Bizi Gün Doğumundan Gün Batımına Kadar Çalıştıramayacaksınız Yine 1 Mayıs günleri yaklaşıyor. Yüz yılı aşkın zamandır kutlanan, çalışanların en “küresel” bayramı 2007 yılında yine büyük bir coşkuyla geçirilecek. 1 Mayıs’ın anılmasına ve kutlanmasına vesile olan haklar kapitalist ülkelerin bile çoğunda artık yerleşik hale geldiği için, kimi ülkelerde sadece bir avuç insanın, kimi ülkelerde ise milyonların […]
Bizi Gün Doğumundan Gün Batımına Kadar Çalıştıramayacaksınız
Yine 1 Mayıs günleri yaklaşıyor. Yüz yılı aşkın zamandır kutlanan, çalışanların en “küresel” bayramı 2007 yılında yine büyük bir coşkuyla geçirilecek. 1 Mayıs’ın anılmasına ve kutlanmasına vesile olan haklar kapitalist ülkelerin bile çoğunda artık yerleşik hale geldiği için, kimi ülkelerde sadece bir avuç insanın, kimi ülkelerde ise milyonların sokaklara çıkıp neşeyle kutladığı bir gün olacak. Kimi yerlerde eğlenceler düzenlenecek, festivaller yapılacak. Kimilerinde ise barikatlar kurulacak. Kimi ülkelerde tüm sendikalar ve partiler aynı yerde toplanacak, kimilerinde ise her parti, her sendika sadece kendi yandaşlarıyla kutlamayı tercih edecek. Kimileri ise, böylesi şenlik, festival, kutlama, yürüyüş, mücadele günü gibi etkinliklerle hiç ilgileri olmadığını söyleyecekler. Bu saydıklarımızın yaşanacağı ülkelerin ortak noktasını ise, 1 Mayıs gününün çok uzun yıllardır “resmi tatil” olarak belirlenmesi oluşturacak.
Ne var ki, her ülkede her zaman “işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü” 1 Mayıs, bir bayram havasında geçmiyor. Hâlâ kutlamalardan korkan, emeğiyle geçinenlerin ortaklaşa yapacağı etkinlikleri engellemeye çalışan ülkeler var. Sermaye sınıfının tüm gösterilerine alabildiğine açılan meydanlar ve salonlar, işçilerin ve sendikaların taleplerine kapatılmak isteniyor. Bırakın resmi tatil olmayı, yani işçi, işsiz, ev kadını gibi tüm çalışanları kapsamasını, bu hakkı hâlâ toplu sözleşmelerle bile elde edememiş ülkeler var. Bunun yanısıra, sadece resmi tatil olmasına karşı çıkılmakla kalınmıyor, kimi ülkelerde gösteriler düzenlenmesine bile karşı çıkıldığını görmekteyiz.
1 Mayıs mücadelesi, işçilerin bir sınıf olarak doğuşundan bu yana geçen yüzyıllar içinde, sömürüye karşı yürütülen mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. 1 Mayısı doğuran taleplerin, yani daha az çalışma talebinin ortaya çıkışı, çalışanların en ayırt edici siyasal özelliklerinden biridir. Bu nedenle de, 1 Mayıs mücadelesinin başarıya ulaşması, emeğiyle geçinen herkesin yararına olmuştur. Bu herkes kategorisine, işçi sınıfı düşüncesine en uzak olan kesimler bile dahildir.
1 Mayıs değerlendirmesini birbirinden bağımsız iki ayrı bölüm halinde ele alacağız. Birinci bölümde 1 Mayıs’ın nasıl doğduğunu, hangi uluslararası kuruluşlar aracılığıyla dünya işçi sınıfının ana gündemi haline dönüştüğünü ve son olarak 1 Mayıs kutlamalarının özet olarak ülkemizdeki seyrini inceleyeceğiz. İkinci bölümde ise, işçi sınıfının birlik, mücadele, dayanışma bayramı 1 Mayıs’ın şu anda hangi ülkelerde emekçilerin elde ettiği resmi tatil hakkı olarak kutlandığını aktaracağız.
Daha Kısa İş Günü Mücadelesi
1 Mayıs’ın doğuşu, işçilerin daha az çalışmak istemeleriyle, yani daha kısa işgünü mücadelesiyle ayrılmaz biçimde bağlıdır. Bilindiği gibi, işçilerin daha kısa süreler çalışma talepleri neredeyse fabrika sisteminin doğuşu kadar eskidir. Aslında, tahmin edilebileceği gibi, çalışanların ilk direnişleri pek çok ülkede doğal olarak “daha fazla ücret” talebiyle yapıldı. Fakat, daha kısa çalışma saatleri ve örgütlenme hakkı mücadelesi de işçilerin patronlardan elde etmeyi istedikleri haklar arasında daima en başta yer alıyordu. Sömürünün en acımasız biçimleriyle karşılaşıldıkça ve çalışma süresi neredeyse günün bütün kısmını kaplamaya başladıkça, ücret talebinden daha çok, çalışma saatlerinin makul düzeylere düşürülmesine yoğunlaşıldığını görmekteyiz.
