ABD emperyalizmi ve müttefiklerinin Afganistan ve Irak savaşından sonra hedef tahtasına koydukları İran eksenli Ortadoğu’da kışkırtıcı süreç devam ediyor. İran eksenli devam eden psikolojik, kışkırtıcı ve tahrik siyaseti, bölgede ve bölge dışında bir çok taşları yerinden oynatıyor. Yani ABD ve müttefiklerinin Ortadoğu, Avrasya ve İran derdi, Türk devletinin Kerkük ve Musul bahanesiyle Güney Kürdistan çılgınlığı, […]
ABD emperyalizmi ve müttefiklerinin Afganistan ve Irak savaşından sonra hedef tahtasına koydukları İran eksenli Ortadoğu’da kışkırtıcı süreç devam ediyor.
İran eksenli devam eden psikolojik, kışkırtıcı ve tahrik siyaseti, bölgede ve bölge dışında bir çok taşları yerinden oynatıyor. Yani ABD ve müttefiklerinin Ortadoğu, Avrasya ve İran derdi, Türk devletinin Kerkük ve Musul bahanesiyle Güney Kürdistan çılgınlığı, İsrail’in “Büyük İsrail” fantezisi, gerici Arap rejimlerinin din babında sultalıklarını sürdürmek için mezhep kaygıları…
Hepsini toparladığımız zaman, mazlum Ortadoğu halklarına yönelik bu tüccarların vahşi planları ve cendere altına alma siyaseti revaçta olup devam ediyor.
Bu hengameler arasında Türkiye devletinin misak-ı milli muharrik dürtüleri ile Kerkük üzerinden bölgeye yönelik kışkırtıcı ve saldırgan tutumu, İsrail’in İslam dünyasının kalbi olan Mescid-ü Aksa etrafında süreci provoke eden “kazı” çalışmaları mazlum Filistin ve Kürt halkına yönelik vahşi saldırıların hazırlıklarıdır.
Bir “büyük devlet” olma peşinde bölgede kendine bir pay çıkarmak isteyen Türkiye, Kerkük Musul benimdir vebalinde, bölgeye yönelik saldırgan ve çılgın tutumunu sürdürüyor. Hatta daha ileri giderek, Güney Kürdistan’ın sınırlarında hızlandırdığı operasyonun yanı sıra, bu ülkeye yönelik sınır ötesi savaş başlatacağını söylüyor. Gerekçede Türkmenler!
Oysa Türkmenlere karşı geçmişte katliamlar düzenlemiş Osmanlı geleneğinin mirascısı Türkiye, Saddam döneminde Kürtlerin yanı sıra Türkmenlerin de katliama uğradığı dönemde sesini çıkarmayan Türkiye nasıl oldu da Türkmenleri keşfetmiş oldu.
Bilindiği gibi Türkiye’nin kaygısı ne dün nede bugün Türkmen kaygısı değil. Onun tek hazmedemediği Güney’deki Kürt federe oluşumdur.
Kerkük’ün demografik yapısıyla oynanıp Araplaştıran, bölgede zulüm estiren Saddam’a neden hiçbir yetkili bir kelime söz söylemedi. Yani Türkiye’nin Türkmen kaygısı gerçekleri yansıtmıyor. Onun tek derdi Kürt varlığını içine sindirememiş olmasıdır.
Devam edelim; ABD’nin İran’a yönelik kışkırtıcı süreci göz önüne getirdiğimiz zaman bölge geneline ve bölge dışına yayılacak kanlı bir süreçle karşı karşıyayız. Her ne kadar İran’a yönelik şu aşamada bir saldırı yok dense de, Beyaz Saray’ın tavrını en açık biçimde dışa vuran Dick Cheney; “İran gibi bir ülkenin nükleer güç sahibi olması ciddi bir hata” olacağını ve “İran’ın Ortadoğu’da terörizme maddi destek verdiğini” (BBC) söyleyerek, İran tahrik edilmeye çalışılıyor.
