İstanbul’da yaşayan insanlar ile güvercinler arasında özel bir iletişim vardır. İstanbullular tanımadıkları güvercinlere yem vererek karşılıksız ve sevecen nitelikli bu ilişkiyi nesillerdir sürdürürler. Yalnızca güvercinler yesin diye ufalanmış, yumuşatılmış ekmekler bekleyenlerine serpiştirilir. Meydanlarda, parklarda ve cami avlularında her gün gözlenebilir insan – güvercin ilişkisi. Bu ilişki başka kentlerde de vardır ama durumu tanımlayan görüntü Eminönü […]
İstanbul’da yaşayan insanlar ile güvercinler arasında özel bir iletişim vardır. İstanbullular tanımadıkları güvercinlere yem vererek karşılıksız ve sevecen nitelikli bu ilişkiyi nesillerdir sürdürürler. Yalnızca güvercinler yesin diye ufalanmış, yumuşatılmış ekmekler bekleyenlerine serpiştirilir. Meydanlarda, parklarda ve cami avlularında her gün gözlenebilir insan – güvercin ilişkisi. Bu ilişki başka kentlerde de vardır ama durumu tanımlayan görüntü Eminönü meydanıdır. Dinlenmeleri amacıyla onlar için özel ve dekoratif yuvalar yapılmıştır. Bu detay gelenekten beslenmeyen gökyüzünü delen yeni tip inşaatlarda görülmese de, eski camilerde vardır. Eminönü’ndeki Yeni Cami avlusunda yıllardır kuş yemi satılır. Istanbul Ticaret Odası bu avluda bulunan çoğu yaşlı, gözleri iyi görmeyen ve yoksul kuş yemi satıcıları için tenteli satış yerleri oluşturmuştur. Satıcının ayakları soguk çekmesin diye zeminden 10 cm kadar yükseltilmiş bu yerlerden 50 kuruş karşılığında alınan tabak dolusu yem, genellikle bir kol boyunun erişeceği yarım daire çaptaki alana serpiştirilir. Serpiştirme ertesinde öbeklenen ve çoğunluğunu güvercinlerin oluşturduğu kuşlar yemleri kapışırlar.
Güvercin öbeklerine insanlar hiç dokunmazlar. O, öyle bilirdi. Öyle bilirdik ve doğru biliyoruz.
İnsanlar güvercinlere zarar vermez.
Vururlar mı arkasından / Sizde arkadaş diyeni…
Başımıza gelen bu yeni olay, Hrant Dink’in öldürülmesi, Şair Gülten Akın’ın 30 yıl önce, 8 Haziran 1977’de ODTÜ ana kapısı olan A1 girişinde yaşamını yitiren, ODTÜ-ÖTK sözcüsü Ertuğrul Karakaya kardeşimiz için yazdığı dizeleri anımsatıyor.
Gökte bulut yan yan gider / Yaralarından kan gider / Töresi batası
dünya / Kahpe kalır, şahan gider
Osman seni, Osman seni / Yoz eğitmiş ustan seni / Vururlar mı
arkasindan / Sizde arkadaş diyeni
“Hasan Tan ODTÜ’ye Rektör Olamaz” sloganı kardeşimizi yitirmemizle sonuçlandı. İşe başlatılma girişimi Cumhuriyet tarihinde İkinci Milliyetci Cephe Hükümeti dönemine denk gelen ve Aydınlar Ocağı kökenli Prof. Dr. Hasan Tan ODTÜ’ye rektör olamadı. ODTÜ A1 girişi o günden sonra Karakaya Girişi olarak anılmakta.
Bu iki kardeşimiz ve niceleri dolayısı ile hem tarih, hem de toplumumuzun aşına, ekmeğine göz koyanları iyi tanıyan Adiloş bebeğimiz 30 yıl önce de sormuştu, şimdi de soruyor: Vurmak kurtuluş oldu mu ? Ortalık un ufak edildi de hangi köklü sorun çözüme bağlandı ?
