Evren; tam da benim (okuma tecrübelerime dayanarak) sözlerini anladığım üzre (Atanmışların İstibdatına Dayalı) 1 Süper Valilikler Sistemi istediğini, ‘kast’ ettiklerinin alabildiğine yanlış anlaşıldığını söyleyedursun- Hakkında suç duyurusu yapan yapana! TCK’nın 302. maddesinden ağırlaştırılmış müebbetle yargılanmasını isteyenler dahi, kuyruk oluşturdular. Suç Duyurucular Cenneti’ne dönüştü aziz vatan. (Katkı Maddeleri’ne minnetlerimizle…) “İşte sana düşünce özgürlüğünün ülkesi!” “İşte söylenenleri/yazılanları […]
Evren; tam da benim (okuma tecrübelerime dayanarak) sözlerini anladığım üzre (Atanmışların İstibdatına Dayalı) 1 Süper Valilikler Sistemi istediğini, ‘kast’ ettiklerinin alabildiğine yanlış anlaşıldığını söyleyedursun-
Hakkında suç duyurusu yapan yapana!
TCK’nın 302. maddesinden ağırlaştırılmış müebbetle yargılanmasını isteyenler dahi, kuyruk oluşturdular. Suç Duyurucular Cenneti’ne dönüştü aziz vatan. (Katkı Maddeleri’ne minnetlerimizle…)
“İşte sana düşünce özgürlüğünün ülkesi!”
“İşte söylenenleri/yazılanları kıçından (bir denizcilik terimi) anlama müptelalarının son zırvalamaları!” dememize kalmadı-
‘Bu Cesur Çıkışı ANCAK Evren Yapabilirdi’ vari bir manşetle Emekli Cuntacımıza göğsünü siper etmiş bulunan Büyyük Gazetemizin İklimatör Genel Ağbisi, topa girdi.
Böylece Özkök beyler, hem en az kendisi kadar ultra hiper liberal, progressif bir fikircanlama/teorisaçma insanı, en az kendisi kadar Gözünü Budaktan Sakınmayan Özgürlükler Savaşçısı Evren Paşası’na sahip çıkıyorlar (Evren’in 302’den yargılanmasına da çanak tutuyor böylece; Allah korusun) hem de Böyle Olur Bu Fevkâlade Cesur Cuntacıların/Onların Ebedi Şakşakcısı Genel Ağbilerin Yalnızlığı misali-
Döktürüyor yine, kendi tabiriyle ‘Amiral Gemisinin’ Amirali Ertuğrul Özkök, PVC fabrikası boyutlarındaki köşesinde.
Başyazarı Oktay Ekşi’ye karşı olsun, Problemçocuk Emin Çölaşan’a, Doyumsuz Köşeci Mehmet Yılmaz’a karşı olsun sap gibi kalmamış mı genel ağbi/genel ağbi haliyle Evren savunusuyla/savunmasıyla!
Yine de boyun dik, kravat saf ipek! Siklamen renginde.
E, bu işler Black işi değil, Yreck işi bir yerde. Özkök de en az Evren kadar cüretli mi kahraman, bir kişi. Alın yarıştırın bu 2 şahsiyeti. Metin Şentürk’e de Ferrari verin.
Sağ gösterip sol vurma hususunda, yağ gibi suyun üstüne çıkma, suya götürüp (düşünsel kuraklık kast ediliyor) susuz getirme konusunda, her neviinden Manipülasyon Canavarlığı konusunda hangi Ortadoğulu Büyük Master’dan el aldığını bilemediğimiz Sn. Özkök; eminim düşünsel ikliminde övmelere doyamadığı 12 Eylül’ün bu master mind’ından da etkiler taşıyorlar! Dır! Eminim!
Böyle karşılıklı bir güzel etkileşim söz konusu iken; şimdi Evren’in şiddetle reddettiği/”Ben öyle demedim de/Böyle yanlış anlaşıldım da” yaptığı o ipe sapa gelmez sözler silsilesine sahip çıkma görevi Bu Yapayalnız Bırakılmanın Ağırlığına Sahip Çıkmayı Bilen/İklimatör Amiral Ağır Ağbi’ye düşüyor. E, büyük başın taşı da büyük oluyor. Haliylen.