1800’lü yıllar boyunca çalışma saati “gün ışığı” esasına göre belirleniyordu. Yani, yazları on sekiz saati bulan, kışları ise on beş saatten az olmayan bir işgünü vardı. Sabahları güneşin doğuşuyla başlayan, akşamları ise güneş batmadan sona ermeyen bir mesai şekli çok yaygındı. Hatta, işe girerken işçilere imzalatılan sözleşmelerde, günde ondokuz yirmi saat çalışılacağı belirtiliyordu.
Batılı ülkelerde 1830’lu ve 40’lı yıllarda işçi örgütleri genel olarak çalışma saatlerinin on saate düşürülmesi talebini ileri sürdüler. Tabii, o yıllarda hâlâ eski kölelik günlerindeki gibi, günün on sekiz, yirmi saati çalışılıyordu. Bu nedenle, sekiz saatlik işgünü talebi kapitalizmin geliştiği her yerde yükseliyordu. “Sekiz saat çalışma, sekiz saat sosyal hayat, sekiz saat dinlenme ve uyku” sloganı Avustralya işçilerinin de kullandığı bir talebe dönüşmüştü. Avustralya işçileri bu hakkı 1856 yılında aldılar.
Tek tek sendikaların veya işçi birliklerinin talebi olmasının ötesinde, doğrudan 1 Mayıs’ın doğmasını sağlayan 8 Saat Hareketi 1884 yılında ABD’de yığınsal bir hareket olarak başladı. Ancak, bundan bir nesil önce, 1866 yılının Ağustos ayında, Birinci Enternasyonalden etkilenen Ulusal Emek Birliği, kuruluş kongresinde “Bu ülkenin işçilerini kapitalist kölelikten kurtarmak için günümüzde atılması gereken birincil ve en önemli adım, Amerika’nın bütün eyaletlerinde normal iş gününün 8 saat olarak belirlenmesidir” kararı alındı. Ayrıca, aynı bildirgede, işçilerin bu amaçla bağımsız politik mücadele yürütmesinin de gerek şart olduğu belirtildi. Aynı yılın Eylül ayında ise, Birinci Enternasyonalin Cenevre Kongre kararlarında, aynı talep “günlük yasal çalışma sınırı 8 saati aşamaz” şeklinde yer aldı.
Bu arada, Amerikan Emek Federasyonunun (AFL), 7 Ekim 1884 tarihinde Şikago’da yaptığı dördüncü kongresinde, “ABD ve Kanada Sendikalar Federasyonu, sekiz saatin 1 Mayıs 1886 tarihinden başlamak üzere günlük yasal çalışma süresi olarak belirlenmesini karar altına almıştır; ve biz tüm üye emek örgütlerine, kendi yetki alanları dahilinde, sendika iç tüzüklerini bu tarihe kadar bu karara uygun hale getirmelerini tavsiye ederiz” şeklinde bir karar çıkartıldı. Bu örgüt çatısı altındaki örgütler ana yapıya gevşek bir şekilde bağlı olduğu için, Federasyon, 1 Mayıs 1886 tarihinde üye sendikaları greve zorlamak için kendi iç tüzüklerinde değişiklik yapmalarını istiyordu.
Kısacası, 1 Mayıs, işçilerin 8 saatlik mücadele günü olarak ilk kez bu kongrede karar altına alındı. Her ne kadar bu kongrede “sekiz saatin 1 Mayıs 1886 tarihinden başlamak üzere günlük yasal çalışma süresi olarak belirlenmesi” kararlaştırıldıysa da bunun ne şekilde eyalet yasalarına geçirileceği kesin olarak belirlenmemişti. Geçen zamanda, önce sendika tüzüklerinde yapılan bu değişikliklerin daha sonra grevler, direnişler ve gösterilerle uygulamaya geçirilebileceği konusunda bir ortak fikir oluştu.