2. kez sessizlik
Fotoğrafçılar bilir: Bin bir zahmet ve deneme ile alan derinliği ve gölgeler kullanılarak 3. boyut etkisi duyumsatılmaya çalışılır. Konu poz verme donukluğunda çıkmamalıdır. Tüm bunların üzerine fotoğraf konunun ruhunu da yansıtabilmelidir.
Değerli ağabey Hrant Dink’in fotoğraflarında ana konunun, öznenin sıcaklığı fotoğrafı çeken kişinin zahmete katlanmasına gerek olmaksızın, tüm fotoğraflara nasıl da yansımış olduğu izlenebilmektedir.
Değerlendirmesini Deniz’imizin son cümlelerindeki deyişiyle “Hiçbir şahsi menfaat gözetmeksizin” yapabilen herkes bu olaydan üzüntü duydu. Bu kayıbın yarattığı üzüntü ve acı paylaşılmalıydı.
Ankara’dan Sayın Cengiz Oğuz Gümrükçü’nün aktardığı tanımlama ile tercihlerini nalburgrafiden yana yapanlar kontrol ettikleri birimler ile sessiz kalmayı yeğlediler. Nesin Vakfı olayında da sessiz kaldılar, ölüm olayında da. Bu birimler organize bir şekilde suskun kalıyorlar. Ne olursa olsun gözlerinden bir damla yaş akmıyor. Yangını görmezden geliyorlar, yok sayıyorlar. Yürekleri kanamıyor. Olup bitenden acı duyan üyelerinin sesi olmak görevlerini yerine getirmiyorlar. Kurum işlevlerini yalnızca yarışma, izlence, seminer düzenlemekle sınırlandırıyorlar. Sosyal sorumluluklarını yerine getirmiyorlar. Kurumlarını işlevsizleştiriyorlar. Kitlelerinin dikkatini dağıtıyorlar. Sağlıksız tepkileri olan toplum yaratma fiiline, belki de görevleri olan tıkaç tavırları ile katkıda bulunuyorlar. Dik duruşlu birer STK olma görevlerini yerine getirmiyorlar.
Fotoğraf sergisine saldırı yapıldığında da geçmiş olsun denilmemişti zaten. Ayıplarını tekrar tekrar yineleyip, yakını öldürülen kişilere başsağlığı dilemeyi de mi unuttular ? Bu nasıl bir yeni yaklaşım anlayışıdır ? İnsani değerleri bile ezip geçen… Acıyı paylaşmayan…
Fotoğraf dünyasından tanıdığımız Arevyan, Büyüktaşcıyan, Citak, Değirmentaş, Gamsaragan, Güler, İspiroğlu, Kalay, Kökcü, Saraçoğlu’nun kayıbı hepimizin kayıbıdır.
Ayıp, sonuçtur
Bundan bir buçuk yıl önce, 6 Eylül 2005 tarihinde Karşı Sanat’da 6-7 Eylül 1955 olaylarını belge fotoğraflar ile anlatan sergi basıldığında, fotoğraflar parçalanarak yerlere ve balkondan aşağı İstiklal Caddesine atıldığında sessiz kalanlar, şimdi de sessiz kaldılar ve bu, özeleştiri yapmaya niyeti olmayanların tekrarlı ayıbı konusu, bir sonuçtur.
Yakın zamanda gerçekleşen bir genel kurulda divan başkanı “Hitabetinin gücünü bildiğimiz değerli arkadaşlarımızı geçmiş dönem hakkında görüşlerini bildirmek üzere kürsüye bekliyoruz” yollu tekrarlı anonslarda bulunmuştur. Bu dikkat çekici içerikteki çağrılara karşın, yaşı elliye yaklaşan bir kurum olarak, abla / ağabey konumundaki bu STK’nın üye kitlesi sessizliğe gömülüdür. Özal döneminin prenslerine öykünerek, 1990’ların başında “Kurumumuzu mütevazi halinden kurtaracağız, kırmızı halılarla kaplayacağız, fotoğraflarımızı pazarlayacağız, paralar kazanacağız” diyen yeni yaklaşımın açtığı yoldan geldiğimiz yer işte burasıdır. Muhalefetin olmadığı yerde sessizlik yankılanmaktadır. Bu durum muhalefet istemeyenleri bile rahatsız etmektedir. Kurumu rehabilitasyona almadan bu durumdan kurtulmak mümkün olmayacaktır. Herşey, kurum ölçeğinde en az 20 yıl geriye gitmiştir.
