Su, doğal yaşam için en temel ihtiyaçlardan biridir. Ancak, su kaynaklarının artan nüfusla birlikte tükenmeye başlaması, kullanılabilir-içilebilir-temiz suya erişimde yaşanan sorunlar, su yoksulluğu olarak tarif edilen bir olguyu ortaya çıkarmıştır.Bu arada, neoliberal politikaların bir yansıması olarak, su “ticari bir meta” olarak görülmeye başlamıştır.Bu noktada, küreselleşme ve yeni emperyalist politikalar, uluslararası alanda su konusunu, petrol kadar […]
Su, doğal yaşam için en temel ihtiyaçlardan biridir. Ancak, su kaynaklarının artan nüfusla birlikte tükenmeye başlaması, kullanılabilir-içilebilir-temiz suya erişimde yaşanan sorunlar, su yoksulluğu olarak tarif edilen bir olguyu ortaya çıkarmıştır.Bu arada, neoliberal politikaların bir yansıması olarak, su “ticari bir meta” olarak görülmeye başlamıştır.Bu noktada, küreselleşme ve yeni emperyalist politikalar, uluslararası alanda su konusunu, petrol kadar önemli bir sorun haline getirmiştir.
Bu arada, Birleşmiş Milletler, 1993 yılında, 22 Mart gününü, su sorunlarına dikkat çekmek üzere “Dünya Su Günü” olarak ilan etmiştir.
Dünya’nın Suyu Yeterli Mi?
Dünyadaki yaşamı sürdürebilmek için su hayati bir öneme sahiptir. İnsanlık ve uygarlık tarihi incelendiğinde, insan yerleşimleri ve üretim ilişkilerinin gelişmesi ile suya erişim ve su kaynaklarının kullanımı arasında doğrudan bir ilişki olduğu görülmektedir. İnsanoğlu, beslenme, barınma, güvenlik ve üretim gibi temel faaliyetlerini sürdürebilmek için suya sahip olmak istemiştir. Bu nedenle, insanların ilk çağlarda yerleşim yerlerini su kaynaklarının kenarında, taşkın alanlarının dışında kurmaları bir tesadüf değildir. Su ekolojik yaşam, içme-kullanma, tarım, enerji ve sanayi için gerekli, sosyal ve ekonomik gelişme için vazgeçilmez bir değerdir. Bu noktada, su politikası ve su yönetimi, gerek küresel ölçekte, gerekse de ulusal ölçekte büyük önem taşımaktadır.
Dünyada, yerkürede bulunan suyun % 97’si tuzlu sudur. Bunlar okyanus ve denizlerdedir. Geri kalan % 3’lük bölüm ise, tatlı su olarak tarif edilen, içilebilir ya da kullanılabilir su kaynaklarıdır. Bu suyun önemli bir bölümü, Antartika ve Grönland’ın buz örtüsünde ve fosil yer altı suyunda depolanmıştır. Ulaşılması mümkün olan su kaynakları ise, göller, nehir, akarsu, çay, dere ve tatlı su rezervuarlarıdır. Bu kaynakların tümü, depolanmış tatlı suyun yalnızca % 26’sına tekabül etmektedir. Dünya genelinde ise, içilebilir-kullanılabilir su miktarı yukarıda ifade edilen toplam içinde % 0,007 civarına karşılık gelmektedir.
Uygarlıkların ve kentlerin doğmasında, büyümesinde ve gelişmesinde diğer etkenler yanında, sosyo-ekonomik gelişmeler ve su yönetiminde kullanılan uygun teknikler önemli rol oynamıştır.
Mezopotamya’daki Ur ve Hindistan’da Indus havzasındaki Mohenjodaro kentlerinin geçmişte yok olmasına neden olarak içme suyu kıtlığı gösterilmektedir. Günümüzde ise, bir dizi teknolojik gelişmeye rağmen (su depolama, iletim tesislerinin planlama ve işletimi, arıtma tesisleri, kontrol ve hijyen çalışmaları), küresel iklim değişikliğinin ve kuraklığın yarattığı sorunlarla birlikte, geçmiş yüzyıllarla benzer kıtlık senaryolarını gündeme getirmektedir. Su paylaşımında yaşanan ülkeler arası sorunlar, suyun meta haline gelmesi, uluslararası tekellerin su yönetiminde etkin rol almaya başlamaları, bu kıtlık olgusunu tetikleyen gelişmelerdir.
Bir ülkede, su kaynaklarının yeterli olup olmadığının en sağlıklı göstergesi yıllık yenilenebilir tatlı su miktarıdır. Bu miktarın 1000 m3’ün altına düşmesi durumunda, o ülkenin “su kıtlığı” noktasına ulaştığı kabul edilir. Eğer, bir ülkede kişi başına yıllık yenilenebilir tatlı su miktarı 1000 ile 1670 m3 arasında değişirse, bu durum “su baskısı” olarak adlandırılır. Kıtlık öncesi, acil ve riskli bir durumu ifade eder. Bu noktada, su politikalarını belirleyen temel öğeleri, su yönetimi ve su kaynağının ihtiyaçlar temelinde planlanması, nüfus-tüketim ilişkilerinin projelendirilmesi olarak tanımlanabilir.