AFL’nin 8 saatlik iş günü için mücadele kararı aldığı kongresinden iki yıl sonra, alınan kararda kesinleştirilen 1 Mayıs 1886 tarihinde onlarca kentte greve çıkıldı. En yaygını Şikago’da olmak üzere, yüz binlerce örgütsüz ve vasıfsız işçiyi de kapsayarak iş bırakıldı ve meydanlarda gösteriler yapıldı. Şikago, bu tarihte militan bir emek hareketine sahipti. Şikago’da yapılan grevler ve gösteriler, aynen diğer kentlerdeki gibi başarıya ulaştı. Sekiz saatin kabul edilmediği yerlerde bile, çalışma süreleri azaltıldı.
Bu arada, işçi sınıfının tarihinde sendika önderleri açısından önemi çok büyük bir olayı anlatmadan geçmeyelim. 3 Mayıs’ta grevdeki Mc Cormick fabrikasına polisin vahşice saldırarak altı işçiyi öldürmesini ve onlarcasını yaralamasını protesto etmek üzere, işçiler 4 Mayıs’ta Şikago Saman Pazarında bir protesto düzenlediler. Ancak, bu barış
çı gösteriye polisin bir kez daha saldırması sonucunda kargaşa çıktı. Bu esnada, nereden geldiği bilinmeyen bir bomba kalabalığın ortasına atıldı ve yedi polisle dört işçinin ölmesine yol açtı. Bu olayın ardından düzmece bir mahkeme sonucu Parsons, Spies, Fischer ve Engel adlı dört işçi lideri idam edildi. Onlarcası tutuklandı ve hapse atıldı. Hiçbir şekilde işçilerin sorumluluğunda olmayan bu provokasyonu kullanan dönemin sermaye güçleri, “biraz fazla talepte bulunan” emekçilerden bu şekilde hesap sormuş oldular.
Ancak, işçi önderlerinin asılması, yüz binlerce işçinin politik taleplerle başlattığı 8 saat hareketine son vermedi. Aksine, her yıl artık geleneksel hale gelerek 1 Mayıslarda grevler ve direnişler artarak devam etti. Her geçen yıl bir öncekinden daha fazla işçi gösterilere ve grevlere katıldı. Amerikan Emek Federasyonu, 1889 yılından başlayarak her 1 Mayısta 8 saatlik işgünü mücadelesi için grevler yapılmasını kararlaştırdı. Bu karar, doğuşundan itibaren daha kısa çalışma hedefiyle bütünleşen 1 Mayıs gününün emeğin sermayeye karşı yürüttüğü mücadelenin simgesi olmasını sağladı.
1864 yılında kurulan Birinci Enternasyonal, bilindiği gibi birkaç yılın ardından dağılmıştı. Daha sonra, Paris’te, Bastil hapishanesinin yıkılıp Fransız İhtilali’nin başladığı tarihin yüzüncü yıldönümüne denk gelen 14 Temmuz 1889 tarihinde yeniden kurulan ve sonradan İkinci Enternasyonal adını alan Birlik, her yılın 1 Mayıs gününü “kendi siyasi partilerinde veya sendikalarında örgütlü bulunan dünya işçilerinin, 8 saatlik işgünü için mücadele edecekleri gün” olarak belirledi. Bu tarihte her ülkede sendikalar biçimini ve koşullarını kendileri belirleyerek grevler, gösteriler ve direnişler yapacaklardı. Böylece, 8 saat talebi ve 1 Mayıs gösterileri uluslararası işçi örgütleri tarafından da benimsenmiş oldu ve bu talep ilk kez bu denli uluslararası hale gelmiş oldu.
Şimdiye kadar yazdıklarımızı birkaç maddede özetlemeye çalışalım:
Kapitalizmin yeni geliştiği dönemlerde işçiler “gün ışığı” esasına göre çalışıyordu. Hava aydınlanınca işe başlıyor, karanlık çökmeden işi bırakamıyorlardı.
İşçilerin toplu olarak fabrika, atölye tarzı imalathanelerde çalışmaya başladıkları ilk dönemlerden beri en önemli talebi daha kısa çalışma süreleriydi.
Avustralya işçileri, günde on sekiz yirmi saat çalışmaktan bıkmış ve “sekiz saat çalışma, sekiz saat sosyal hayat, sekiz saat dinlenme ve uyku” sloganıyla gösteriler yapmaya başlamışlardı.
Birinci Enternasyonalin 1866 yılında Cenevre’de yapılan Kongresinde, “tüm işçiler için yasal çalışma süresi günde sekiz saati aşamaz” kararı alındı.
Amerikan Emek Federasyonu, 1884 yılında yaptığı kongrede, sekiz saatlik çalışma süresi için yığınsal mücadele yürütme kararına vardı.
