1978 yılında Beyazıt Meydanı’nda 6 arkadaşıyla beraber katledilen öğrencim Hatice Özen’in anısına) Yıllar ne çabuk geçiyor. Dile kolay, tam 29 yıl olmuş. Tabii bu yılların nasıl geçtiğini ölenlerin yakınları ve sevenleri bilir ancak. Orta üçüncü sınıfta okutmuştum onu. Pencere kenarında, önden ikinci sırada, duvar dibinde otururdu. Kumral saçlarının çevrelediği beyaz, yuvarlak ve tombul yüzü yaşından […]
1978 yılında Beyazıt Meydanı’nda 6 arkadaşıyla beraber katledilen öğrencim Hatice Özen’in anısına)
Yıllar ne çabuk geçiyor. Dile kolay, tam 29 yıl olmuş. Tabii bu yılların nasıl geçtiğini ölenlerin yakınları ve sevenleri bilir ancak. Orta üçüncü sınıfta okutmuştum onu. Pencere kenarında, önden ikinci sırada, duvar dibinde otururdu. Kumral saçlarının çevrelediği beyaz, yuvarlak ve tombul yüzü yaşından fazla gösterirdi, ama yüzünde en küçük bir pürüz, kırışıklık yoktu. Güldüğünde (ki sürekli gülerdi) yanaklarında pembe gamzeler oluşurdu. Sevgi ve mutlulukla bakardı. Bir elini çenesine dayar, sırtını duvara verir, öyle dinlerdi dersi. Konuyu ilk anlatışımda anlardı. Tekrarlarımda artık dinlemez, önündeki deftere küçük küçük kareler, dikdörtgenler çiziktirirdi. Parmak kaldırmazdı pek, ancak sınıfta parmak kaldıran yoksa ya da çok azsa öyle kaldırırdı. Sınıfın ebesi gibiydi. Yazılı sınav yaparken kağıdı ya da kalemi olmayanlar için mutlaka bir iki tane yedeği vardı. Bir arkadaşı suç işlese de cezalandırmaya kalksam, kalkar bir şeyler söylerdi, bağışlayayım diye. Teneffüslerde hep etrafında dört-beş arkadaşı olurdu; onları güldürür dururdu. Acıklı bir olay karşısında gözleri bulutlanır, gözyaşları yanaklarından inci taneleri gibi dökülürdü.
O üniversiteye başladığında ülke karanlık bir girdaba doğru hızla sürüklenmeye başlamıştı. Bunu açıkça görüyorduk. Duyduğumuz faşizmin ayak sesleriydi, planlı bir şekilde rap raplarla geliyordu. Fakat ülkenin aklı başındaki demokratik ve muhalif güçleri, işçi ve emekçi örgütleri bu gerçeği yayın organlarında yazdığı, meydanlarda söylediği halde biraraya gelip de güç oluşturamıyorlardı. Hâlâ daha Türkiye’de ulusal burjuvazi var mı, yok mu ya da devrimden sonra toprak kamulaştırılmalı mı yoksa fakir köylüye dağıtılmalı mı’nın tartışması yapılıyordu. Aklı başındaki herkes olayları CIA’nın planladığını iyi biliyordu, Sovyetler Birliği’nin burnunun dibindeki bir NATO üyesi olan ülkemizde dağınık da olsa sistem muhalifi dalga çığ gibi büyüyordu. Şimdi olduğu gibi o zaman da Amerika’nın bildiğimiz, bilmediğimiz daha birçok gizli ve açık emelleri vardı ülkemiz üzerinde.
İşte benim güzel kızım böyle, bir planın kurbanı oldu. Onun öldüğünü televizyondan öğrendiğimde o zaman beş yaşında olan büyük oğlumla birlikte salonda trencilik oynuyorduk. Bilincimi yitirecek gibi olmuş, yerlerde tuhaf bir böğürtü çıkararak yuvarlanmışım da oğlum babama bir şeyler oldu diye ağlamaya başlamıştı. Her 16 Mart’ta seni hatırlıyorum Hatice. Beyazıt Meydanı’nda her şeyden habersiz, arkadaşlarınla kol kola çıkarken yakaladı ölüm seni. Ölümleriniz salt sizin değil yaşayan tüm gençliğin de umutlarını aldı götürdü. Katillerini bile bulamadık. Bilirsin bizde amiyane bir söz vardır. Ananı döven kadı, kime ne şikayet ediyorsun diye. O kadılar, 29 yıl sonra bile ‘güvercinlere dokunmaktan’ vazgeçmediler.
Her gün gençler öldürülüyordu
Sen öldükten sonra ortalık daha da karardı. Aynı yıl Ekim ayında sizin gibi üniversite öğrencisi, yedi genci alçakça ve canice boğazladılar. Gene aynı yıl Aralık ayında Kahramanmaraş’ta Alevi yurttaşlarımızın üzerine saldırıldı, yüzlercesi öldürüldü ve binlercesi yaralandı. Mayıs 1980’de aynı katliam Çorum’da gerçekleştirildi. Her gün çoğu genç onlarca kişi öldürüyordu.
Sonra göndermek istedikleri uçuruma yuvarladılar bizleri, ülkede yeni bir vahşet, talan ve soygun dönemi başladı. Yüzlerce kişi idam sehpalarında, işkencehanelerde, gizli kuytularda katledildi. Onbinlercesi sakat bırakıldı ve hapishanelere çürütüldü. Bilimsel eğitim istediğiniz, bir zamanlar dünyanın sayılı eğitim kurumlarından olan İstanbul Üniversitesi dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına bile giremiyor şimdi. Önünde toplanıp “bağımsızlık, özgürlük, adalet” marşları söylediğiniz o meydanda yeller esiyor şimdi. 12 Eylül artığı YÖK ve onun rektörleri üniversiteleri kışlaya dönüştürdü. Sistemi eleştirenler ya okuldan kovuluyor ya da hapishanelere tıkılıyor.
Ah Hatice, bağışla bizi yavrum; kanını yerde koyduk.
Kızlarımızın yanağında güllerin açacağı, delikanlılarımızın saçlarının rüzgarda özgürce dalgalanacağı, çocuklarınızın açlıktan ve hastalıktan ölmediği, gecelerinde korkusuzca yatılabilen, gelecek derdi olmayan insanların yaşadığı bir ülke ve bir dünya yaratamadık; bağışla bizi güzel kızım; rahat uyu.
Sizleri sonsuza kadar unutmayacağız.
Cafer Karatepe
[email protected]