13 Şubat 1967. Günümüzden tam 40 yıl önce bugün, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu’ndan (Türk-İş) kopan Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş, Gıda-İş ve T. Maden-İş (Zonguldak) sendikalarının ortak kararıyla Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kuruldu. Bu, Türkiye’de sendika hareketinin en önemli dönüm noktalarından biri, belki de en önemlisiydi. Bir kıvılcım: 1966 Paşabahçe grevi Sendika hareketini böyle büyük bir […]
13 Şubat 1967. Günümüzden tam 40 yıl önce bugün, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu’ndan (Türk-İş) kopan Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş, Gıda-İş ve T. Maden-İş (Zonguldak) sendikalarının ortak kararıyla Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kuruldu. Bu, Türkiye’de sendika hareketinin en önemli dönüm noktalarından biri, belki de en önemlisiydi.
Bir kıvılcım: 1966 Paşabahçe grevi
Sendika hareketini böyle büyük bir yol ayrımına taşıyan gerilim zaman zaman yükselmiş, Türk-İş içinde çatışmalara neden olmuştur. 1964 Ağustos’unda Maden-İş’in MESS’e karşı yürüttüğü Sungurlar grevine Türk-İş’in karşı çıkması, 1965 yılı Şubat’ında Kula grevi sürerken Türk-İş’in imzaladığı toplu sözleşmenin işçilerce reddedilmesi üzerine çıkan çatışmalar bunlar arasında ilk akla gelenlerdir. Ancak kıvılcım, 1966 Paşabahçe grevidir.
31 Ocak 1966 günü Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası’nda Kristal-İş tarafından çok güçlü bir kamuoyu desteğiyle başlatılan grev sürerken Türk-İş’in, 1966 Mart’ında işverenle grevi sona erdirmek üzere anlaşarak protokol imzalaması büyük tepki yarattı. Protokolü açıklamak üzere fabrikaya gelen Türk-İş yöneticileri, grevci işçilerin büyük protesto gösterileriyle karşılaştılar. Kristal-İş imzalanan protokolü tanımadı, Türk-İş’e rağmen grevi sürdürdü. Türk-İş grevden desteğini çekti ve greve son verilmesini istedi. Buna karşılık Türk-İş üyesi 16 sendika grevi desteklediklerini açıkladılar.
Türk-İş Yönetim Kurulu’nun, 1966 Nisan’ında grevi sürdüren Kristal-İş’le birlikte grevi destekleyen Maden-İş, Petrol-İş, Lastik-İş ve Basın-İş sendikalarını Türk-İş Onur Kuruluna sevk etmesi gerilimi tırmandırdı. Bunun ardından, 15 Temmuz 1966 günü Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş ve Gıda-İş “Sendikalar Arası Dayanışma Anlaşması” (SADA) olarak bilinen bir protokol imzalayarak geçici bir yapılanma oluşturdular. Türk-İş Onur Kurulu grevi sürdüren ve destekleyen sendikaları geçici sürelerle Türk-İş’ten ihraç etti. Bu geçici ihraç kararlarıyla da yetinmeyen Türk-İş İcra Kurulu, bu kez Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş, Kimya-İş ve T. Banka-İş sendikalarını kesin ihraç istemiyle Türk-İş Onur Kurulu’na sevk etti. Bu bir yol ayrımıydı. Türk-İş Onur Kurulu bu sendikaları, DİSK’in kurulduğu 13 Şubat 1966 günü Türk-İş üyeliğinden ihraç etti.
Neden DİSK?
Paşabahçe grevi, Türk-İş içindeki çatlağın derinleşmesine neden olan, DİSK’in kurulması sürecini hızlandıran bir etken olmuştur. Ancak Türk-İş’in parçalanmasının ve DİSK’in doğuşunun asıl nedenlerini 60’lı yılların ekonomik, toplumsal ve siyasal koşullarında aramak gerekir.