Amerika’nın her yerinde, farklı siyasal anlayışlara sahip işçiler bir araya gelerek Sekiz Saat Hareketi adıyla bir cephe kurdular.
1 Mayıs 1886 tarihinde, sekiz saatlik işgünü talebini hayata geçirmek üzere başta Şikago olmak üzere ABD’nin pek çok ülkesinde grevler yapıldı, örgütlü, örgütsüz, vasıflı vasıfsız on binlerce işçi iş bıraktı.
4 Mayıs 1886 tarihinde Şikago Saman Pazarında yapılan gösteriye polis saldırdı. Bu sırada kim tarafından atıldığı belli olmayan bir bomba bazı polis ve işçilerin ölümüne yol açtı. Bunu bahane eden hükümet dört işçi önderini düzmece bir mahkeme sonunda idam etti.
ABD sendikaları 1889 yılında her 1 Mayıs’ın 8 Saatlik İş Günü talebini hayata geçirmek için grev ve gösteri günü olmasını kararlaştırdılar.
1889 yılında Paris’te toplanan İkinci Enternasyonal 1 Mayıs’ı tüm dünyada işçilerin haklarını almak üzere grev ve eylem yapacakları gün olarak belirledi. Bu kararla 1 Mayıs ilk kez uluslararası hale geldi.
Ülkemizde 1 Mayıslar
Osmanlı döneminden başlayarak bizim topraklarımızda da Avrupa ve Amerika fikri akımlarından etkilenen örgütler kurulmuştu. Bilinen ilk işçi örgütü, illegal olarak oluşturulan Amele Perver Cemiyeti 1871 tarihinde kuruldu. Eldeki kayıtlara göre ilk grev olarak da Haliç tersane işçilerinin 1872 tarihinde yaptıkları grev gösterilir. O dönemde, Abdülhamit yönetimine karşı kurulan örgütlerin bir kısmı 1889 yılında kurulan İttihad-ı Osmani Cemiyeti gibi yüksek askeri ve mülki bürokratlardan oluşuyordu.
1895 yılında Paris’te gizli olarak kurulan Amele Perver Cemiyeti ise, o dönemde büyük acılar çeken emekçilerin dertlerine ortak olmak amacıyla, işçicilik fikirlerinden etkilenen aydınlar tarafından oluşturulmuştu.
Kimisi geniş çevreleri etkileyen kimisi ise dar kalan bu işçi örgütlenmeleri, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 24 Temmuz 1908 tarihinde iktidara geçmesinden sonra hızla açığa çıktılar. Sendikalar kuruldu, ilk kez yaygın grevler yapılmaya başlandı. İkinci Meşrutiyetin ilan edilmesinden bir iki hafta sonra Sofya, Selanik, Ereğli, Adana gibi büyük kentlerde yüzlerce grev ve iş bırakma yaşandı. 13 Ağustos – 15 Eylül arasındaki bir ayda, kayıtlara geçen yüzlerce direnişin ardından, 25 Eylül’de sendika ve grev yasağı tekrar kondu.
İttihat ve Terakki döneminin Birinci Dünya Savaşı’na kadar geçen döneminde Üsküp’te, Selanik’te, İstanbul’da dünya işçileriyle aynı zamanda 1 Mayıs gösterileri yapıldığı bilinmektedir. Türkiyeli işçilerin de talepleri dünyanın diğer bölgelerindekiyle aynı: Kanunlarca güvence altına alınmış daha az çalışma süresi, seçme seçilme hakkı, sendika kurma hakkı, grev yapabilme hakkı.
1914-18 arası savaş döneminde sıkıyönetim olduğu için kayıtlarda grevler ve gösteriler bulunmuyor. Daha sonra, kimisi işgal kuvvetlerine rağmen olmak üzere, İstanbul’da ve Ankara’da grevler, gösteriler yapıldı.
Cumhuriyetin ilanından sonra da 1 Mayısların kutlanmasında Hükümet tarafından zorluklar çıkartıldı. 1925 yılında Şeyh Sait isyanı gerekçe gösterildi ve tüm örgütlenmeleri, grevleri, gösterileri yasaklayan Takrir-i Sükûn (Sessizliğin Sağlanması) kanunu çıkartıldı. Bu tarihten sonra tam elli yıl boyunca 1 Mayısı kutlamayı amaçlayan yasal hiçbir toplantıya veya gösteriye izin verilmedi.
1 Mayıs 1935 yılında çıkarılan Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun ile “Bahar Bayramı” olarak kabul edildi. Ancak bu tatil gününün diğer genel tatil günlerinden bir farkı vardı; çalışanlara ücret ödenmeyecekti. Daha sonra çıkartılan kanunlarla, genel tatil günü olan 1 Mayıs’ta önce 1951 yılında yarım günlük ücret ödenmesi, sonradan 1956 yılında ise tam gün ücret ödenmesi kabul edildi.
