Dört yıl önce Saddam ‘ın heykelini sevinçle deviren Kadim al Juburi , şimdi çok pişman. The Guardian ‘ın aktardığına göre “Amerikalılar diktatörlükten daha kötü. Her gün bir öncekinden daha kötü” diyormuş (19/03). BBC, ARD, USA TODAY ve ABC’nin ortak hazırlattığı kamuoyu yoklaması, Iraklıların iki yıl öncesine göre çok daha büyük bir umutsuzluk içinde olduklarını gösteriyor. […]
Dört yıl önce Saddam ‘ın heykelini sevinçle deviren Kadim al Juburi , şimdi çok pişman. The Guardian ‘ın aktardığına göre “Amerikalılar diktatörlükten daha kötü. Her gün bir öncekinden daha kötü” diyormuş (19/03). BBC, ARD, USA TODAY ve ABC’nin ortak hazırlattığı kamuoyu yoklaması, Iraklıların iki yıl öncesine göre çok daha büyük bir umutsuzluk içinde olduklarını gösteriyor. İngiltere’nin deneyimli savaş muhabirlerinden John Simpson (BBC) ve Patrick Coburn (The Independent), bundan üç yıl önce, Irak’ta ellerini kollarını sallayarak dolaştıkları bölgelere bugün can korkusuyla gidemediklerini aktarıyorlar. İki milyon, çoğu orta sınıftan, Iraklı komşu ülkelere sığındı.
Dünyanın ateş gücü en yüksek ordusu, yoksul, azgelişmiş bir ülkede denetimi, hatta işgal ettiği ülkenin halkının can güvenliğini sağlayamıyor. ABD’nin yalanlarla başlattığı, ondan sonra insan yaşamını ve haysiyetini ayaklar altına alarak devam ettirdiği işgal, her anlamda tam bir felaket, insanlık adına silinemez bir yüz karası oldu. Buna rağmen, Türkiye seçkinlerinin ağırlıklı çoğunluğu, “gerçekçilik” adına ya durumu kabul etmiş, sömürgeciliğe ortak olmaya çalışıyorlar ya da ABD Irak’ta ne yaparsa yapsın yeter ki bize dokunmasın yanılgısına sığınarak rahatlamaya çalışıyorlar. Halbuki Irak’ın işgaliyle başlayan süreç giderek tüm bölgeye yayılıyor.
Dominolar teker teker…
Saldırıdan önce Bush yönetimi, Irak’ta kitle imha silahları tehdidinden, El Kaide üslerinden söz ediyor, Saddam rejimi devrilince doğacak demokrasinin tüm bölgeye dalga dalga yayılacağını savunuyordu: Dominolar teker teker devrilecekti.
Demokratikleşme bir yana, radikal İslam güçlendi, tarihsel dini düşmanlıklar yeniden alevlendi. Şimdi ABD politikası Suudi Arabistan’la, İran’ı bir savaş olasılığı içinde karşı karşıya getiriyor. Lübnan yangın yerine döndü, yeniden dönmek üzere gün sayıyor. İsrail’in büyük ölçüde ABD baskısıyla gerçekleştirdiği Lübnan saldırısı amacına ulaşamadı. Başarısızlık İsrail’in siyasi yapısında, özgüveninde büyük bir deprem yarattı, hâlâ aşılamayan bir siyasi krize yol açtı. İsrail yönetimi siyasi olarak felç olurken, Filistin yönetimi, Hamas’ın seçimleri kazanmasıyla birlikte, ABD ve İsrail’in basınçları altında tarihinde ilk kez bir iç savaş tehlikesiyle karşı karşıya geldi. Efsanevi El Fetih örgütü, Arafat’ın “ölümünden “ sonra giderek İsrail ve ABD işbirlikçisi bir konuma düşüyor.
Irak’ın parçalanma süreci artık geri dönülemez bir noktaya ulaştı. Bundan sonra dikkatler, kuzeyde oluşan Kürt yönetimiyle Türkiye, İran ve Suriye arasında bir çatışma çıkması nasıl önlenebilir sorusu üzerinde yoğunlaşacak. ABD ve İsrail’in İran’ı istikrarsızlığa itmek için Kürt grupları kullanmaları, çok yönlü bir savaşın koşullarını oluşturuyor. Örneğin, büyük olasılıkla Türkiye Cumhuriyeti, PKK’nin kardeş örgütü olan PJAK’la ABD arasındaki organik ilişkilere (örneğin: IPS, 19/03) bakarak, sorunu doğrudan çözmek için bölgeye, hangi yönde gelişeceği belirsiz, son derecede riskli bir müdahaleyi gündemine alıyor.
İki ucundan yanıyor
Bir tarafta Afganistan yanıyor, diğer tarafta Irak … Irak’ta olduğu gibi Afganistan ‘daki işgal de istenen sonuçları yaratamadı. Dahası Taliban güçlerinin direniş kapasitesi, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ‘e suikast düzenleyecek, geçen hafta bir ABD elçiliği konvoyunu daha pusuya düşürecek düzeye ulaştı. Kâbil dışındaki bölgelerin çoğunun artık Taliban denetiminde olduğu söyleniyor.
İstikrarsızlıklar üç ülkeye daha sıçramak üzere. Birincisi, İran bölgedeki tüm komşularını tedirgin etmeyi göze alarak ısrarla uranyum zenginleştirme, bomba üretme kapasitesine ulaşma programını izlemeye devam ediyor. ABD ve İsrail, İran’ı engellemek için gerekirse güç (belki de nükleer bomba) kullanacaklarını açıkça söylüyorlar. ABD bölgedeki vurucu gücünü artırmaya devam ediyor. İkincisi, Afganistan’daki savaş giderek, nükleer silahlara sahip, Pakistan ‘ı içine çekiyor: Müşerref rejimi bir taraftan ABD’ye, El Kaide’ye karşı yardımcı olmaya çalışırken, aynı anda Hindistan ‘a karşı stratejik derinlik sağlamak umuduyla Taliban güçleriyle “flört” ederek, adeta usturanın ağzında yürümeye çalışıyor. ABD Dışişleri’yse Pakistan’da radikal İslamın güçlenerek, demokratik muhalefeti hızla hegemonyası altına almaya başladığını görmezden gelerek, Müşerref rejimini, kaldıramayacağı siyasi riskleri omuzlamaya zorluyor; hatta daha uyumlu birilerini bulmayı planlar ve Pakistan’ın bölgedeki “başdüşmanı” Hindistan’ı Afganistan sürecine çekmeye çalışırken, aslında büyük bir bombanın fünyesiyle oynuyor.
ABD, bölgeyi iki ucundan birden yaktı, ateş hızla ilerliyor, Türkiye ise tam ortalarda bir yerde…