Sözlerini ve evraklarını genellikle böyle sonlandırırlar. Saygı ve sadakat ifade eden bu hitabın muhatabı üst-otoritedir; alta “rica” ederler. Biçimle öz, zarfla mazruf bir bütündür, ayrılmaz. Bürokrasiden söz ediyorum; siyasal tarihimizin (kimilerine göre Devlet-u al-i Osmaniye’den beri) en önemli figüründen. Öyle ki, onu özerk ve egemen bir sınıf mertebesinde gören solcularımız bile çıkmıştır. Hatta rahmetli Özal’ın […]
Sözlerini ve evraklarını genellikle böyle sonlandırırlar. Saygı ve sadakat ifade eden bu hitabın muhatabı üst-otoritedir; alta “rica” ederler. Biçimle öz, zarfla mazruf bir bütündür, ayrılmaz. Bürokrasiden söz ediyorum; siyasal tarihimizin (kimilerine göre Devlet-u al-i Osmaniye’den beri) en önemli figüründen. Öyle ki, onu özerk ve egemen bir sınıf mertebesinde gören solcularımız bile çıkmıştır. Hatta rahmetli Özal’ın (toprağı özelleşsin) başlattığı “devletçi bürokrasiyi tasfiye programı”, bu çevrelerden açık-gizli sempati ve destek de toplamıştır. Solculukları pirim yapmasa da, arkadaşların bu düşünceleri “atanmışlar seçilmişlere karşı” retoriği ile memleket sathında epey taraftar bulmuştur.
Öyle ki, kalem erbapları arasında bugünkü cepheleşmeyi bile böyle görenler çoğunluktadır. İçten içe “tasfiye et, et bitmiyor, Özal’ın yarım bıraktığı işi bakalım Erdoğan tamamlayacak mı?” merakıyla 2007 Savaşlarını izledikleri su götürmez.
Bürokrasi-burjuvazi-siyasi elit üçgeni başka bir yazının konusu olsun, tek başına bürokrasi bile bu yazı için yeter de artar.
Tasfiye dildi, edilmedi meselesi, yüzeydeki bir tartışma; asıl olan bürokrasinin derin bir iç kutuplaşma yaşıyor olmasıdır. Evet, üniter merkeziyetçi devlet bürokrasisi çözülüyor. İnisiyatif sahibi bölüğü küresel elit oluşumunun bir parçası haline gelirken, bu safa dahil olamayan bölüğü de, deyim yerindeyse, “buharlaşıyor”. Kamu Yönetimi Reformu, bürokrasideki çözülmeyi, küresel elitin bir parçası haline dönüşen kesim lehine tahkim etme girişimi olarak da görülebilir.
Gelelim bu yarılmanın nerelerde olduğuna… Türkiye ekonomisinin %70’ini düzenleyen üst kurul bürokrasisi, küresel elit oluşumunun adeta ideal tipidir. Bunlara bütün bir Dış Ticaret ve Hazine bürokrasisi de rahatlıkla ilave edilebilir. Bunlar IMF heyetiyle karşılaştıklarında sahiden mutlu olurlar; “eee toprak görmeyeli nasılsın” tadında içten sohbete tutuşurlar. Dilde (İngilizce), tasada (ne olacak piyasaların hali) ve kıvançta (entegre olalım, para yapalım) ortaktırlar; bu mesele o kadar ileri boyutlara ulaşmıştır ki, mimik ve jestler de bile benzerlik başlamıştır.
Bürokrasinin bu öncü bloğunu, Maliyeden başlayarak diğer bakanlıklar da izlemektedir. En popüler ve avantajlı birimi AB daire başkanlıklarıdır. Bunların koridorunda AB uyum sürecini Brüksel adına denetlemek için yabancı bir memur da oturur; Hans ya da Elisabeth, fark etmez, onların güvenlerine layık olabilmek için bizimkiler kıran kırana yarışırlar.
Devlet bürokrasisi içinde iki kurum bu genel çözülmenin dışında kaldı: Dışişleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri. Bunlar, alanları gereği zaten çok güçlü yurt dışı bağlantıları olan kurumlardı. Eğitimleri ve mesleki kariyerlerinde yurt dışı görevler zaten belirleyici bir yere sahipti. Ne var ki, bu bağ, devletlerarası ilişkiler zemininde sürüyordu ve dahil oldukları yapılar (Birleşmiş Milletler ve NATO) küreselleşmeye (siz ona ABD emperyalizmi de diyebilirsiniz) başarılı bir şekilde uyum gösterebilmiş değildi. Sonuç olarak, emperyalist sistemle ilişkileri en gelişkin olan iki kurum, yeni sömürgeciliğin yeni-liberal evresinde, ekonomi bürokrasisi başta olmak üzere küresel elit oluşumuna entegre olan genel idare bürokrasisinin gerisine düştü. Küreselleşmeye uyum, bürokrasinin yeni elitleri için yeni ayrıcalıklar demekken, diplomatik ve askeri bürokrasi için mevcut ayrıcalıkların da kaybı anlamına geliyordu.
AKP, dışişleri bürokrasisini büyük ölçüde hizaya soktu; ne de olsa sicil amirleri; üniter merkeziyetçi idare diplomasisi, yerini, AB ile ayrıcalıklı BOP’la merkezi statüde olup niteliği ‘yolda düzülecek’ olan bir devlet diplomasisine bıraktı. Israrlı girişimlerine rağmen, Hükümetin aynı başarıyı TSK üzerinde gösteremediği anlaşılıyor. Ne de olsa sicil amirleri değil. Bu noktada Pentagonun doğrudan devreye girmiş olması büyük ihtimal. Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının ABD gezilerine bir de bu gözle bakılabilir.
Sonuç olarak askeri bürokrasi, sömürgeciliğin değişen koşullarına henüz kurumsal uyum gösterebilmiş değildir. Bu uyumsuzluktan anti-emperyalist bir güç çıkarmak, hokkabaz şapkasından tavşan çıkarmaktan daha kolay olmasa da, kimi solcularımızın şu hayatta başaramayacakları pek az şey vardır.