” niyetle ilgili bir taktiktir; niyet edilmiş eylemle gerçek niyeti gizlemek söz konusu edildiği için de, sanıldığı kadar, güçlü bir taktik değildir. İnsanlar ( bu arada takıyyeciler de) kendi tarihlerini kendi arzu, istek ve niyetlerine göre yapıyor olsalardı, o zaman tamam, imamlık bağlamının bu taktiği epey iş yapardı. En azından Marx’dan beri insanların kendi tarihlerini nasıl yaptıklarını biliyoruz.
Bir sosyal bağlam olarak topçuluk ise, malum, taktiğin harman olduğu yerdir. Erdoğan’ın az toprak saha tozu yutmadığını biliyoruz; saha tozu yutmanın sahne tozu yutmaktan daha az etkili olmadığı kesindir; (bu mukayesede benim öznel deneyimim payı büyüktür) o toz ciğerden temizlense bile zihniyet haritasındaki çöküntüsü bakidir. Uzatmayalım, “taktik” kavramı çerçevesinde öznel anlam dünyasının ilgili bağlamını tespit ettik: Futbol.
İlgili soru şu: Erdoğan için bugünkü cumhurbaşkanlığı seçimi, bir futbol maçındaki hangi estanteneye daha çok benzemektedir? Bildiniz, beleşten (hadi tartışmalı diyelim) kazanılmış penaltıya. Demek ki, penaltı kullanma taktiği çözülürse, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı taktiği de büyük ölçüde aydınlanmış olacaktır. Bu sanıldığı kadar kolay değildir. Genel olarak futbolu bilmek yetmez, bir de bizim Türk topçusunu bilmek, tanımak gerekir. Bizimkiler için adından söz ettirecek bir penaltının sadece golle sonuçlanması yetmez; nasıl atıldığı daha önemlidir; bizde övgüye değer olan iki penaltı kullanma tarzı vardır; ya “göstere göstere atarsın” ya da “ters köşeye yatırırsın”. İşte Erdoğan’ın “bizim de bir taktiğimiz var elbette” dediği taktik, daha ötesi değil, bu iki taktikten biri olacaktır. Geldik yazının başlığındaki soruya: Göstere göstere mi, ters köşe mi? İlki güç göstergesidir, ikincisi top tekniği ve kurnazlık.
Bütün bir Türkiye, muhalefeti ve taraftarlarıyla, Erdoğan’ın “göstere göstere” taktiğini uygulayacağı ya da uygulaması gerektiği düşüncesindedir. Bu taktik çerçevesinde ise iki senaryodan bahsedilmektedir, ya köşke Erdoğan çıkacaktır ya da silik ve güdümlü bir ismi çıkartacaktır. Benim senaryom ise Erdoğan’ın ters köşe taktiği uygulayacağı öngörüsüne yaslanmaktadır. Bu taktik neticesinde ortaya çıkacak isim, öyle bir isim olmalı ki, Batı (AB) ve vahşi Batı (ABD) ayakta alkışlamalı, “tehlikenin farkında mısınız?” cephesi “varlığınız tehlike” şeklinde algılanmalı ve dağılmalı ve nihayet yandaşları ise “kurnaz imamlarına” iman tazelemelidir. Bu sonuçları almak için önerilecek adayın ilk özelliği kurulu düzenin öz evladı olmasıdır. Bununla birlikte Türkiye’nin genel vizyonu ve temel ekonomi politikalarda AKP ile oydaşması da şarttır. Siyasi tecrübesinin sıfır olması, paranın hukuku dışında hukuk tanımaması da aranan özelliklerdendir. Bu gerek şartlara ilaveten yeter şart olarak da karizmatik, dokunulmaz ve zengin (pek zengin) olması sayılabilir. Var mı böyle bir aday? Elbette var. Eğer bu senaryo tutarsa o gün geldiğinde dinleyeceğiniz biyografi şöyle başlayacaktır:
“1930 yılında Ankara’da doğdu. İlk öğrenimini Ankara’da, orta ve lise öğrenimini Robert Kolej, yüksek öğrenimini ise Johns Hopkins University (A.B.D.) B.A. Endüstriyel Sevk ve İdare Bölümü’nde yaptı. Rotaryen olup, Devlet Üstün Hizmet Madalyası ile de ödüllendirildi. Evli ve üç erkek çocuk sahibidir. İyi derecede İngilizce bilir.” Adı mı? Ne önemi var, boş verin.