Diyarbakır’da kimsenin görmediği ya da görmek istemediği bir dram, kentin birçok semt ve beldelerini gezdiğinizde tokat gibi iniyor yüzünüze. Yoksulluk, toplumun her katmanına yayılmış. İstanbul’un Etiler, Nişantaşı’nı aratmayacak bir avuç “elit” insanın yaşadığı şatafatlı zenginliğin dışında, varoşlarda, beldelerde yoksulluk had saflada. Parasızlıktan bırakın doktora, hastaneye gidecek yol parası bulamayan insanlara rastlamak mümkün. Yoksulluğu, açlığı her […]
Diyarbakır’da kimsenin görmediği ya da görmek istemediği bir dram, kentin birçok semt ve beldelerini gezdiğinizde tokat gibi iniyor yüzünüze.
Yoksulluk, toplumun her katmanına yayılmış. İstanbul’un Etiler, Nişantaşı’nı aratmayacak bir avuç “elit” insanın yaşadığı şatafatlı zenginliğin dışında, varoşlarda, beldelerde yoksulluk had saflada. Parasızlıktan bırakın doktora, hastaneye gidecek yol parası bulamayan insanlara rastlamak mümkün. Yoksulluğu, açlığı her yerde görüyorsunuz.
Aşevlerinin önü hınca hınç insanlarla doluyor her gün. Ve her yıl, evlerine sıcak yemek götürmek için sıraya girenlerin sayısı yüzlerle değil, binlerle katlanarak artıyor. Utanıpta aşevlerinin önüne gidip sıraya girmek istemeyen yoksul ve çaresiz olanların sayısı bunlardan kat be kat daha fazla.
KENTİN YÜZDE 70’İ YOKSULLUK SINIRINDA
Görülmeyen, görülmek istenmeyen, görülüp de çare getirilemeyen bir feryat var. Resmi rakamlara göre kentin yüzde 70’inden fazlası yoksulluk sınırının altında, açlık sınırının altında yaşayanların ise yüzdesi belirsiz. Valilik bünyesinde kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’ndan aldıkları kışlık kömürü satıp, bu parayla yiyecek alıp yaşamlarını sürdürmeye çalışan insanları görmek mümkün. Soğuk dayanılır, ama açlığa çare yok. Karnınızı doyurmak zorundasınız.
Belediyelerin haftalık düzenlediği halk toplantılarında dile getirilen konu yoksulluk. Kimi ev kirasını, kimi su ve elektrik borcunu, kimi para olmadığı için hastalığının tedavisini istiyor. Genel talep ise iş…
KAHVELER İŞSİZLERLE DOLUP TAŞIYOR
Resmi rakamlara göre nüfusu 1.5 milyona yaklaşan Diyarbakır’da sadece bir yılda 400 bine yakın insan, gelecek yardımlarla yaşamlarını sürdürüyor. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın verdiği gıdalarla yaşamını sürdürenlerin sayısı ise 300 binden fazla. Birçok mahalle muhtarlığı, her gün fakirlik kağıdı çıkarmak için gelen mahalleli ile dolup taşıyor.
Yoksulluk sadece köyden gelen göçle yaşanmıyor. Gelenlerle birlikte varoşlardaki insanlar hep birlikte yoksullaşıyor. Aynı kaderi paylaşıyorlar. Kahveler hınca hınc işsiz insanlarla dolu. Ne belediyeler, ne de devletin göremediği, yada baş edemediği bir yoksulluğu kentin ana caddelerinden biraz uzaklaşınca rahatlıkla görüyorsunuz.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2006 yılı Aralık ayı rakamlarına göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırında yaşaması için gerekli para 567 YTL.
Haftalardır, aylardır etin katıldığı bir yemek yemeyen, parasızlıktan giyecek alamayan, aylık mutfak bütçeleri 100 YTL’yi geçmeyen, ayda 250-350YTL’ile geçinmek zorunda kalan -bırakılan- insanlar…
Sosyal güvenceleri yok. Tek umutları ise hastalandıklarında kullanabildikleri yeşil kartları. O da bir bahane bulunup iptal edilmezse.
KENTİN ARKA YÜZÜNÜN HİKAYESİ YOKSULLUK
Bir kentin arka yüzünün hikayesi yoksulluk. Görmek ve bakmak isterseniz. Hayırsever işadamlarını gönderdiği yardımların da yetmediği bir yoksulluk yaşanıyor Diyarbakır’da. Pamuk, fındık, sebze tarlalarına çalışmak için batı illerine gitmek revaçta. İnsanlar aç kalmaktansa, her yıl Mart-Nisan ayları ile Temmuz-Ağustos aylarında başlayan bir göçü yaşıyor batı illerine. Amaçları çalışmak, karınlarını doyurmak. Oradan 2-3 ayda kazanacakları 1000 yada 1500 YTL ile gelecek seneki sonbalar ve kışı geçirmek.
