Derler ki, “Eski köpeğe yeni marifet öğretilemez” . TMF’nin (pardon IMF diyecektim), marifeti, gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini uluslararası mali sermayenin kullanımına açmaktı. Bu marifetine de “ekonomik büyüme için yabancı sermaye girişi gereklidir; mali küreselleşme mali istikrar, ekonomik büyüme ve refah getirir” şarkısı eşlik ediyordu. 1990’lar boyunca “gelişmekte olan” ülkelerde mali krizler birbirini izlemeye, IMF de […]
Derler ki, “Eski köpeğe yeni marifet öğretilemez” . TMF’nin (pardon IMF diyecektim), marifeti, gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini uluslararası mali sermayenin kullanımına açmaktı. Bu marifetine de “ekonomik büyüme için yabancı sermaye girişi gereklidir; mali küreselleşme mali istikrar, ekonomik büyüme ve refah getirir” şarkısı eşlik ediyordu.
1990’lar boyunca “gelişmekte olan” ülkelerde mali krizler birbirini izlemeye, IMF de bildiğini yapmaya devam etti. Ama, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesine yönelik eleştiriler de giderek arttı: Mali küreselleşme vaat ettiklerini yerine getiremiyor, aksine istikrarsızlığı arttırıyordu. Giderek ülkeler IMF’yi terk ettiler. En büyük müşterisi artık Türkiye olduğu için de The Economist, IMF ile, “TMF” diyerek dalga geçmeye başladı. Artık, IMF’nin canına tak etmiş olmalı ki bu ay, “Financial Globalization: Beyond the Blame Game” ve “Paradox of Capital” başlıklı iki “araştırmayla” cevap veremeye çalışmış. Çalışınca da ortaya tüm kariyerini vals üzerine yapmış yaşlı bir dansçının, aniden göbek dansı yapmaya başlamasına benzeyen komik, biraz da acınası bir durum çıkmış.
Ölme eşeğim ölme…
M. Ayhan Kose, Eswar Prasad, Kenneth Rogoff ve Shang-Jin Wei imzalı, “Financial Globalization…” (FG) denemesinin iki savı var: Okuyucu salaktır ve mali küreselleşme doğrudan yarar getirmedi, ama beklerseniz dolaylı yararları olabilir.
FG’nin yazarları, diyorlar ki mali küreselleşme tezi ekonomik büyüme, mali istikrar getirecekti. Mali küreselleşmeye yönelik eleştiriler, kriz yarattığını, ekonomik büyüme getirmediğini savunuyorlar. Biz, diyorlar, bu iki saptamanın dışından yeni bir bakış sunacağız. IMF veri toplamış, araştırmış, sonunda, “mali küreselleşmenin büyümeyi hızlandıracak sihirli bir vuruş olmadığı” soncuna ulaşmış. Ama getirdiği riskler de iddia edildiği gibi yönetilemez değilmiş. Mali küreselleşmede ileri giden ülkeler, diğerlerinden daha hızlı büyümüş görünüyorlarmış. Ama araştırmalar sermaye hareketlerindeki serbestleşmenin, ekonomik büyümeye yararlı olduğunu kanıtlayamıyormuş. Diğer bir deyişle IMF mali serbestleşmeyle büyüme arasında olumlu bir ilişki bulamamış. Hımmm! Öyleyse, mali küreselleşmede ilerleyen ülkeleri, “mali küreselleşme olmasaydı belki de daha hızlı büyüyeceklerdi” de denebilir! Zaten, “Paradox of Capital” , yazısından, “yabancı sermaye girişi düşük olan ülkelerin, güçlü ekonomik büyüme yakalama şansı daha yüksek oluyor” sonucu çıkıyor.
IMF’nin bildiği tek marifet ekonomileri mali sermayenin kullanımına açmak olduğu için, bu yeni koşullara, mali küreselleşme, büyüme üzerinde doğrudan olumlu etki yapmadı, ama dolaylı yoldan olumlu etkiler yapmayı başarmış olabilir savıyla adapte olmaya çalışıyor. IMF bu, dolaylı yoldan oluşacak olumlu etkileri şöyle özetliyor: 1) Mali sektör daha iyi gelişiyor; 2) kurumsal nitelik artıyor; 3) makroekonomik politikalarda disiplin sağlanıyor. Türkçesi: Mali küreselleşmenin dolaylı etkisi, daha fazla mali küreselleşme için elverişli koşullar yaratmak olarak kendini gösteriyor. Özelikle “makroekonomik politika disiplininin” yararları ibret verici: Serbestleşme, ani sermaye çıkışlarına yol açtığından, mali disiplin, piyasalara güven vererek bu ani çıkış olasılıklarının, etkilerini azaltıyormuş. Özetle IMF’nin önerisi, dolaylı (daha fazla küresel entegrasyon getirecek olan) etkilerin gerçekleşmesini beklemek. IMF’nin bir savı daha var: Artık borç hareketleri değil, doğrudan yabancı yatırımlar öne çıkıyormuş, bunlar ekonomik büyüme için daha yararlı oluyormuş. Ama, IMF bu doğrudan yatırımların, “yeşil saha yatırımları” mı yoksa, ülkelerin fabrikalarının, bankalarının yok pahasına satın alınması mı olduğunu söylemiyor.
