Bir millet, o milletin organize olmuş unsurları, kurumları, bir cumhurbaşkanından ne bekler? Anayasa (m. 104) bu beklentileri veciz bir biçimde özetliyor: “Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk milletinin birliğini temsil eder; anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” Dün cumhurbaşkanlığına adaylığını koyan Abdullah Gül bu görevleri yetkinlikle yerine getirebilecek bir […]
Bir millet, o milletin organize olmuş unsurları, kurumları, bir cumhurbaşkanından ne bekler? Anayasa (m. 104) bu beklentileri veciz bir biçimde özetliyor: “Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk milletinin birliğini temsil eder; anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.”
Dün cumhurbaşkanlığına adaylığını koyan Abdullah Gül bu görevleri yetkinlikle yerine getirebilecek bir siyaset adamıdır. Bugüne kadar yürüttüğü hizmetlerde gösterdiği hassasiyeti, ‘devletin başı’ olduğu andan itibaren, Türk milletinin birliğini sağlayıp devlet organlarının anayasal çerçeve içerisinde düzenli ve uyumlu çalışmasını gözeterek sürdürecektir. Bir Cumhuriyet Bayramında (29 Ekim 1950) doğmuş olan Abdullah Gül, Cumhuriyet yönetimi olmasaydı o makama aday olamayacağının da bilinci içerisindedir.
Umarız, son birkaç ayı cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinde tartışarak geçirmemize yol açan muhalefet de, Abdullah Gül’ün ülke için olduğu kadar kendileri için de bir ‘fırsat’ teşkil ettiğinin farkındadır.
Gül’ün aday gösterilmesi, hangi yönden bakarsanız bakınız, Ak Parti açısından muhalefete atılan bir ‘uzlaşma’ buketidir. Tayyip Erdoğan’ın aday olmayışında kendisi ve partisi açısından yaptığı muhasebenin de etkisi muhakkak var; ancak tercihte muhalefetin aleyhte görüşlerinin de rol oynadığı belli. Yalnızca kendisi aday olmamakla kalmadı Tayyip Erdoğan, hükümetin en ağırlıklı şahsiyetinden mahrum kalmayı da göze aldı. Aday olarak Abdullah Gül’ün belirlenmesini, muhalefet, kendi eseri sayabilir.
Böyle sayacaklar mı acaba?
Muhalefetten gelen ilk tepkiler hayli karışık. ANAP ve DYP milletvekilleri, Abdullah Gül’ün adının aday olarak açıklanmasından sonra seçim sürecinde Meclis’ten uzak durmakta hayli zorlanacak, ayak sürümekte ısrar ederlerse yaklaşan seçimde tavırlarını tabanlarına izahı başaramayacaklardır. CHP lideri Deniz Baykal’ın ilk tepkisinde ise anlayış da var, aldırmazlık da; gerilim politikalarının partisinin işine gelmeyeceğini görüp kendisine uzatılan buketi o da kabul etmelidir…
Türkiye muhataralı bir dönemden geçiyor. Global planda yaşanan altüst oluşlara paralel olarak Türkiye de dönüşüyor. Etrafımızdaki çok yönlü ihtilâflar ülkemizi sürekli tetikte durmaya zorluyor. İçeride de giderek çözülen bir toplumsal yapı ile kırılganlığı iyice belirginleşmiş bir siyasal çerçeve var. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı bu tabloya cevap teşkil ediyor: Global planda yaşanan altüst oluşlardan haberdar, etrafımızdaki ihtilâfların çözümüne katkıda bulunmuş, toplumsal yapıyı onarabilecek siyaseten ılımlı biri Abdullah Gül…
Türkiye’nin şu aşamada ihtiyacı olduğu türden bir cumhurbaşkanı olduğu kesin…
Cumhurbaşkanını tek başına seçebilecek Meclis çoğunluğuna sahip Ak Parti; ilk iki turda olmasa bile üçüncü turda bunu sağlayabilir… Ancak, Meclis’in bütününün -oylarıyla olmasa bile genel kuruldaki varlıklarıyla- Türkiye’nin 11. cumhurbaşkanının seçimine katkıda bulunması şık olacaktır; özellikle o makama gelmesi beklenen kişi Abdullah Gül ise…
Ak Parti ve Başbakan Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda gerçekten özverili davrandı; muhalefetin de seçim sürecinde aynı türden bir davranış sergilemesini beklemek çok mu hayalcilik olur?
Yeni Şafak