Sizi gidi dinazorlar
Bazı fotoğraf etkinliklerinde ve özellikle yurtdışı düzenlemelerde, “Aman mutlaka modern Türkiye’yi gösteren fotoğraflar ile etkinliklere katılalım” denilmektedir. Modern, çağdaş Türkiye’nin herkesin özlemi olduğunu yansıtıyor gibi gözükse de, bu görüş irdelenmelidir. Etkinlik fotoğrafları aracılığı ile ötekileri yok saymaya çalışsak da, ötekiler vardır. Milyonlarcadırlar. Ötekilerin olmadığı ve herkesin zenginlikten çabası oranında adil pay aldığı, kadınların çarşaflı, erkeklerin şalvarlı olmadığı bir toplumu kurabilmek için, “Sümüklü çocuk fotoğrafları istemezük” demenin ötesinde, ciddi çabalar gerekmektedir. Bu yaşama küskün, sürekli mahzun, solgun benizli, eğitimsiz ve sorunlu bireyler fotoğrafları çekilmeyince, çekilip de etkinliklere gönderilmeyince yok mu olmaktadırlar ? Hem yanlış, hem de eksik bilgilendirme niteliğindeki “Etkinliklerde Türkiye’nin modern yüzünün fotoğrafları yer almalıdır” telkininin bizzat kendisi politik içeriklidir ve yanlış bilgilendirme yaratmaktadır. Döne döne Levent kule yaşamları fotoğraflansa da, Çarşamba’ya fotoğraf gezisi düzenleyebilmek cesaret istemektedir. Türkiye’nin gerçeği böyledir. Fotoğraf aracılığı ile misenformasyon ve dezenformasyon yaratılmaya aracı olmaktan vazgeçilmeli ve isteyen istediği türde fotoğraf çekmekte serbest bırakılmalıdır.
Benzer bir bakışla, geçmişte “Ben zenginleri severim” denilmiştir. Bu cümle herkesin zengin olduğu bir ülkede söylenmemiştir. Ülkemizde kurulan ramazan çadırlarının, yardım kamyonlarının önünde oluşan manzaralar bellidir. Ülkemiz şakacıktan değil, gerçekten yoksul milyonlarla doludur. Fotoğrafını çek
sek de, çekmesek de gerçek böyledir. Bu gerçeği değiştirmek için yok saymak değil, çaba gereklidir. Çaba gösterenler kötü niyetle ve gerici tavırla dinazor olarak adlandırılıp, önleri tıkansa da gerçek ortada durmaktadır.
Suya sabuna dokunmayalım teşvikinin ardından bu toplum da dönüşmesin, şimdiki gibi kalsın, yaşadığımız ortama yabancılaşalım ve fotoğraf ile uğraşma çabamız anlamsızlaşsın sonucu oluşmaktadır.
İşin başka bir üzücü boyutu da, tek başına kurtuluşun mümkün olabileceği yanılsaması veya bilinçli tercihidir. Gerilimlerin bu denli olgunlaştığı bir yerde, geçici rol değişimlerinin, çıkar konumlandırmalarının baş döndürmesine kapılmaksızın gerçeklerden ve doğrudan yana olmak ölçülü kişiliklerin ahlaki sorunudur. Halkın gericileşmesinden ahlaklı tutumda zafiyet gösterilmesi tavırı da sorumludur. Yaşamların cehenneme çevirilmesinde, insanların yoksullaşıp, menfaatleri için onursuzlaşmasında hep bu tavırlar toplamının izleri vardır.
Sağlığımızı yeniden kazanabilmemiz için alanımızdaki STK niteliğindeki fotoğraf birimlerimizin konumlarını yeniden belirlemeleri ve çadır etkinlikleri yapılan günlerindeki onurlu dik duruşlarını yeniden kazanmaları gerekmektedir.
Dr. Müh. Faik Başaran
[email protected]