Ülkemizde, gizlice yapılan pullamalar, duvar yazıları, kimi işyerlerinde yapılan toplantılar vs. dışında yasal olarak 1 Mayıs’ın kutlanması için 1975 yılının beklenmesi gerekti. O yıl, İstanbul’da Tepebaşı’nda bir düğün salonunda DİSK tarafından 1 Mayıs kutlandı. Böylece, yüzlerce işyerinden gelen işçilerin yaptığı bu mütevazı kutlama, elli yıllık bir yasağı da ortadan kaldırmış oldu.
1976 yılında, İbrahim Güzelce’nin ve Kemal Türkler’in büyük kişisel gayretleri sonucunda ilk kez yığınsal olarak 1 Mayıs mitingi yapıldı. İstanbul’da Taksim meydanında yapılan mitinge ülkenin dört bir yanından onbinlerce işçi, emekçi, aydın katıldı. Bu mitingde kortejler Taksim’e Beşiktaş yönünden girdiler.
1977 yılında bu kez yüz binlerce işçinin katılımıyla tarihin en görkemli mitingi yapıldı. DİSK yöneticileri, yaptıkları hesapta mitinge beş yüz bin kişin
in katıldığını belirttiler. Katılım o denli yığınsal olacağı anlaşılmıştı ki, iki ayrı güzergâh belirlendi. Bir kesim Beşiktaş’tan, diğerleri Saraçhane tarafından Taksim’e girdiler. Hatta, miting kalabalıktan dolayı ilan edilen saatte başlayamadı; DİSK genel başkanı Kemal Türkler’in kürsüden konuşması öğleden sonra saat 4’ü buldu.
Kemal Türkler konuşmasına henüz başlamıştı ki, Taksim meydanındaki en yüksek bina olan o zamanki adıyla İntercontinental Oteli’nden (bugünkü adı The Marmara) yüzbinlerce insanın üstüne ateş açıldı. Çıkan izdihamda ne yazık ki 34 işçi hayatını kaybetti. Hastaneye kaldırılan yaralılar arasından 2 kişinin daha hayatını kaybetmesiyle 1 Mayıs 1977 şehitlerinin sayısı 36’yı buldu. (Kimi kaynaklar bu rakamı 37 olarak vermektedir)
Bu olayın failleri hâlâ meçhul. Kimlerin hangi görevde olduğu bilinmesine, oteldeki hangi odaların kimler tarafından kullanıldığının belirlenmesine, polis telsizlerinden geçen konuşmaların kaydının tutulmasına rağmen, hiçbir sorumlu yakalanmadı. Geçen otuz yıl boyunca soruşturma açılması talebi hep reddedildi. Emekçilerin bayramını kana bulayanlar aranmadı.
Olayın gerçek failleri yerine, sendikacılar soruşturuldu; aralarında miting tertip komitesindeki DİSK yöneticilerinin de bulunduğu bir kısmı gözaltına alındı ve tutuklandı. Daha sonra hepsi de serbest bırakıldı ancak, katliamın sorumlularının ele geçirilmesine dair bilinçli olarak hiçbir işlem gerçekleştirilmedi.
Sıradan bir yurttaşın kafasında 1 Mayıs’ın “olaylarla”, “korkuyla” özdeşleşmesi bundan sonra gerçekleşti. Egemenler bilinçli olarak bu korkuyu beslediler, halkın, emeğiyle geçinen insanların alanlara çıkarak hak talebinde bulunmasını engellemeye çalıştılar. Her insanın aklına, “mitinge gidersem başıma bir şey gelir mi” sorusunun düşmesini istediler. Katliamın faillerinin bilerek yakalanmamasını başka türlü açıklamak mümkün değildir.
Ancak, tüm bu korkuyu besleyen propagandalara rağmen, 1978 1 Mayıs’ında, işçiler yine aynı kalabalık ve coşkuyla Taksim’e geldiler. Bu kez, diğer taleplerinin yanı sıra, 1977 katliamının sorumlularının bulunmasını da istediler. Halkı yıldırma politikasına karşı verilebilecek en sağlam cevabın, aynı kararlılıkla, aynı yığınsallıkla talepte bulunmak olduğu bir kez daha görüldü.
1979 yılında, İstanbul’da sıkıyönetim ilan edildiği için merkezi kutlamalar İzmir’e alındı. 1980 yılındaki merkezi kutlama ise Mersin’de yapıldı.