Türkiye su kıtlığı çeken bir ülke değildir. Ancak, su kaynaklarının yönetimi ve planlanmasına dair yaşanan sorunlar, son 10 yılda Dünya Bankası ve uluslararası su tekellerinin ülkemiz su yönetimini belirleyen ticari girişimleri, sanayileşme ve kentleşme süreçlerinin plansız seyri, yenilenebilir su miktarında olumsuz değişimlere yol açmıştır. Bu miktar, 1995 yılında 8500 m3 iken, 1990’da 3625 m3’e 2000’de 3250 m3’e gerilemiştir. 2025 yılında bu değerin 2186 m3’e kadar ineceği tahmin edilmektedir. UNEP’in Raporu’na göre dünya ortalaması 7000 m3 olarak belirlenmiş olup, Türkiye 2002 yılı itibarı ile kişi başına 2940 m3 tatlı su kaynağı ile düşük sınıfta yer almaktadır.
Artan İhtiyaçlar ve Su Kaynakları Üzerindeki Baskılar
Birleşmiş Milletler Çevre Programının (UNEP), 2002 yılında yayınladığı 3. Küresel Çevre Raporu’nda, başta Afrika ve Asya kıtası olmak üzere, dünyada 1.1 milyar insanın güvenli-temiz içme suyu, 2.4 milyar insanın ise güvenli bir içme suyu arıtma hizmetinden yoksun olduğu belirtilmektedir.
UNEP Raporu, piyasa koşullarının küresel ölçekteki egemenliği sürdükçe, su politikalarını belirleyen ve yön veren çok uluslu tekellerin bu alandaki girişimleri devam ettikçe, önümüzdeki yıllarda dünya nüfusunun büyük bölümünün su sıkıntısı ile karşılaşacağına dikkat çekmektedir. Bu noktada, su sıkıntısını en çok hissedecek ülkelerden biri de Türkiye’dir…
Bu koşullar ve verili durum karşısında 2000 yılında Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen “Binyıl Kalkınma Hedefleri” arasında yer alan, “2015 yılı itibarı ile, güvenli içme suyuna erişim imkanı bulunmayan insan sayısını yarıya indirmek” sadece iyi niyetli bir hedef olmaktan çıkmış, kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir.
Küresel iklim değişikliği, ekosistem üzerindeki olumsuz baskılar, ormanların yok edilmesi, toprakların yanlış kullanımı, atıklarla kirletilmiş su kaynakları, hava kirliliği ve son olarak bir yandan kuraklık, bir yandan sel felaketleri, taşkın olayları bir “ekolojik kriz”in ayak sesleri olarak görülmelidir.
Bu bağlamda, su en önemli doğal varlık olarak öne çıkmaktadır.
Kuraklık ve Sömürü Kıskacında, Dünya Su Forumu İstanbul’da…
Dünya Su Konseyi isimli kuruluş, her üç yılda bir “Dünya Su Forumu”nu topluyor, en son 2006 yılında Meksika’da düzenlenen forumda bir yandan Birleşmiş Milletlerin 2015 yılı hedeflerini erişmek için yapılması gerekenler tartışılırken, bir yandan da suyun “ticari bir meta” olduğu vurgulanıyordu.
Dünya Su Forumları’nda, suyun en verimli şekilde özel sektör tarafından yönetilebileceği öne çıkarken, dünya su şirketlerinin talepleri doğrultusunda “su” da özelleştirme sorunun çözümünde tek reçete olarak ortaya koyuluyordu.
2009 yılında, Türkiye’de İstanbul’da bir araya gelecek kişi, kuruluş ve örgütler, işte bu reçetenin uygulanma alanlarını tartışacaklar. Bugünden uyarıyoruz… Dünya Su Konseyi’nin Başkanı Loic Fauchon, aynı zamanda su şirketi “Groupe des Eaux de Marseille” nin de başkanıdır. Bu şirketin, dünyanın pek çok yerinde, su dağıtım, su arıtım işlerini yürüttüğü, su üzerinden, bir anlamda yaşam üzerinden büyük paralar kazandığı bilinmektedir.
Bakanlık, DSİ Genel Müdürlüğü, Belediyeler, ASKİ, İSKİ vb. kurumlar su yönetiminde özelleştirmeci Dünya Su Konseyi ile yan yana durmayı mı yoksa halkımıza eşit, temiz ve sağlıklı su hizmeti sunmayı mı , kamusal bir görev olarak görecekler…
Önümüzdeki günlerde göreceğiz.!