Amaaa- korkutamazsınız onu yalnızlığın ağırlığıyla! Gürültücü kalabalıkların telaşesiyle serinkanlı liberalliğinden bir nebze olsun taviz vemesine neden olamazsınız! Avucunuzu yalarsınız küçük filika insanları!
Bu Yüce Gönülleme ve Fikirleme İnsanı (ve hatta: Şahikası) şu satırları döktürüyor mu? Döktürüyor 3/3/2007’nin Hürriyet’inde.
“Bu insan 90 yaşında.
Ülkenin en kritik döneminde tarihi kararlar almış.
Aldığı kararlarda, vatandaşın yüzde 90 desteğini sağlamış.
Bazıları ona diktatör diyor; ama o hâlâ halk arasında başı dimdik yürüyor.”
Şimdi ben bu emosyonel mısraları okuyunca bir yandan yaşlar boşandı gözlerimden aşırı duygulanmadan; bir yandan da “Allahım! ne olur ne olur, mümkünse Evren’le birlikte Özkök de yargılansın TCK’nın 302’nci maddesinden! Yapayalnız çıktığı o onurlu yürüyüşte idolünü yalnız bırakmasın. İkisi ‘Çifte Kavrulmuşlar’ olabilsinler, bu dava sayesinde,” olmadım değil.
Zira böylesi bir zihin ‘bondage’ı (bandaj, Hakkı bey) insanı duygulandırıyor, bir hissiyat zelzelemesiyle sarsım sarsım sarsaklanmasına neden oluyor.
Ama sonra Aklın ve İzan’ın Kapıyı Çaldığı Anlar geliyor tabii. (Mutlak çoğunluğa ve onların iklimlerine yön verenlere asla uğramayan anlar!)
“Yüzde 90 destekle ne kast ediliyor? Hani hem Babalamayasasına Evet!
hem ona Evet! hem buna Evet! Herkesin nerdeyse Evet! oyu vermeye iteklendiği, o meşum, o utanç verici oylama mı?” filan oluyorsun.
Beni oy verme hakkım henüz olmadığından anneannemi sandığa götürüşüm, “Anneanne Hayır! oyu vereceksin,” deyişim, Anneannemin Hayır! oyu vermesinin akabinde sandık görevlilerinin ‘Emin misin teyze?’ diye dehşet içinde sormaları filan geliyor, aklıma.
Çok zor zamanlardı. Çok hayırsız/uğursuz günlerdi. Nerdeyse (birileri tarafından) iç savaşın eşiğine getirilmiş; sonra da (yine birilerinin demokrasinin bize 3 beden filan büyük geldiğine kanaat getirmesi neticesinde) demokrasimizden, sendikalarımızdan, üniversitelerimizden her nevi bilimsel bağımsızlığımızdan, örgütlenme, düşüncelerimizi ifade etme haklarımızdan olmuştuk.
Yıllarca. Yıllarca! Budanmıştık.
Güdük bırakılmıştık.
Yunanistan Cuntacılarını yargılamıştı. Hapse atmıştı. Biz ise başımıza taç eder gibi yapıp (bizim huyumuz buydu: ‘gibi yapmak’) bulvarlarımıza, okullarımıza filan isimlerini koyup ilk fırsatta onların ‘Hadi bakiim, şunlara oy verin’ dedikleri isimleri sandıklarda gömmüştük.
Ama o kadar. İtaatsizliğimiz, cesaretimiz kadardı. Geçmişimizle yüzleşmemiştik.
Yüzleşemeyecektik. Yüzleşmemek bizim asli bir özelliğimiz miydi? Neydi?
Yüzsüzleşmek de, öyle.
Emekli diktatörlerin çıkıp aklına estiği gibi ‘Daldan dala, daldan dala’ yapmasını da hicapla karşılıyorum. Hiçbir hakiki demokratik temayüle sahip çıkamayışımıza, bağlıyorum. Birtakım iklim yapıcıların onlara cansiperane sahip çıkma ayaklarına da- en kestirme tanımıyla: i-na-na-mı-yo-rum!
Demek ‘yüzleşmemek’ ve ‘yüzsüzleşmek’ onun için bu denli ‘yakın’ 2 kelime.
Birini yapamayanlar, ikincisinde kendilerini bulu buluveriyorlar. Büyük bir yüzsüzlere has, gönül rahatlığıyla.