14 Nisan’dan 29 Nisan’a Ne Yapmalı?-Nezih Geçler(vatanpostasi.org) 14 Nisan Ankara’sı + 29 Nisan İstanbul’u => Sıfır mı? 14 Nisan Ankara’sı + 29 Nisan İstanbul’u => 1 Mayıs + 19 Mayıs Türkiyesi mi? 14 Nisan Ankara Cumhuriyet Mitingi hem sayısal hem de içerik olarak sadece son yılların değil, belki Cumhuriyet tarihimizin en önemli halk toplantısı oldu. […]
14 Nisan’dan 29 Nisan’a Ne Yapmalı?-Nezih Geçler(vatanpostasi.org)
14 Nisan Ankara’sı + 29 Nisan İstanbul’u => Sıfır mı?
14 Nisan Ankara’sı + 29 Nisan İstanbul’u => 1 Mayıs + 19 Mayıs Türkiyesi mi?
14 Nisan Ankara Cumhuriyet Mitingi hem sayısal hem de içerik olarak sadece son yılların değil, belki Cumhuriyet tarihimizin en önemli halk toplantısı oldu. Bundan önceki benzer mitinglerin başlıca ortak özellikleri şöyle özetlenebilir:
1- Tipik bir “Atatürkçü” söylem olarak, halkçılık ve bağımsızlıktan kopuk bir soyut dayatma olarak “laiklik isteriz” duasına çıkılırdı.
2- Mustafa Kemal’in mavi gözleri, sarı saçları, Selanikte güneş gibi doğduğu, Samsun’a küçük bir tekneyle çıkar çıkmaz Anadolu’yu aydınlattığı, (ne idüğü, kim olduğu unutturulmuş bir) DÜŞMAN’ı İzmir’de denize döktüğü, şöyle dahi bir devlet adamı, böyle süper bir asker olduğu kafamıza kakılırca ezberletilmeye çalışılırdı. “Nereden baksa güzel, nereden baksan güzel” laflarla halkın belleği ve kurtuluş savaşının içi boşaltılırdı.
3- “Mollalar İran’a”, laik Türkiye, Çankaya laiktir laik kalacak gibi gardrop Atatürkçülüğünün seçkinci ve temelsiz slogan ve parolalarından başka her türlü halk talebinin ve ekonomik-demokratik hak ve özgürlüklerin dile getirilmesi adeta yasaklanırdı. “İmtiyazsız ve sınıfsız bir kitleyiz” sıkıyönetimi altında icazetli ve halka yukardan bakan yaşlı ve asık suratlı “Atatürkçü”ler; “eğer bir sosyalizm gerekirse onu da biz kurarız, halk geri dursun!” edasıyla imtiyazlı pozlarda, ortalıkta kuş uçurtmazlardı. İlk kuvayi milliyeciliğimizin sınıfsız ve ayrıcalıksız bir toplum kurma amacına yönelik söylemi böylece yoksul halka karşı bir silaha dönüştürülürdü.
4- Ekonomik ve sosyal adalet kavramından, egemen sınıflara mensup bir avuç parababasının yoksul sınıflara ve halk tabakalarına karşı yürüttüğü acımasız sınıflar savaşından, sömürüden, baskıdan, uluslarüstü sermayenin yerli ortakları ile birlikte halkımızı ve ülkemizi nasıl sömürgeleştirip köleleştirdiğinden hiç bahsedilmezdi. İşçi sınıfının ve diğer yoksul halk kesimlerinin acil taleplerinden, sendikal haklar ve örgütlenme özgürlüğünden, kooperatifleşme ve üretici köylü kesimlerimizin taleplerinden, asla söz edilmezdi. Cumhuriyetin, demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün fabrikalara, tarlalara, adliyeye, polise, üniversiteye, hapishanelere nasıl gireceğinden hiç bahsedilmezdi. Müslümanın “asrı saadet”e nostalji gözyaşları döktüğü gibi, “10 yılda 15 milyon genç” şöyleydik, böyleydik diyerek mevcut durum görmezlikten gelinirdi. Böylece uluslarüstü mali sermayenin “yerli” ortakları olan Koçların, Sabancıların halkımıza ve ülkemize karşı kurduğu ve işlettiği sömürü ve kölelik düzeni görmezlikten gelinirdi. Hatta çağdaşlık ve Atatürkçülük adına desteklenirdi. Bizim sözde Kemalistlere göre Demirel gibi, Özal gibi birinin Cumhurbaşkanı olmasında hiçbir sakınca yoktu.
