Geçen hafta dünya borsaları fena sarsıldı. Şimdi “herkes” soruyor: “Neden?” Aslında, “herkes” derken, halen, “maesto (köpük mimarı Greenspan’ı kast ediyorlar) bir ağzını açtı…” “Kriz Çin’den geldi” gibi bahane sakızı çiğnemekle meşgul piyasa ayetullahlarını kast ediyorum. Anlıyoruz tabii.. illüzyon ne kadar sürerse o kadar para kazanma; zararı, küçük tasarrufçunun, gelişmekte olan ülkelerin sırtına yıkma şansları o […]
Geçen hafta dünya borsaları fena sarsıldı. Şimdi “herkes” soruyor: “Neden?” Aslında, “herkes” derken, halen, “maesto (köpük mimarı Greenspan’ı kast ediyorlar) bir ağzını açtı…” “Kriz Çin’den geldi” gibi bahane sakızı çiğnemekle meşgul piyasa ayetullahlarını kast ediyorum. Anlıyoruz tabii.. illüzyon ne kadar sürerse o kadar para kazanma; zararı, küçük tasarrufçunun, gelişmekte olan ülkelerin sırtına yıkma şansları o kadar yüksek.
Halbuki, biraz iktisattan ve toplumsal analizden anlayan “herkes”, “Neden oldu” sorusunun aslında bir bahane arayışı olduğunu çok iyi biliyor. Gerçekteyse, olması gereken olmaya başladı.. (Bkz, Dünya Ekonomisine Bakış, 13 Aralık, 5 ve 12 Şubat) “ortam” çoktan hazırdı. Olmasının arkasındaki de, şu veya bu etken değil, işte bu “ortam” dı. Şimdi, artık “Bundan sonra ne olabilir” sorusu çok daha ilginç.
Piyasalarda geçen hafta…
Salı günü, son bir yılda yüzde 130 artmış olan Şanghay Borsası indeksi yüzde 9.2 değer kaybetti. Onu Avrupa borsaları izledi. Aynı gün Dow Jones yüzde 3.3, Nasdaq yüzde 3.9 düştü, Japon Yeni, dolar karşısında 12 ayın en yüksek noktasına çıktı. ABD borsalarından 600 milyar dolar, İngiltere Borsası’ndan 80 milyar dolardan fazla değer silindi. Avrupa ve Asya borsalarını düşününce kayıp kolaylıkla bir trilyon doların üzerine çıkıyor. Cuma günü Bloomberg TV ‘de bir analist, yalnızca ABD borsalarından 1.5 trilyon doların silindiğini söyleyecekti. Kısacası nereden bakarsak bakalım dünya hasılasının yüzde 3’ünden büyük bir servet yok oldu. Oldukça büyük bir delik, özellikle küresel talep yetersizliği ortamında …
Çarşamba günü, dünyada borsalar gerilemeye devam etti. Persembe günü durulur gibi olan dünya borsaları, cuma günü yine kayıplarla kapandı. Dow Jones haftayı yüzde 4.2, Nasdaq yüzde 5.3 gerilemiş olarak kapattı. FT 100, yüzde 4.5; FT Euro First (Avrupa borsaları) endeksi de yüzde 5 düşmüştü.
Mali piyasalarda uzun süredir egemen olan “dinginlik” sona erdi, “volatilite” geri geldi. Yatırımcıların risk algısı değişti, “kaliteye kaçış” başladı. Bu, gelişmekte olan piyasalar açısından iyi haber değildi. Ama, ilginçtir, bu kez, bu kaliteye kaçıştan ABD Doları yararlanamadı. Yen güçlenmeye devam etti, uluslararası sermayenin Japon varlıklarına yönelimi hızlandı. Bu tür olgular, “carry trade” (düşük faizli Yen, İsviçre Frangı gibi paralarla borçlanıp, daha kârlı, ama riskli varlıklara yatırmak) işlemlerinin çözülmeye başladığını, yatırımcının, zarar daha büyümeden borçlarını kapatmaya yöneldiğini gösteriyordu. Bu, özellikle Türkiye gibi ülkelerin piyasalarını sulayan likiditenin kurumaya başladığının işaretiydi.
Geçen hafta, kaliteye kaçıştan ABD Doları’nın yararlanamamasının yanı sıra iki önemli gelişme daha dikkat çekiyordu. Birincisi: Türbülans, ABD Borsası’nın en fazla yüzde 5’i büyüklüğündeki Şanghay Borsası’ndan başlamış, hızla yayılarak ABD Borsası’na ulaşmıştı. Öyleyse, hem Çin artık dünya ekonomisinin belirleyici etkenlerinden biriydi, hem de ABD piyasaları artık dış şoklara karşı korunaklı değildi. İkincisi, risk yönetiminin en etkili aracı olarak görülen “ihtiyat fonları” (Hedge Funds) kaldıraçlı (borçlanarak gerçekleştirilen) yatırımlarını çözmeye başlayınca, bu kez, karşımıza, “bulaşıcılığın” en önemli taşıyıcısı, dolayısıla risk arttıran etken olarak çıktılar.
