Biliyorsunuz; minik Dilara’ nın kapaksız, kartonla ayı tuzağına döndürülmüş lağım çukurunda ölmesi herkesi yaraladı. Başbakan’ı da. O (da) yaralanınca (da) Su, Kanalizasyon Müdürü gitti. İnanın bilmediğim için soruyor ve ortaya karışık yazıyorum: 1. Tarım Bakanı yerinde mi? 2. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı yerinde mi? 3. Bayındırlık Bakanı yerinde mi? 4. Tarım İşletmeleri TİGEM Genel […]
Biliyorsunuz; minik Dilara’ nın kapaksız, kartonla ayı tuzağına döndürülmüş lağım çukurunda ölmesi herkesi yaraladı.
Başbakan’ı da. O (da) yaralanınca (da) Su, Kanalizasyon Müdürü gitti.
İnanın bilmediğim için soruyor ve ortaya karışık yazıyorum:
1. Tarım Bakanı yerinde mi?
2. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı yerinde mi?
3. Bayındırlık Bakanı yerinde mi?
4. Tarım İşletmeleri TİGEM Genel Müdürü yerinde mi?
5. SSK Genel Müdürü yerinde mi?
6. Devlet Su İşleri Genel Müdürü yerinde mi?
7. Bu bakanlıkların ve kurumların Şanlıurfa müdürleri yerinde mi?
8. Ceylanpınar Tarım İşletmesi Müdürü yerinde mi?
Makamları çok olsun, rakamları çoğaltmayayım; hepsi yerinde mi?
Hepsinin keyfi yerinde mi?
Orada mısınız?
Merak ettim, sıhhat ve afiyette misiniz?
Sol nahiyenizde bir acı oldu muydu, orada kaldı mıydı, o sızı da hala yerinde midir?
“Kamu vicdanı” bazen “devlet vicdanı” na dönüşüyor.
Biri bir bedel ödüyor, nadiren.
Giden müdür de tabii geri gelebilir; Dilara geri gelmeyecek olsa da.
Ama İstanbul’daki o müdür gitti hiç olmazsa.
Diğerleri?
Urfa, devlet vicdanına ırak mı geliyor!
Tam bir ay önceydi. Şubatın 7’siydi.
Devlet tarım işletmesindeki koyunlardan taşeron namına süt sağsınlar, kaymağı taşlar, başlar yerken, güğüm dibinden günde üç, beş yeni lira alsınlar diye “işçiler” kamyonete doldurulmuştu.
Kasaya tıkıştırılmış 44 kişi, çoğu 12 ila 15 yaşında çocuklar.
Dere, yıkılan köprüyü aşmıştı.
Kamyon köprüye diye sürdü, çocuklar dereye döküldü.
Ceylanpınar’da, Tarım İşletmeleri’nde günde üç, beş tekliğe çalıştırılan 10 çocuk, henüz çocuk çocuk öldü.
Öldü de ne oldu?
Orada, sadece o gün değil, her gün işlenen “seri suçlar” ortaya çıkmış, derenin çamuruna karışmış, memleketin bir yığın pisliği arasında pis pis sırıtmıştı.
1. 16 yaş altında çocuk işçi çalıştırılması yasaktı ama taşeron bizzat devlet tarım işletmesinde bunu ihlal etmişti.
2. Sigortasız işçi çalıştırılması sözde yasaktı, ama köle gibi çalıştırılanların sigortası yoktu.
3. Devlet, bir kamu işletmesinde, Anayasa’daki sosyal devlet, hukuk devleti esaslarını çiğnemişti; taşeronlaştırma marifetiyle bunların yok edilmesine yol açmış, ne denetim yapmış, ne yaptırım uygulamıştı.
4. Devlet, köle gibi çalıştırılıp koyundan beter taşınanların yolu üstündeki köprünün enkazına da seyirci kalmıştı.
5. Devlet, kendi gözetiminde köleleştirilenlerin insanlık dışı taşındığı yoldaki dereyi ıslah için de bir şey yapmamıştı.
Yukarıdaki maddelerin sorumluları daha yukarıdaki arkadaşlardır.
Bu arkadaşlar, Allah bilir, mutlaka inançlı kişilerdir aynı zamanda.
İnanç, esasında vicdana dair bir şeydir.
Vicdan yoksa, zaten inanç sakattır.
Ama dünyevi işlerde, vicdansızlık hukuki, idari bedel ödetmeli; vicdan var ise, kişi o acının, o sızının, o huzursuzluğun bedelini kendi iradesiyle ödeyebilmelidir.
Oysa, tık var mı? Tık yok mu?
Kuzu sesi, koyun sesi, güğüm sesi, motor sesi, dere sesi, para sesi, makam sesi tık tık tıkır tıkır.
Vicdan sesine gelince, ölen ölür kalan sütler bizimdir!
Yarın Dünya Kadınlar Günü.
Galiba, Ceylanpınar’da bu “kadın olamadan, gelin olamadan, anne olamadan öl(dürül)müş küçük işçi kadınlar” anısına da tören olacak.
Yavrucakları hep kölelik, hep aşağılama, hep sömürü, hep hastalık, hep “töre” kovalayacak değil ya.
Üç kuruşluk ölümlerinin peşinden bir “tören” koştursun. Minik meleklerden kamu adına azcık özür dilesin!
Yoksa herkesin keyfi yerinde!