Medyaz, medyada yer alan medya ile ilgili haberlere ayrımsız biçimde yer vermeye çalışan bir sitedir. Ancak medyazda yoğun, açıktan reklam içeren ya da “asparagas” olduğu bariz sabun köpüğü haberlere, özel bir neden yoksa yer verilmez. Bu bağlamda, 12 Mart 2007 tarihli Sabah gazetesinde “İngiliz Bakan’ın eşi porno film çekiyor” başlığıyla yayınlanan haber, başlık-haber uyumsuzluğunun, başka […]
Medyaz, medyada yer alan medya ile ilgili haberlere ayrımsız biçimde yer vermeye çalışan bir sitedir. Ancak medyazda yoğun, açıktan reklam içeren ya da “asparagas” olduğu bariz sabun köpüğü haberlere, özel bir neden yoksa yer verilmez. Bu bağlamda, 12 Mart 2007 tarihli Sabah gazetesinde “İngiliz Bakan’ın eşi porno film çekiyor” başlığıyla yayınlanan haber, başlık-haber uyumsuzluğunun, başka deyişle olayları çarpıtmanın sıradan ayrımcılığı nasıl desteklediğini gösteren tipik bir örnek olduğu için bu sitede kendisine yer buldu. Zaman zaman karmaşıklaşan, bariz farklardan basit farklara kadar geniş bir yelpazede “ötekileştirme” siyaseti yaparak iş gören ayrımcı söylem, medyada sıklıkla karşımıza çıkıyor; çoğunluğu, bu konuda çalışan araştırmacıların bile aşinalık kazandığı sıradan bir dile dönüşüyor ve Türk medyası bu siyaseti son dönemde layıkıyla güdüyor…
Seks sahnelerinin yer alacağı bir filmi “porno” olarak duyurmak, cinsellikle ilgili bütün ahlaki ikiyüzlülüğümüzü faş etmek anlamına geliyor… Bir yandan başta çocuk pornosu olmak üzere cinsel tacizin her türlüsüne veryansın ederken, öte yandan sürmanşetten kadın bedeni sergilemekten, iki kişi arasında geçen bir cinsel ilişkiyi, aslını astarını bilmediği halde “ahlaksızlar” başlığıyla ve mümkünse ilişki görüntüleriyle sunabilen, yıllardır kimsesiz çocukların büyük özveriyle bakıldığı bir kuruluşu “tecavüzcülerin sığınağı” olarak lanse etmekten küçük bir endişe bile duymayan … bir medya, ayrımcılıkta sınır tanımıyor demektir.
Haber medyasının seks gibi çok satan bir konuyu gözardı etmemesi çok anlaşılır bir tutumu yansıtıyor elbette. Nitekim bu haberin bir “İngiliz” versiyonundaki başlık da Türk olanından çok farklı sayılmaz: “John Reid’in karısından bir başka şok edici erotik film” (Evening Standard, 10 Mart 2007) ama “seks”le ilgili ayrımcılık öyle farklı temalarla bütünleşiyor ki, işte oralarda, ayrımcılığın neredeyse yekpare bir söylem olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. Mesela porno film çekeceği duyurulan kişinin bir “kadın” ve bir “İngiliz” olması, bu yekparelik tezini güçlendiren dikkate değer özellikler olarak karşımıza dikiliveriyor. Nitekim bu haberdekine benzer tipte çarpıtmalar genellikle dış basında yer alan haberler üzerinden geliştiriliyor. Ve kimsecikler çıkıp da “siz ne yapıyorsunuz” demiyor, “bu haberde bariz bir çarpıtma var, bu haberde yabancılara, kadınlara dair açık bir ayrımcılık var” diyemiyor… Çünkü bu, benzer pek çoğu gibi günlük basının en niteliksiz ajans haberlerinden ya da dedikodu sütunlarından aparttığı, apartmadıysa bile alıp Türk usulü yamulttuğu, üzerinde konuşulmaya değmeyecek ölçüde sıradan bir “dış” haber…
Herşey kendi mecrasında akıp gidiyor, bu “herşeyi” kuşatan sistem, bırakalım gayet zahmetli araştırmaları, bilimsel yayınları, beyanları, raporları, özgürlük ve eşitlik taleplerini bir yana, ironi, mizah ya da “çocukluk” denilebilecek cinsten eylemleri bile yargılamaya, mahkum etmeye, bunun üzerinden düşmanlık, çatışma, adını koyalım, basbayağı “siyaset” üretmeye çabalıyor. Deyim yerindeyse Türklük, bizzat Türk gazetecileri tarafından her gün hakarete uğruyor ama bir tek cumhuriyet savcısı buna müdahale etmiyor, edemiyor… Mesela biri kalkıp şu söylenenler üzerinden “Türk gazetecilerine sansür talebi!” başlığı atabilir, meselenin özünü görmek hiç işine gelmediği için “İletişim Fakülteleri medyaya düşman yetiştiriyor, gazetecileri hedef gösteriyor, vs. vs.” diyebilir rahatlıkla. Peki neden böyle yapmayı seçer? Neden, bir İletişim Fakültesi öğretim elemanının yazdığı, belki çok da doğru olmayan ama kesinlikle toplumsal bir sorumluluğa çağrı yapmaya çalışan basit bir eleştirisini anlamaya çalışmaz da onu basit, bayağı kalıplar içine hapsetmeyi, bir ucubeye ve giderek bir vatan hainine dönüştürmeyi seçer?
Nedeni basit: Cumhuriyet savcıları, tıpkı Türk medyasının anlı şanlı editörleri, köşe yazarları gibi sıradanlığa, sembolik şiddetin sıradan örneklerine, ayrımcılığın türlü çeşitli biçim ve biçemlerine fena halde duyarsızlaşmış durumda… Bunlara gelene kadar şiddetin bariz biçimleri, ayrımcılığın en tüyler ürpertici görünümleri var denilebilir ama bana göre faşizm denilen illet, tam da bu daha az görünen, daha az tanınan, daha az müdahale edilen eylemlere ve temsillere fazlasıyla bel bağlayan bir olgu. O yüzden irdelenmesi, eleştirilmesi, farklı ayrımcılık türlerinin birbirleriyle eklemlenme biçimlerinin deşifre edilmesi ve bütün bunların politik mücadele alanına taşınması gerekiyor…
Cumhuriyet savcılarının kimlikleri, sınıf aidiyetleri, özgül politik ve ideolojik rolleri üzerine çok şey söyleyemem belki ama bütün bu hususlarda Türk medyasının karar vericilerinin, ait oldukları dünyanın gerektirdiği ve gereksindiği biçimde seçimlerini ayrımcılıktan yana yaptıklarını söyleyebilirim.
Tıpkı son YouTube olayında olduğu gibi, hakim Türk medyası ve onun irili ufaklı takipçileri sıradan ayrımcı yayın politikasını derece derece uygulamaktan asla vazgeçmiyor ve vazgeçecek gibi de görünmüyor. Çünkü Türkiye’nin sonu gelmez siyasi ve iktisadi krizleri, böylesi bir medya siyaseti olmaksızın “yönetilemiyor.”