ABD’nin Irak’ta geçmişte Türk askerlerinin başına çuval geçirmede olduğu gibi, bu kez de Irak’ta ve Erbil’de İranlılara yönelik operasyonlar yürütülüyor. Güney Irak’a yerleştirilen Patriot füzeleri, Stennis ve Eisenhower adlı iki uçak gemisinin Körfez’e konuşlandırılması ve bir diğerinin de yolda olduğu söylentisi ile İran’ı tahrik etmenin ötesinde provoke edilmeye çalışılıyor. Yani İran’ı, İsrail ve ABD hedeflerine yönelik bir saldırıya nasıl yöneltiriz gibi bir çok noktanın altı kazınıyor.
Eğer İran’da yanılıp bu güçlerin herhangi bir varlığına yönelik saldırı hatasına düşerse, o zaman ABD dönüp dünya kamuoyuna savaşı başlatan tarafın İran olduğunu söyleyip dünyanın İran’a çullanmasını isteyecektir.
Körfeze yerleştirilen uçak gemileri ve diğer filoların İran’a yönelik hava saldırısında tüm askeri tesislerin yanı sıra; köprüler, elektrik trafoları, otoban, su tesisleri ve tüm sivil altyapıların vurulmasının planlandığı söyleniyor. Böyle bir saldırı esnasında, buna yanıt verecek olan İran roketatarlarının Güney Irak’a konumlandırılmış olan Patriot füzeleri ile vurulması hesaplanıyor.
Zira bu çerçevede batı ağırlıklı medya iletişim araçları ise, Ortadoğu’ya yönelik tahrik ve kışkırtıcı haberleriyle adeta bugün yarın bölgenin herhangi bir yerin de ateşin fitillenmesi için simsar mantığıyla yazıp çiziyor ve hareket ediyorlar. Buna ek olarak, dünyanın güvenliğini tehdit eden ve bu tehdidi körükleyenlerinde Doğu halklarının olduğu lanse edilerek propagandası yapılıyor ve bir nevi Doğu-Batı ayrımı da kışkırtılıyor.
Hal böyle olunca da dünyayı tehdit eden ve hatta terör ve terörden kaynaklanan çeşitli değerlendirmeler ve yaklaşımlar işin özünün anlaşılmasından saptırılıyor. Çünkü çıkar çevreleri işin özüne salt ticari bir mantıkla bakarak halklar arasında derin uçurumların oluşması için sözüm ona işin uzmanları üç beş kuruş için sermayenin resmi söylemini insanların zihnine yerleştirmeye çalışıyorlar. Meselenin özünde politik çıkarların ve hegemonik anlayışların bulunduğu gerçeği saptırılarak “iyiyle kötünün, hayır ve şer”in yaşamsal kavgası olduğu şeklinde basmakalıplarla kamuoyu oluşturulmaya çalışıyorlar.
Bu vesileyle de dünya halkları arasında yapay ayrıcalıklar ile kutuplaşmalar yaratılmaya çalışılıyor. Sözgelimi Batılı bakış anlayışı olan kibirli ve önyargılı bakış açısı öne çıkarılarak Doğuya yönelik küçümseyici yaklaşımlar, Doğunun dünyada lehte ve aleyhte anlaşılmasını veya kavranmasını da zorlaştırıyor.
Hal böyle olunca son yıllarda, yani 11 Eylül olaylarından bu yana, ABD eksenli Doğuya yönelik habis tezler ortalıkta dolaşıveriyor.
“Tarihin sonu, medeniyetler çatışması” vs. gibi tezler hayat bulmadı. Şimdi artık bunların yerinde, İslam dünyasında kendi konumlarını güçlendirmek için bu kez de, mezhepler tezi öne sürülüyor. Bu yolla bölge halklarını kendi aralarında Şii-Sünni gibi din temelinde kanlı çatışmalara çekerek güçten düşürmeyi hedefliyorlar.
İngiltere Başbakanı Toni Blair ve Robert Gates’in geçen yılın son aylarında Körfez ülkelerinde bulundukları sırada söyledikleri ortak söylem dikkati çekti.
“İran bizi Lübnan, Irak ve Filistin’de köşeye sıkıştırmak istiyor” ve İran’ın bu “stratejik meydan okumasının farkında olmalıyız” diyerek, “uzun süre bu bölgede” kalacaklarını gerekçe yaratıyorlardı.