12 Eylül 1980 darbesi, sadece 1 Mayıs kutlamalarını yasaklamakla kalmadı, bu günün tatil olmasını da engelledi ve 1 Mayıs günü tatil olmaktan çıkartıldı.
12 Eylül’den Sonra
Darbeden sonra demokratik her etkinlik yasaklandı. DİSK üyesi sendikalar topluca kapatıldı; Türk-iş’e bağlı kimi sendikalar geçici sürelerle kapatıldı. Partiler, dernekler, gösteriler, grevler, direnişler yasaklandı. Buna rağmen her 1 Mayıs’ta gizlice de olsa bayram kutlandı. Bazen üst geçitlere asılan pankartlarla, bazen duvarlara geceden yazılan sloganlarla, kimi zaman kentlerin merkezi yerlerinde dağıtılan bildirilerle, çoğu zaman işyerlerinde işçilerin kendi aralarında yaptıkları toplantılarla 1 Mayıs kutlanmaya devam etti.
Ancak, tekrardan ilk yasal etkinlikler, İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerde, 1985 yılından başlayarak kapalı salon toplantıları şeklinde ve resmen 1 Mayıs adı verilmeden yapıldı.
12 Eylül sonrasının ilk yasal 1 Mayıs mitingi girişimi 1988 yılında gerçekleştirildi. Türk-İş üyesi Kristal-İş, Petrol-İş, Tümtis, Deri-İş sendikaları ile bağımsız Banks ve Otomobil-İş sendikaları kurdukları tertip komitesi ile İstanbul Valiliğine başvurarak 1 Mayıs’ı yasal olarak kutlamak istediler. Ancak Valilik 1 Mayıs’ın yasal olarak kutlanmasına izin vermedi. Buna rağmen 1 Mayıs günü Taksim’e çıkmak isteyen sendikacılar polisin saldırısıyla karşılaştı. 81 işçi, temsilci ve sendikacı gözaltına alındı ve bunlardan bir kısmı tutuklandı.
1989 yılında bir kez daha yasal olarak kutlama girişiminde bulunuldu. Türk-İş üyesi Kristal-İş, Petrol-İş, Tümtis, Deri-İş, Basın-İş ile bağımsız Otomobil-İş, Banks ve Laspetkim-İş sendikalarının 1 Mayıs’ı kutlama isteği, kutlamanın önünde herhangi bir engel bulunmamasına rağmen yasaklandı. Mecidiyeköy ve Çağlayan’da gösteri yapmak isteyen işçiler ve sendikacılar gözaltına alındı ve uzun süre gözaltında tutuldu.
Aynı yıl, Taksim’in simgesel öneminden dolayı 1 Mayıs’ta Taksim meydanına yürümek isteyen gruplar polisin çok sert bir saldırısıyla karşılaştı. Bir trafik polisinin hedef gözeterek açtığı ateş sonucu Mehmet Akif Dalcı adında 17 yaşında genç bir işçi hayatını kaybetti.
1990’da 1 Mayıs yasağına rağmen, 1 Mayıs’ı korku ve şiddet günü gibi göstermek isteyenlere inat fabrikalarda, işyerlerinde yüz binlerce işçi birlik ve dayanışma ruhuyla bayramı kutladı. Fabrikalarda 1 Mayıs bildirileri okundu, türküler söylenip halaylar çekilerek 1 Mayıs kutlandı. Bu arada yine 1 Mayıs’ı Taksim’e çıkarak kutlamak isteyen grubun üzerine açılan ateş sonrasında hemşire bir genç kız, Gülay Beceren felç oldu.
1991 yılında 1 Mayıs yine fabrikalarda kutlandı. 1989 yılından başlayarak 1 Mayıs’a ilişkin tutumunu değiştiren Türk-İş Genel Merkezi de hem genel merkezinde hem de çeşitli il temsilciliklerinde düzenlediği kapalı salon toplantıları ile 1 Mayıs’ı kutladı.
1992 1 Mayıs’ında Türk-İş, Hak-İş ve yasakları kaldırılan DİSK Ankara’da salon toplantısı yaparak ortak bir kutlama gerçekleştirdi. Üç konfederasyonun ortak açıklaması işyerlerinde okundu. Aynı yıl 12 Eylül’den sonra ilk yasal 1 Mayıs mitingi İstanbul Gaziosmanpaşa Meydanı’nda Sosyalist Parti tarafından düzenlendi.