2003 yılında, Kyoto’ daki Su Forumu’nda, Meksika’dan toplantıya katılan bir işçi, Suez Şirketi tarafından işletilen su şebekesinden aldığı bulanık ve kötü kokan suyu, Suez’ in başkanına vererek, içmesini İstemişti… İstanbul Su Forumu’nda da benzer görüntülerin olması muhtemeldir… Ankara’dan,İstanbul’dan, Malatya’dan, Diyarbakır’dan, Adana
‘dan, Antalya’dan kent yoksulları temiz ve sağlıklı içme suyunun bir hak olduğunu dile getireceklerdir!… Su tekellerinin yüzüne, onların “pis sularını” fırlatarak…
Küresel ortamda, suyun değeri kamu malından piyasa malına doğru bir dönüşüm yaşıyor. Dünya genelinde,1980 lerde gündeme gelen “yerelleşme” ve “yönetişim” politika ve uygulamalarının sonucunda, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere su yönetiminde özelleştirme uygulamaları başlatılmıştır.1990 lar boyunca süren bu uygulamaların sonucunda , su sektöründeki özelleştirme süreci bu ülkelerin şirketleri kanalı ile Latin Amerika ve Uzak Doğu Asya’ya da “sıçramıştır”.Bugün, gelinen süreç itibarı ile; sonuç, su özelleştirmelerinde tam bir başarısızlık ve fiyaskodur…Örneğin, Latin Amerika’nın yoksul halkı hem pahalı, hem de kalitesiz su tüketmek zorunda bırakılmış, her anlamda ihtiyaçlara yanıt veremeyen su tekelleri ise bu ülke kentlerinde tam bir kentsel kaosa neden olmuşlardır.
Bu bağlamda, “küresel su yönetimi” nin aktörleri, yani “gelişmiş” kapitalist ülkeler, uluslar arası şirketler, bunların “yerli” ortakları, bazı uluslar arası örgütler ( Dünya Bankası, IMF, Avrupa Yatırım Bankası gibi) ve bu alanda faaliyet göstermek üzere “kurdurulan” malum sivil toplum kuruluşları yeni açılım ve söylemlerle yeni pazar arayışına girmişlerdir.İşte bu noktada, başka alanlarda olduğu gibi, kentsel altyapı başta olmak üzere su sektöründeki özelleştirme ve yabancılaştırma sürecine karşı da direnmek ve sosyal devlet anlayışın halka sunması gereken olanak ve ortamları hükümetlere hatırlatmak gibi bir sorumluluğumuz bulunuyor.
Dünya Su Günü’nde, Doğa Uyarıyor!
Acil Önlemler Alınmalı…
Uluslararası Çevre Hukuku, Uluslararası Sözleşmeler, Ülkemizin Taraf Olduğu Uluslararası Anlaşmalar ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 56. Maddesi, “çevreyi geliştirmeyi, çevre sağlığını korumayı, herkesin eşit ve yeterli yaşam koşullarına sahip olmasını…” güvence altına almıştır.
Ancak, hükümetler bu görev ve sorumlulukları hayata geçirme konusunda yetersiz ve isteksiz kalmakta hatta tam tersi uygulamalara imza atarak, zaman zaman yasa yolu ile ya da zaman zaman yanlış proje ve uygulamalarla su havzaları, su kaynakları kirletilmekte ve yok edilmektedir.
Bu noktada, Türkiye’nin öncelikli ihtiyacı, bilimsel gerçeklerden hareketle hazırlanmış, kamu ve toplum yararını temel alan “SU POLİTİKASI” dır.
Bu politikayı oluşturma noktasında, temel olgular ise şu şekilde sıralanabilir:
• Su kaynaklarının korunması ve gelecekteki ihtiyaçların karşılanması için, gerekli araç ve teknikler geliştirilmeli, bu noktada yeni bir bakış açısı öne çıkarılmalıdır.
• Ulusal ve yerel ölçekte, kamucu bir su politikası oluşturulmalıdır.
• Bireysel ve küresel ölçekte, eşitlikçi, doğa korumacı uluslararası bir su politikasının tesisinde Türkiye öncü ülke olmalıdır.
• Su politikası ve yönetiminde, görev ve yetki karmaşasını çözecek merkezi, yerel örgütlenmeler ve tüzel düzenlemeler, yeni bir anlayışla elen alınmalıdır.
• Mevcut su kaynakları, miktar ve kalite olarak korunmalı ve iyileştirilmelidir.
• Ülkemiz yeraltı ve yüzey su envanteri, kullanım ve tüketim senaryoları, kamusal bir bakışla ve katılımcı bir anlayışla yapılmalıdır.
• Hükümetler, ilgili kamu kurumları, üniversiteler ve meslek odaları ile işbirliğini, özellikle su konusunda acil ve öncelikli bir yaklaşım olarak ele almalıdır.
• Su kaynaklarının, atıksular, katı atıklar, tarımsal ilaç ve gübre kullanımı ile kirlenmesinin önüne geçilmeli, bu alanda proje ve yaptırımlar öncelikle tesis edilmelidir.
• Uluslar arası su tekellerinin, kent ölçeğindeki su yönetimi politikalarına, bu alandaki projelerine karşı, kentsel su dağıtım şebekeleri ve arıtım sistemleri hemen kamulaştırılmalıdır.