2003’ten beri ilk kez…
Cumartesi günü, finans dünyasının, Wall Street Journal, Financial Times, Bloomberg, CBS Market Watch, CNN-Money gibi yayınlarında, web sitelerinde hep aynı ifade yankılanıyordu: “2003 Mart ayı sonundan bu yana en kötü hafta…” Geçen hafta olanların sırrı da, Çin Borsası’nda, Greenspan’ın demecinde değil, işte bu ifadede gizli.
2003 Martı’nın sonuna dönersek karşımıza şöyle bir görüntü çıkıyor: 2001 başında borsa köpükleri delinmiş, bir “köpük sonrası” ortam oluşmaya başlamıştı. Diğer bir deyişle büyük bir servet piyasadan silinmiş, 1990’larda, küreselleşme sürecinde mali genişleme yoluyla bastırılan kapasite fazlası/talep yetersizliği sorunu yeniden su yüzüne çıkmıştı. Gelişmeler, 1929 sonrası depresyon yıllarını anımsatıyordu. İki kritik gelişme ile bugüne gelecek olan süreç başladı. Merkez bankaları hep birlikte büyük bir likidite genişlemesine gittiler. İkincisi, ABD Irak’a saldırdı. Biri, “carry trade” denen olgunun, kredi türevlerinin, kaldıraçlı işlemlerin hızla artacağı, likidite bolluğu iklimini yarattı. İkincisi, petrol fiyatlarını ve risk algısını etkiledi.
Peki bugün ne var karşımızda? Asya krizinden sonra şekillenen, ama 2003’ten bu yana artık en önemli tartışma (risk) konularından biri olan ve ABD ekonomisinin büyümesini, böylece oluşan taleple de dünya ekonomisinin büyümesini destekleyen Bretton Woods-II (Asya Merkez bankaları, dolar rezervleri biriktirirken, aynı anda, döviz işlemleriyle doları destekliyorlar) rejimi (ve “carry trade” ) çözülüyor. Asya bankaları ve OPEC ülkeleri hem rezervlerini çeşitlendiriyor (dolar payını azaltıyorlar) hem de likidite bolluğu artık ABD ekonomisini büyütmeye yetmiyor. Ev piyasasındaki köpük patladıktan sonra tüketici talebi hızla daralırken, ekonomik büyüme hızı 2006’nın IV. üç aylık dönemi için yüzde 3.5’ten yüzde 2.2’ye geri çekildi. Ocak ayında ev satışları yüzde 16, yeni ev inşaatları yüzde 14 geriledi. Dayanıklı tüketim malları siparişleri yüzde 7.6 daralırken, tüketici güven indeksi, ocak sonunda 96’dan şubat sonunda 92’ye geriledi. Reuters, planlanan tensikat oranlarının yüzde 33 ile beş ayın en yüksek düzeyinde seyrettiğini bildiriyor. Tüm bu göstergeler, ABD’de bir resesyonun gelmekte olduğunu söylüyor. Genelde başlayan likidite daralması, ABD’de “düşük kaliteli” ipoteklerdeki ödeme zorluklarının hızlanarak artmakta olmasına tepki olarak başlayan bir kredi daralması sorunu (bankalar kredi verirken daha dikkatli davranıyorlar) ağırlaşıyor.
Likide, kredi daralmasının önümüzdeki dönemde getireceği olası gelişmelere dönersek, sanırım şu öngörülerde bulunabiliriz: Kapasite fazlası (aşırı üretim/birikim) sorunu yeniden kendini dayatmaya başlayacak. Sorunu, yine bir likidite genişlemesiyle aşmaya kalkmak bu kez, ABD Doları’nda bir çöküşü göze almadan, böylece Asya bankaları rezervlerinde büyük bir aşınmayı sineye çekmeden gerçekleştirmek olanaksız. Bu saptama doğruysa, ABD ve dünya ekonomisinde, önce durgunluk yerleşecek, hatta en kötüsü, bir resesyona dönüşmeden (piyasalarda, belirgin bir temizlenmeye fırsat tanımadan) adeta yavaş bir iç kanama sürecine girilecek. Bu zeminde, zaten bir süredir güçlenmeye başlayan ekonomik ulusalcılık (kapasite yıkımının kendi ülkesinde olmasını engelleme çabası – Airbus ‘ın yeniden yapılanması sürecindeki çekişmeleri izlediniz mi? Financial Times, 01/03/07) ticari korumacılık daha da güçlenecek ( Hillary Clinton, Bernake ‘ye gönderdiği mektupta, ABD’nin dışa bağımlılığından – küreselleşmeden- yakınıyor, Bloomber, 01/03/07). Siyasi gerginlikler bu zeminde artacak.
Merkez bankaları 2003’te resesyonu yarıda kesince, sorunların ertelendiğini, daha sonra, daha da ağırlaşarak geri geleceklerini savunmuştuk. Şimdi, işte o noktadayız.