Örnekler çoğaltılabilir.
Peki 14 Nisan’da ne oldu? Kim aynen tüm bunların 14 Nisan’da da tekerrür ettiğini iddia edebilir? Gerek Alpaslan Hoca’nın, gerek Birgül Hoca’nın konuşmasını izleyen, dinleyen, o konuşmaya halkın katılımı ve tepkisini gören, duyan insanlar 14 Nisan’ın bir dönüm noktası olduğunu, artık Atatürkçüyüm, Cumhuriyetçiyim diyenler için de demagoji döneminin kapandığını, yapılması gerekenin Atatürk’ü övmek ve yere göğe koyamamak değil, en azından onun yaptıklarını yapmak, ilk kuvayi milliyecilerimizin bıraktığı yerden başlamak olduğunu söylüyorlar artık ve haklılar da.
Artık Atatürkçüyüm, Kemalistim diyenlerin de önünde iki yol var: Ya yoksul halk kesimlerimizle birlikte gerçekten tam bağımsız bir demokratik cumhuriyeti kurmak ve korumak ve geliştirmek ya da emperyalizmin ve yerli ortaklarının maşası olup eyaletleri yapmak istedikleri bu topraklarda onların fedaisi olmak. Sınıflarüstü bir ulusalcılığın, vatanseverliğin ve laikliğin olamayacağını artık herkes anlamalıdır. Tabi sosyalistlerin ulusalcı, vatansever ve laiklik savunucusu olamayacağını iddia edenlerin de, eğer “görevli” değillerse, yeniden alfabeye dönüp okuma-yazma öğrenmeye başlamaları gerek…
14 Nisan’ın dayattığı tüm bu gelişmelere karşın gardropçular ve “Meşhur Atatürkçüler” boş mu duracaklardı. Koç holdingin dolaylı dolaysız ilişki içinde olduğu kişi ve kuruluşlar, TEMA vakfının dolaylı dolaysız etki alanında olan, AB’nin akıllanmasını, ABD’nin, BO planlarını Türkiye ile bilikte yapmasını bekleyen Çağdaş Mandacılar ne güne duruyor? “Bir miting de biz yapalım” dediler. Böylece, Çevik Bir nasıl “balans ayarı” yaparak ordu gençliğinin tepkisinin başını bağladıysa; bu İstanbul Efendileri de Ankara halk kuvayi milliyesinin başını Türkan Saylanlarla, Natoya bağlılık yemini etmiş fosil paşalarla, Tuncay Özkanlarla bağlamaya çalışacaklar.
Bunu tersine çevirmeliyiz. Eğer İstanbul’da, bir 29 Nisan Cumhuriyet mitingi yapılacaksa, bunun başında ya da merkezinde istanbul işçi sınıfı olmalıdır. Bu, istanbul işçi sınıfının ve onun doğal liderlerinin boynunun borcudur. Lenin’in ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin ısrarlı taleplerine rağmen Kurtuluş Savaşımıza şaşı bakmakta direnen o zamanın işçi liderlerinin ve İstanbul sosyalistlerinin kentdaşları olanlar; bugün, yıllarca sonra da olsa, bir özeleştiri yapma hakkını kullanarak sosyalizmin ve işçi sınıfının yüceliğini dosta-düşmana göstermeleri gerekir.
Onun için, ilk kurtuluşumuzun ve bağımsızlığımızın simgesi olan bayraklarımız ile, kalpaklı Mustafa Kemal posterleri ile, gerçek dostumuz ve müttefikimiz Sovyetler Birliği’nin bayrakları, onun kurucusu Viladimir İliç Lenin’in posterleri ile, Güney Amerika’nın Mustafa Kemal’i olan Bolivar’ın, Chavez’in, Fidel’in, Che’nin posterleri ile, Suriye, Irak, İran, Kuzey Kore, Vietnam ve Küba bayrakları ile haydi 29 Nisan Cumhuriyet yürüyüşüne.
1- Sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması,
2- Memurlara grevli toplu sözleşmeli sendikal hakların alınması,
3- Başta GAP olmak üzere tüm tarım alanlarında üretici köylümüzün kooperatif örgütlenmesi seferberliğinin başlatılması ve toprak reformunun gerçekleşmesi,
4- Ziraat Bankası’nın Köy Koop, Köy Kalkınma gibi üretici köylü kooperatiflerine, Şekerbankın Pankobirlik ve şeker pancarı kooperatiflerine devredilmesi,
5- Halk bankasının TESK ve esnaf birlikleri ve kefalet kooperatiflerine devredilmesi,
6- Özelleştirilme kapsamındaki tüm kamu kuruluşlarının, tesislerin ve tarım arazi ve işletmelerinin ilgili halk kesimlerimizin sendikalarına, üretim ve işletme kooperatiflerine terkedilmesi,
7- Orman alanlarımızın ormancı kooperatiflerine ve sendikalarına terkedilmesi
8- Yeraltı ve yerüstü maden ve kaynaklarımızın TMMOB ve ilgili odaların öncülüğünde kurulmuş ve kurulacak üretim ve işletme kooperatiflerine devredilmesi,
9- İşsizlik sigortasının, işsizlik yardımının hayata geçirilmesi ve işsizlerin örgütlenmesi,
10- Evsizlerin kooperatifleşmesi ve kamu güvencesinde yurt çapında ev sahibi olma seferberliğinin başlatılması,
11- Yaşamın her alanında, özellikle sosyal güvencede, ücretlerin belirlenmesinde, vergilendirmede, sağlıkta ve eğitimde, ekonomik – sosyal adalete ve fırsat eşitliğine dayalı bir yeniden yapılanma,
12- 1961 Anayasasının ilkelerinden hareket eden, konomik ve sosyal adalete dayalı, geri dönüşsüz halkçı, bağımsızlıkçı, ulusal, cumhuriyetçi, demok
rat, eşit yurttaşlık temelli, örgütlü halk idaresine ve kamu yönetimine dayalı bir yeni anayasa oluşturmak
gibi taleplerimizle 29 Nisan’dan başlayarak 1 Mayısları da aşarak uzun bir halk iktidarı yürüyüşüne ne dersiniz?
* 29 Nisan toplantısını, laiklik sulandırması ile14 Nisan toplantısının gerisine çekmek, bağımsızlık ve halkçılıktan ayrı bir kuru “çağdaşlık” ile laik bir sömürü düzeninin sürmesini sağlamak, böylece halk potansiyelini sermayeye altlık yapmak isteyen;
* ülkemizin Ortadoğu halkları ve İran ile arasını açmak, hatta içerde, sözde “şeriat”a ve “İran yayılmacılığı”na karşı bir darbe planlayıp sömürge faşizmini tezgahladıktan sonra dışarda da emperyalizmin jandarması olarak Ortadoğu halklarına saldırı planlayan güçlere karşı mazlum halklar ve onların yiğit işçi sınıfllarının gücünü gösterelim. ABD, Avrupa ve İsrail emperyalist güç merkezlerine ve onların içimizdeki “yerli” uzantılarına dur diyecek bir anti-faşist, anti emperyalist ve anti kapitalist kuvayi milliye halk cephesini örgütleyelim. 14 Nisan ve 29 Nisanları 1 Mayıslara bağlayalım…
İşte gerçek devrimcilik de, sosyalist militanlık da bunu becerebilmek, böyle bir misyonu gerçekleştirmekten geçer. Gerisi “yerim dar, yenim dar!” demagojisidir. Ancak kendini kandırır.
19 Mayısları, 26 Ağustosları, 29 Ekimleri, 27 Mayısları, 23 Nisanları, 1 Mayıslarla birleştirelim,… 1917’lerle 1919’ları kucaklaştırmadan ne 17’yi ne 19’u, ne kendimizi, ne yakınlarımızı, ne halkımızı ne de insanlığı kurtarabiliriz…
Nezih Gençler