Türkiye’de siyasetin demirbaşı eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Bilkent Üniversitesi’nde yapılan bir toplantıda demokratik reflekslerin yokluğundan yakınıyor. Kendisine sorulan “Tartışmalı cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde üniversitelerde protesto gösterileri yapılmıyor, ODTÜ’lü öğrenciler nerede?” sorusunu yanıtlarken diyor ki: -Bu sorunun muhatabı onlar. Onlara aktaralım: Gerçekten nerede bu ODTÜ’lü öğrenciler? Gençlerin sorusunu anlayışla karşılamak mümkün. Peki ya Demirel’in pişkinliğine ne demeli? […]
Türkiye’de siyasetin demirbaşı eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Bilkent Üniversitesi’nde yapılan bir toplantıda demokratik reflekslerin yokluğundan yakınıyor.
Kendisine sorulan “Tartışmalı cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde üniversitelerde protesto gösterileri yapılmıyor, ODTÜ’lü öğrenciler nerede?” sorusunu yanıtlarken diyor ki:
-Bu sorunun muhatabı onlar. Onlara aktaralım: Gerçekten nerede bu ODTÜ’lü öğrenciler?
Gençlerin sorusunu anlayışla karşılamak mümkün.
Peki ya Demirel’in pişkinliğine ne demeli?
Demirel iktidarda olmadığı zamanlarda gösterdiği “demokratik performansla” her zaman takdiri hak etmiştir.
Aziz Nesin 12 Eylül döneminde “Bir Bilen” kod adıyla harikalar yaratan Baba için şöyle demişti:
-Demirel bir askeri darbe daha görse komünist olacak!..
Nesin göremedi ama Demirel’e bir askeri darbe görmek daha nasip oldu: 28 Şubat post-modern darbesi!
Ama baba o zaman Cumhurbaşkanı idi! Darbe, Baba’yı muhatap almadığından, o da partner olup çıktı işin içinden! Refah Partisi lideri Necmettin Erbakan’ın başbakanlıktan indiren operasyonun içinde yer aldı. O günlerde “laiklik güçleri komutanı” oldu!
Halbuki 28 Şubat’tan bir ay önce Akit gazetesinin manşetine binmiş Suudi Arabistan’a doğru gidiyordu:
-Şeriat dinin ta kendisidir!
Aynen böyle söylemişti.
Ona çelişkileri sorulduğunda pişkinlik arşivini açar ve soranın ağzının payını verir:
-Dün dündür, bugün bugündür!
1991 Genel Seçimleri öncesinde Bursa’da işadamlarını siyasete girmek zorunda oldukları konusunda ikna etmek için şöyle diyordu:
-Siz uzak kalayım derseniz, siyaset gelir sizi fabrikanızın kapısında bulur!
Baba, işçi, işveren, esnaf, memur ayrımı yapmaksızın herkesin siyasete dahil olmasını buyuruydu. Oysa 1970’li yıllar boyunca günde üç öğün beş vakit DİSK’i suçluyordu:
-Bunlar siyaset yapıyorlar!
Ertesi sabah kendisini izleyen gazetelerle kahvaltı yaparken, münafık gazeteci soruyu patlattı:
-Efendim özeleştiri gereği hissediyor musunuz?
Baba’nın sevimli hali gitti, asık suratlı devlet yüzü geldi:
-Hayır! dedi, hissetmiyorum. Kanunları beğenmeyebilirsiniz ama o kanunlara uymak zorundasınız!
İşte Baba böyledir!