Hal böyle olunca da bölgede işletilmek istenen emperyalist stratejilerin biri tutmadığı taktirde bir diğeri devreye sokulmaya çalışılıyor.
Irak savaşının nelere neden olacağına ilişkin hesaplarını tutturamayan ABD ve müttefik savaş güçleri hedeflerindeki Avrasyaya girişin gecikmesinin sıkıntısıyla karşı karşıyalar. Bu anlamda da İran ekseninin zayıflatılması için, öne çıkarılan Suudi Arabistan eksenli gerici blok ile İran’ın önünün alınmasının planı hedeflenmeye çalışılıyor.
İran’ın dini lideri Ayetullah Hameney, bu yöndeki gelişmelere atıfta bulunarak “ABD ve İngiltere’nin bazı Arap ülkelerini yanlarına alarak bölgede Şii-Sünni çatışmasının peşinde” olduklarına dikkat çekiyordu. Hameney devamla, “düşmanların İran aleyhinde bugünde sürdürmekte olduğu şeytani emeller asla sonuç vermeyecektir”, “İran’a karşı 8 yıllık zorunlu savaş döneminde onca imkanlarını ve güçlerini kullandılar ama sonunda ellerine hiçbir şey geçmedi ” diyerek Arapları uyarıyordu.
Geçen yaz İsrail’in Lübnan üzerinden başlattığı ve ABD başta olmak üzer aşağı yukarı tüm Batı merkezlerinin desteklediği süreç pek de istedikleri rotada işlemedi. Bunun üzerine İran’ın bölge devletleri üzerinde bir “Şii hilali”nin egemenliğini oluşturduğu propagandası devreye sokuldu.
Doğrudur İran’ın bölgede mezhepten ziyade Sasaniler döneminde old
uğu gibi böyle bir güç olma emeli ve arzusu mevcuttur. Ancak İran bunu Şiiliği öne çıkarmaktan ziyade Cihan-ı Şümul İslam (Dünyayı Kapsayan İslam) adına sürdürmektedir.
Gelinen süreçte ABD’nin bugünkü savaş sevdalısı aparatı bölgede Şii-Sünni ayrımını öne çıkararak, mezhepler kavgasının fay hatlarının gerilmesi için bir çaba içerisindedir.
Öte yandan bölge devletlerine dayatılan ve G. Bush’un dünyaya nizam veren kurtarıcı Mesih anlayışı ile bölgedeki diğer bir anlayışa sahip olan Tevrat’a dayalı dini fanatizmin estirdiği vahşet görülmezden geliniyor. Aynı güçler bu dini fanatizmin Ortadoğu’daki hedefleri için çabalıyorlar. Bu doğrultuda da önündeki engellerin aşılması için dünya kamuoyu ikna edilmeye berdevam ediliyor.
Özellikle ABD bloğunun İran’a yönelik suçlamaları, Irak savaşından bu yana birkaç eksende ilerliyor. Bunlardan birincisi, Irak’taki siyasal sürecin gidişatından sorumlu olarak İran’ı göstermeye çalışıyor.
İkincisi, İran’ın nükleer konuda dünyayı dinlemeyen ve kendi başına “haydutça” davranan bir ülke gibi görülmesine çalışıyorlar.
Üçüncü olarak, Şiilere karşı İslam dünyasında bölgenin kimi devletleriyle birlikte Sünniliği öne çıkararak İran’a karşı cephenin geliştirilmesini tezgahlıyorlar.
Bu ve buna benzer bir çok gerekçelerle, İran dünyadan soyutlamaya çalışılıyor ve dünyadan soyutlanan İran’ı da vurmanın “meşru” zemini oluşturuluyor.
Yani şu an sinirleri germe savaşı denen süreç, önümüzdeki dönemde daha hızla ilerletilecek gibi görünüyor.
Not: Bu yazı 25 Şubat 2007 tarihinde kaleme alınmıştır. Bir yanlışlık sonucu bir haftalık gecikmeyle yayınlamıştır. Yazarımızdan ve okurlarımızdan özür dileriz.