Bu yıllarda Dünya’da kapitalizm altın çağını yaşıyordu. II. Dünya Savaşının ardından 70’lerin başlarına kadar uzanan uzunca bir dönem uygulanan, Keynesyen politikalara dayanan “sosyal refah devleti” modeli, işgücü verimliliğindeki artışa paralel olarak ücretlerde reel artışa izin veriyor, kitle üretiminin gerektirdiği kitlesel tüketimi de kar realizasyonu olarak değerlendiriyordu. Türkiye’de de 60’lı yıllar boyunca, toplu pazarlık ve sosyal güvenlik sistemlerindeki iyileşmelerle, eğitimin, sağlığın ve pek çok kamu hizmetinin ayrım yapılmadan parasız sunulmasıyla geliştirilen “sosyal devlet” uygulamaları sendika hareketinin gelişimi için elverişli koşullar sağlamıştı. 1961 Anayasası demokratik hak ve özgürlükleri güvence altına almış, 1963 yılında yürürlüğe konulan 274 ve 275 sayılı sendika yasalarıyla özgür toplu pazarlık ve grev hakkı tanınmıştı. Bu koşullar aynı zamanda Türkiye’de sosyalist solun yükselişine, emekçi sınıflar arasında giderek yaygınlaşmasına da zemin oluşturmuştu.
Bu süreç içinde çok önemli bir çıkış, 1961 yılı Şubat’ında Türk-İş içinden, aralarında Kemal Türkler ve İbrahim Güzelce’nin de bulunduğu 12 sendikacının İstanbul Valiliğine verdikleri bildirimle Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) kurulması oldu. Bunu bir tehdit olarak gören Türk-İş yönetimi, TİP’e karşı “Çalışanlar Partisi” girişimini başlattı, ancak bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Buna karşılık TİP’in 1965 seçimlerinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) 15 milletvekili göndermeyi başarması Türk-İş içindeki gerilimi arttırdı. TİP’li sendikacılara karşı Seyfi Demirsoy-Halil Tunç önderliğinde bir karşı ittifak; CHP-AP ittifakı oluşturuldu. 1966 yılında yapılan Türk-İş Genel Kurulunda TİP’li sendikacılar yönetim dışında bırakıldılar.
Türk-İş içindeki bu çekişme, siyasi görüş farklılığının yanında çok esaslı bir ilkesel nedene dayanıyordu. Bu, Türk-İş’in sendika-siyaset ilişkisine yaklaşımını belirleyen “partilerüstü politika” ilkesiydi. Partilerüstü politika, Amerika Birleşik Devletleri’nde (A.B.D.) sendika hareketi içinde daha 1880’lerden başlayarak zaman içinde şekillenmiş, 1955’de Amerikan sendika çatı örgütleri AFL ile CIO’nun birleşmesinin ardından AFL-CIO Anatüzüğü’ne alınarak resmiyet kazanmıştı. Bu, sendikaların siyasi partilerden bağımsız kalarak Amerikan Kongre ve Senato üyelerini izlemelerini, buna göre hangi adayların desteklenip hangi adayların desteklenmeyeceğine karar vermelerini öngören pasif bir modeli ifade ediyordu. Ne var ki Türk-İş’in partilerüstü politikaya yaklaşımında da kimi belirsizlikler vardı. Bir yandan siyasi partilerle bağlantıyı reddeden Türk-İş, bir yandan da 60’lı yılların başında ironik biçimde Çalışanlar Partisi girişimini yürütmüştü. Türk-İş, 1964 yılında toplanan 5. Genel Kurul’da partilerüstü politika ilkesini Anatüzüğü’ne koymuş ve 1965 Mart’ında “hangi siyasi teşekkül olursa olsun, hangi istikametten gelirse gelsin Türk-İş bünyesi içine siyasi gayeler sokulmayacağını” kesin bir dille açıklamıştı. Türk-İş içinde 60’ların başlarında ortaya çıkan ve Türk-İş’in parçalanmasıyla sonuçlanacak olan bu çekişmenin ekseninde, siyasi görüş farklılıkları ve Türk-İş’in partilerüstü politika ilkesine karşı işçi sınıfının siyasete doğrudan ve örgütlü biçimde ağırlığını koymasını öneren yeni bir vizyon vardı.