‘Hayret bişi’…
IMF uzmanları, Eswar Prasad, Raghuram Rajan and Arvind Subramanian tarafından hazırlanan “The Paradox of Capital” başlıklı araştırma, 59 gelişmekte olan ülkeyi inceledikten sonra, kendi deyimleriyle, standart ekonomi teorisi (IMF’nin bugüne kadar savundukları) ile uyuşmayan bir durumla karşılaşmış: Yabancı sermaye girişi düşük, iç tasarrufları yüksek, cari hesapları fazla veren ülkeler, uzun dönemde , yabancı sermaye girişi yüksek, cari hesapları açık veren ülkelerden daha hızlı büyüyormuş. Yabancı sermaye girişi yüksek olan ülkeler, bazen kısa dönemde hızlı büyüme gösterseler bile bunu çoğu kez kriz izlediğinden, uzun dönemde daha düşük büyüme sergiliyorlarmış.
Halbuki IMF’nin de savunageldiği standart ekonomi teorisine göre bunun aksi olmalı, yabancı sermaye ne kadar çok gelirse, o ülke o kadar hızlı büyümeliydi. Yüksek cari açık da zaten bunun göstergesiydi. “Gerçekten” hayret bişi, standart ekonomi teorisi açısından… İki, ilginç gözlemi daha var bu yazarların. Birincisi, bu yabancı sermayeye dayanmadan büyüyen ülkelerde mali sektörün zayıf olduğu görülüyormuş. İkincisi yabancı sermaye, hızlı büyüyen, iç tasarrufları güçlü ülkelere değil, yavaş büyüyen, iç tasarrufları düşük, ama mali sektörü güçlü ülkelere gidiyormuş. IMF uzmanlarına göre burada bir paradoks var. Evet IMF uzmanları ve standart (çağımızda neoliberalizm) ekonomi teorisini benimseyenler açısından, bir paradoks. Ama yalnızca onlar için.
Aslında, birileri ( “dinozorlar” ve “romantik” ekonomistler) yıllardır iç dinamiklere, üretken (sanayi ve tarım) etkinliklere dayalı sermaye birikiminin ekonomik büyüme ve istikrar açısından önemini vurguluyorlar. Çünkü birincisi, bir sermaye (yerli/yabancı), bir başka coğrafyaya, getirdiğinden fazlasını götürmek için gelir. Gelen, doğrudan, “yeşil saha yatırımıysa” (yeni üretim birimi açıyorsa), bu yatırımdan ücret geliri ve yan sanayi olarak bir miktar yerel kazanç elde edilebilir, ama sermayenin, getirdiğinden fazlasını götürme amacı asla değişmez.
İkincisi (bu nokta, siyasi açıdan önemli) bir ülkede güçlü bir zemine, bağımsız, kendi denetiminde birikim kaynaklarına sahip bir sermaye sınıfı yoksa, yabancı sermaye ve ilişkide olduğu devletler, kısa sürede o ülkede yeni bir hegemonya odağı oluşturarak (yerli ortakları ve sözcüleriyle birlikte) siyasi süreçleri denetim altına almaya başlar, ülkenin ekonomik siyasi coğrafyasını kendi gereksinimlerine göre yeniden düzenlerler. Örneğin, sermaye giriş çıkışını kolaylaştıran kurumsal değişiklikleri, halkın refahına aldırmadan makroekonomik disiplini dayatır, mali sektörüyse (kendi giriş-çıkış kanalları olduğu için) özellikle güçlendirebilir!
Mali sektör getirisi, ekonomik kategori olarak faiz kazancıdır; ne kadar büyürse (ekonomik artık, faiz, kâr-sanayi/ticari- ve rant olarak bölüşüldüğünden), sanayi üretimine, iç tüketime ve ekonomik büyümeye o kadar az kaynak ayrılır. Bu nedenle, mali sektörü fazla büyüyen ülkelerin ekonomik büyüme performanslarının düşük olmasında hiçbir paradoks yok. Ve tabii, esas marifeti uluslararası mali sermayeye hizmet vermek olan IMF’nin iç kaynağa dayalı, göreli olarak istikrarlı ve güçlü ekonomik büyüme sergileyen ülkelerde azgelişmiş bir mali sektör bulunca, üzülmesi de doğal.