1993 yılında işçiler yeniden meydanlarda 1 Mayıs’ı kutlamaya başladılar. Türk-İş 1 Mayıs’ı İstanbul’da Abide-i Hürriyet Meydanında düzenlenen bir mitingle kutladı. Türk-İş tarihinde ilk kez 1 Mayıs’ı alanlarda kutlamış oldu. DİSK ise aynı gün İstanbul Pendik Meydanı’nda düzenlediği mitingle 1 Mayıs’ı kutladı.
1994 1 Mayıs’ı ortak kutlamanın yapıldığı, emekçilerin taleplerinin hep bir ağızdan ve birlikte haykırıldığı bir yıl oldu. O zamanlar oluşturulan Demokrasi Platformu içinde yer alan Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve daha sonra KESK’i kuracak olan Kamu Çalışanları Sendikaları Platformu İstanbul’da Abide-i Hürriyet Meydanında ortak bir mitingle 1 Mayıs’ı kutladı.
1995 Yılında da 1 Mayıs Demokrasi Platformu tarafından ortak bir biçimde kutlandı. Ancak bu kez Hak-İş bu ortak kutlamanın içinde yer almadı, ayrı kutladı. Demokrasi Platformu tarafından organize edilen ortak mitingler İstanbul, İzmir, Mersin, Adana ve Ankara’da yapıldı.
1996 yılında son dönemin en yığınsal 1 Mayıs’ı yapıldı. Yine yüz binlerce insan 1 Mayıs’ı kutlamak üzere alanlara, İstanbul’da Kadıköy meydanına geldi. Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve KESK tarafından düzenlenen mitingin yürüyüşü daha başlamadan arama noktalarında çıkan bir arbedede polis silah kullandı ve üç işçi öldürüldü. Daha sabahın erken saatlerde polisin yaptıkları, sonraki olayların da tetikleyicisi oldu. Medya, her zamanki gibi, yüz binlerin disiplin içinde bayram kutlamasını değil de, birkaç kişinin kırdığı camları göstermeyi tercih etti.
1996 yılında yaşanan 1 Mayıs’ın meşrulaştırılması ve kitleselleşmesini gölgelemeye dönük siyasal iktidarın kışkırtmalarına rağmen 1997 1 Mayıs’ında işçiler yine alanlardaydı. İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, İzmir, Antalya, Denizli ve Uşak’ta yürüy
üş ve miting düzenlendi. Bu yılki 1 Mayıs kutlamalarını Türk-İş, DİSK ve KESK birlikte organize ettiler. Merkezi miting İstanbul’da Çağlayan Meydanı’nda yapıldı.
1998 1 Mayıs’ı “Şimdi Demokrasi Zamanıdır” temel sloganı ile ifade edilen, demokrasi ve özgürlük talebinin, güvenli bir gelecek isteğinin dile getirildiği mitinglere sahne oldu.12 Eylül sonrasında ilk kez bu yıl 1 Mayıs yaygın biçimde kutlandı. Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK tarafından İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Adana, Çanakkale, Diyarbakır, Malatya, Gaziantep ve Samsun başta olmak üzere pek çok ilde ve ilçede 1 Mayıs kutlandı.
1999 1 Mayıs’ı işçi konfederasyonları ve çeşitli toplumsal muhalefet örgütlerinden 15 örgütün bir araya gelmesiyle oluşturulan Emek Platformu tarafından kutlandı. İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Adana, Kocaeli, Lüleburgaz, Gebze, Eskişehir, İskenderun, Kayseri, Trabzon, Silifke ve Divriği’de mitingler yapıldı. 1999 1 Mayıs’ında dikkat çeken nokta büyük kentlerin yanı sıra emekçilerin yoğun olarak bulunduğu ilçe merkezlerinde de 1 Mayıs mitinglerinin düzenlenmiş olmasıydı.
2000 yılında Türkiye’de 1 Mayıs’ı kutlamak üzere bir araya gelen Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK “Küresel saldırıya karşı güç birliği” sloganını temel aldılar. İstanbul, Ankara, İzmir, Samsun, Gaziantep, Diyarbakır, Mersin, Malatya, Tunceli’de düzenlenen mitinglerde çalışanlar sosyal devletin korunmasını istediler ve iş güvencesi talep ettiler.
2001 yılında İstanbul kutlamaları üç işçi konfederasyonu ve Kesk ile ortak düzenlendi. Miting Çağlayan’da yapıldı. Ükenin pek çok kentinde yine kutlamalar yapıldı.
2002 1 Mayıs’ını bir çok emek örgütü, İstanbul’da Çağlayan meydanında kutladı.
2003 yılında aynı şekilde, 1 Mayıs yine Çağlayan’da yapıldı.