Önlenemez yol ayrımı
Bu karşıtlık kısa zamanda bir hesaplaşmaya dönüşmüştür. Bu yıllarda demokratik hak ve özgürlüklerin, sendika haklarının gelişmesinin, solun yükselişinin emekçi sınıflar arasında yarattığı heyecan, sendika hareketini daha ileri hedeflere ve buna önderlik edebilecek, dinamik bir örgütlenme arayışına yöneltmiştir. Bu arayış, Türk-İş içinde görüş ayrılıklarının keskinleşmesine, uzlaşma noktalarının ortadan kalkmasına ve sendika hareketinin parçalanmasına neden olmuştur. Nitekim DİSK’in kurulmasıyla birlikte, 70’li yılların çetin koşullarında gerçekleştirilen kitlesel 1970, 15-16 Haziran eylemleri, 1976 Devlet Güvenlik mahkemeleri (DGM) direnişi, 1976, 1977 1 Mayıs mitingleri, 1977-1980 MESS grevleri, örgütlenen yüzlerce işçi eylemiyle sendika hareketi militan bir ruh kazanmıştır. Bu sürecin Türk-İş çatısı altında yürütülebilmesi, Türk-İş’in muhafazakâr yapısının böyle bir dinamizmi taşıyabilmesi mümkün değildir ve mümkün de olmamıştır. Bu çerçevede bölünmenin, hızla değişen koşulların kaçınılmaz bir sonucu olduğunu da teslim etmek gerekir.
Yeni bir çizgi
60’ların sonunda TİP’i kuran bir gelenekten gelen DİSK, 70’lerde, Fransa’da 1968 yılında Fransa Genel Çalışma Konfederasyonu’nun (CGT) özeleştiri sürecinde geliştirilen “sınıf ve kitle sendikacılığı” çizgisini benimsemiş, sendikaları
bir “sınıf örgütü”, “kitle örgütü” ve “demokratik örgüt” olarak tanımlamıştır. Bu çerçevede sermayenin “sınıf tavrına” karşı uzlaşma dışında verilebilecek bir cevap daha olduğunu vurgulayan DİSK, sendikaların işçi sınıfının örgütlü “sınıf tavrını” geliştirmeleri gereğini savunmuş, ancak sendikaların siyasi partilerle organik bağlar kurmalarını reddetmiştir. DİSK, kendisini “işçi sınıfının bağımsız bir örgütü” olarak ifade etmiştir.
Öte yandan DİSK, 70’li yıllar boyunca giderek yükselen bir gerilimi de içinde taşımıştır. Bu, solun kendi içindeki mücadelesinin yarattığı gerilimdir. Özellikle 1977 yılında toplanan 6. Genel Kurulda gerçekleştirilen yönetim değişikliğinin ardından saflar daha da netleşmiş, ayrışma 1979 Mart’ında Maden-İş, Bank-Sen, Baysen ve Yeraltı Maden-İş sendikalarının DİSK’ten geçici olarak ihraç edilmesi noktasına kadar varmıştır. Bu süreç DİSK’in, zaman zaman ülke gündemini belirleyebilecek siyasi çıkışlarına sahne olmuş, DİSK ortaya attığı ve yürüttüğü “cephe” tartışmalarıyla solun gündeminde olmuş, “eylem birliği” ve 1977 MESS grevlerinin ardından da “grup sözleşmesi” tartışmalarıyla, “referandum” önermesiyle sendika hareketinin bütününü kendi etki alanına almıştır. Bu çerçevede DİSK içindeki gerilim zaman zaman DİSK’e ve genel olarak da sendika hareketine zarar vermiş, zaaflar yaratmış olsa da sendika politikalarının oluşturulması açısından solun bütün kesimlerini içine alan bir tartışma zemini oluşturmuş ve sendika hareketine çok zengin entelektüel katkı sağlamıştır. DİSK, işçi kitleleri arasında sınıf bilincinin gelişip yaygınlaşmasında birinci derecede önemli rol oynamıştır. Sendika içi demokrasinin güçlenip ağırlık kazanmasında DİSK’in çok büyük katkıları vardır. DİSK sendika hareketi içinde yüz ağartıcı, güçlü bir gelenek yaratmıştır.
12 Eylül askeri rejimi en ağır darbeyi DİSK’e vurdu. DİSK ve bağlı sendikalar kapatıldı, sendika yöneticileri, sendika aktivistleri tutuklandı. DİSK davası on yıldan fazla sürdü ve Askeri Yargıtay’ın 16 Temmuz 1991 günü açıklanan kararıyla beraatla sonuçlandı. Ve DİSK bugün kırkıncı kuruluş yıldönümünü kutluyor.
* Can Şafak’ın 13 Şubat’ta sitemize gönderdiği yazısı mail adresimizde meydana gelen bir problem yüzünden gecikmeli olarak yayınlanmaktadır. Sayın Şafak’tan ve okurlarımızdan özür dileriz.