Nüfusun yoğun olarak bulunduğu Bağlar ve Sur Beldeleri ile Seyrantepe, Gündoğdu, Cumhuriyet, Fatihpaşa, Alipaşa, İskenderpaşa, Lalebey, Melikahmet, Hasırlı, Hançepek, Şehitlik, Benu Sen, Mardinkapı, Saraykapı, Fis Kaya, Ferit Köşk, Dicle, Kaynartepe, Muradiye, Yunus Emre gibi semt ve mahalllerde yoksulluk dizboyu. Yüzlerce evde hasta ve özürlü var. Tedavileri gerek, ancak tedaviye ayıracak para yok.
Çok nüfuslu ailelerde evde çalışan bir birey bile tüm ailenin umut kapısı. Amelelik, işportacılık, simit satıcılığı ya da ayakkabı boyacığılı yapılarak elde edilen aylık 350-400 YTL bir ailenin tek geçim kaynağı. Evde çalışanı olmayanların ise tek umutları eş-dostun yardımı, hayırseverlerin desteği yada belediye veya valiliğin aşevlerinden gelecek sıcak yemek.
Diyarbakır Valiliği bünyesinde kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı her yıl ortalama 10 milyon YTL değerinden fazla kuru gıda, sıcak yemek, ilaç, yakacak yardımı yapıyor. Belediyelerin ve hayırseverlerin de her yıl sayıları binlerle ifade edilen yoksullara dağıttığı kuru gıda yardımı cabası…
İnsanlara iş, eğitim, sağlık için değil, hayatta kalmaları, dilenmemeleri için yardım yapılıyor.
BEŞ ÇOCUKUKLU GÜLSÜM’Ü SORAN YOK
Gülsüm. Soyadını söylemiyor. Ne fotoğraf, ne soyadı yok. Çok gelmişler evlerine, mahallerine “yardım getireceğiz” diye fotoğraflarını çekmişler. Onun, çocuklarının..
Ne yardım gelmiş, ne de onları bir daha soran. Herkesten şikayetçi. Belediyelerden, valilerden, muhtarlardan. Onlar istese, onlar “he” derse yardım gelecek. Kendisine, çocuklarına iş, aş bulunacak. Çavundur köyünden göç etmişler Diyarbakır’a.
Eşi öleli yıllar oluyor. 5 çocuğuyla birlikte Mardinkapı semtinde 50 milyon kira verdikleri iki odalı bir evde yaşıyorlar. En büyük kızını evlendirmiş. Damadı seyyar satıcı.
Evin geçimini sağlayan ayakkabı boyacılığı yapan oğlu. 12 yaşındaki Nurettin’in ayakkabı boyayarak günde ortalama kazandığı 10-15 milyon lira ile geçiniyorlar. Okula giden iki çocuğuna devletin ayda verdiği 80 milyon lira ile onların okuması yük olmuyor kendisine. Üç yıl kadar, komşularıyla birlikte toplanıp trenle Sakarya’ya fındık toplamaya gitmişler. Oranın yeşilliği, toprakların genişliği en çok dikkatini çekmiş.
“Kürtsünüz”, “Teröristsiniz”, söylem ve suçlamalarına karşı yinede gitmiş komşularıyla birlikte fındık toplamaya ve bahçe işlerinde çalışmaya. Nede olsa ekmek parası. Oradan 2-3 ayda kazandıkları bin, binbeşyüz YTL para bile onlar için küçük bir servet.
TOPRAĞIMIZ YOKTU, AMA GEÇİNİYORDUK…
Hasta olduğu için şimdi gidemiyor. Evine giren sıcak yemek, aşevinden sağlanıyor. Mutfağında biraz patates, domates, bulgur, tuz, şeker, çay ve bir kavanozda sakladığı sıvı yağ var. Aşevinden verilen ekmek yetmediği için zaman zaman tandırda ekmek pişiriyor. Fırından, bakkaldan ekmek almak onlar için lüks.
“Bizim gibi birçok insan göç etti kente. Kalamıyorduk, yaşayamıyorduk. Rahat yoktu. Toprağımız yoktu ama geçiniyorduk. Birkaç aile birden göç ettik. O zaman biraz paramız vardı, burada 3-4 bin YTL’ye ev alacaktık. Ama olmadı. Şimdi 5 çocukla birlikte burada yaşıyoruz. Evimde buzdolabı, çamaşır makinası yok. Bir tek televizyon var. O da olmazsa çocuklar durmaz evde. Kaçar giderler” diyerek, bir televizyon ile ailesini bir arada tuttuğunu anlatıyor.
Gülsüm’ün yaşadığı semttekiler de ondan farklı değil. Mahallede maaşlı-ücretli çalışan varsa onun gözünde “zengin ev”lerden. Sosyal güvenceleri yok. Yeşil kart çıkardıkları için herhangi bir hastalık durumunda sağlık ocağına yada hastaneye gidebiliyor.
İki göz evindeki eşyaların toplam değeri toplam 500 YTL’yi bulmuyor. Tek umutları okulda okuyan iki çocuğu. Onlar büyüyüp bir iş sahibi olduklarında hem kendisine, hemde abi ve ablalarına bakacaklar.
Evinin her köşesinde yoksulluk, perişanlık gözle görülür bir şekilde insanın yüzüne çarpıyor. “Kader” diyor, “Buna da şükretmek lazım. Yoksuluz, açlıktan kimse ölmemiş şu ana kadar. Bize de bu hayat d