2004 yılında DİSK ve Türk-iş kutlamaları Taksim’de yapmak üzere valiliğe başvurdu, ancak valilik izin vermedi. Bunun üzerine Türk-iş Çağlayan için başvurdu ve mitingi orada yaptı. DİSK, KESK ve pek çok emek örgütü, Taksim’de ısrar edince, valilik ara formül olarak 1 Mayıs mitinginin Saraçhane’de toplanılarak Yenikapı’ya yürünülmesi şeklinde yapılmasına izin vermek zorunda kaldı.
2005 ve 2006 yıllarında daha önce valilik tarafından miting alanı dışına çıkartılan Kadıköy meydanında kutlamalar yapıldı.
2007 yılı 1 Mayıs İstanbul için yine iki ayrı kutlama kararı bulunuyor. DİSK; TMMOB, KESK, Tabibler Odası Taksim meydanını istiyor. Türk-iş ise Kadıköy’de kutlama kararı verdi.
En Küresel Bayram
1 Mayıslar tüm dünyada işçilerin, emekçilerin, geçimini çalışarak sağlayanların renk, dil, din, ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin kutladığı bir bayramdır. 1 Mayısın doğuşunda işçilerin sermayeye tüm hayatlarını vermeme mücadelesi vardır. İşçiler, sosyal bir varlık olarak yaşamak istemişler, “gün doğumundan gün batımına” çalışmayı reddetmişlerdir.
Kapitalizmin yeniden yapılandığı, tüm sermaye sözcülerinin sürekli olarak “küreselleşme”den bahsettiği bir dönemdeyiz. Yeryüzünde mevcut iki tür küreselleşmeden birisi kapitalistlerin mallarını ve paralarını istedikleri ülkeye, istedikleri zaman, istedikleri kadar taşıyabilmeleri anlamına geliyor.
İkinci tür küreselleşme ise, gerçek anlamda ulussuz, gerçek anlamda dost, gerçek anlamda birbirinin kardeşi bir sınıfın, işçi sınıfının enternasyonalizmi anlamındadır. Hayatı yaratan emekçiler, sermayeden almak istedikleri en önemli taleplerini hep 1 Mayıs’ta haykırmışlardır. Bu nedenle dünyanın pek çok ülkesinde 1 Mayıs resmen tatil ilan edilmiştir.
Emekçilerin dünkü talepleri daha kısa süre çalışmak, kalıcı bir işgüvencesine sahip olmak, hastalandığı, sakatlandığı, emekli olduğu zaman sağlam günlerindeki gibi hayatını devam ettirmek, çocuklarına iyi bir gelecek bırakmak, eğitimlerini gerçekleştirmek, başını sokacak bir ev sahibi olmak, ele güne muhtaç olmadan yaşamak, milli geliri eşit bir şekilde paylaşmaktı.
Bugün, bu taleplerin hangisinin geçersizliğinden bahsedebiliriz?
Tüm insanlığa yetecek birikimlerin, birkaç yüz özel şirkete verildiği dönemdeyiz. Böylesine acımasız bir sömürü düzeninin tüm çalışanlara kader diye dayatıldığı bir çağdayız. Geçmiş yüzyıllardaki kazanımlarımızın artık unutulması gerektiğini iddia ediyorlar. Yeni dönemde sermayenin sınırsız kâr hırsını engelleyecek her düzenlemenin “çağdışı” olduğu propagandası yapılıyor.
Ama, işçiler, emeğiyle geçinenler, beyaz yakalısı, mavi yakalısı dünyanın en ücra köşesinde bile, daha fazla hak elde etmek için alanlara çıkmakta, hayatı talep etmekte ısrarcılar. Milli gelir sürekli artarken, işçinin cebine giren paranın azalmasını, ne kadar süslenirse süslensin, hiçbir iktisatçı anlatamıyor. Bu sermaye sisteminin parıltılı yaldızlarının altında yatan sömürü çarkını kimse gizleyemiyor artık.
Her 1 Mayıs, 1886 yılından beri, emekçilerin çok mütevazı davranarak dünyayı istedikleri bir gün olmaya devam edecek.
* Erhan Kaplan: Petrol-İş Sendikası Eğitim Uzmanı
Kaynaklar:
Türkiye Sendikacılık Tarihi, Kemal Sülker, Tüstav yay., 2004
Türkiye’de Grev Hakkı ve Grevler, Kemal Sülker, Gözlem yay., 1976
The History of May Day, Alexander Trachtenberg, International Pamphlets, 1932
Gelenekten Geleceğe 1 Mayıs, Aziz Çelik-Zafer Aydın, Kristal-iş yay., 2007
Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı ortak yay., 1998
http://www.mayday.org.uk
http://www.dol.gov