Geçtiğimiz ayın en çok konuşulan konularından biri şüphesiz Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Viladimir Putin’in 43. Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmaydı. Birçok yorumcu ve gazeteci Putin’in bu çıkışını sadece ABD ile ilgili başlıklarda ele alarak aslında konuşmanın içeriğini sığlaştırıyorlardı. ABD dış politikasının merkezde durduğu ve sert bir şekilde adresi belli ifadelerin kullanıldığı konuşma dünyanın ekonomik ve […]
Geçtiğimiz ayın en çok konuşulan konularından biri şüphesiz Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Viladimir Putin’in 43. Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmaydı. Birçok yorumcu ve gazeteci Putin’in bu çıkışını sadece ABD ile ilgili başlıklarda ele alarak aslında konuşmanın içeriğini sığlaştırıyorlardı. ABD dış politikasının merkezde durduğu ve sert bir şekilde adresi belli ifadelerin kullanıldığı konuşma dünyanın ekonomik ve sosyolojik durumu ve geleceği hakkında çok sayıda başlık barındırıyordu.
Bilindiği gibi Soğuk Savaş yıllarında askeri, ekonomik ve siyasi temelde birbiriyle yenişemeyecek iki ülke ve bu iki ülkenin izinden giden ülkelerin oluşturduğu kamplar, bloklar, örgütler vardı. Bu iki akım birbiriyle yenişemeyecek güçte oldukları için de aralarında öyle yada böyle, günahları ve sevaplarıyla ciddi ve kolay kolay sarsılmaz bir denge söz konusuydu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından gevşeyen ve daha sonra merkezden kaçan denge önce ABD hegemonyasını daha sonra kendi başının çaresine bakmaya çabalayan ve bu ana kadar kargaşanın içinde kendi gücünü gösterme fırsatı bulamamış bölgesel güçleri ortaya çıkardı. Bu bölgesel güçler ekonominin küreselleşmesiyle ve gelişen yeni siyasi düzlemle hem kendi güçlerinin artması hem de tek kutupluluk koşuşturmasıyla giderek azgınlaşan ABD’nin büyümesiyle artık birbirlerine (çoğu zaman ABD ve diğerleri) değen, çakışan ve giderek çelişen güçler oldular.
Kuşkusuz bu gün ABD ile onun anladığı anlamda boy ölçüşecek yada buna cesaret edebilecek bir güç yok. ABD bu gün tek başına dünya çıktısının yüzde otuzunu üretiyor. Dünya piyasalarının yarısından fazlasında rezerv ve alış-veriş parası olarak ABD doları kullanılıyor. Dolayısıyla O’nu ciddi anlamda köşeye sıkıştıracak ve zorlayacak bir savaş bütün dünya ekonomisinin etkilenmesine sebep olacak bir zincirleme güce sahip. Böylesi bir hegemonik güç askeri birikimlerinin de etkisiyle dünyaya hükmetme ve kendi hukukunu oluşturma çabasında. Fakat az önce de değindiğim gibi bu çaba; gerek ekonomisindeki cari açıklar ve doların değişme sinyalleri veren uluslar arası konumu nedeniyle gerekse de kendisine karşı net ve açık bir tavır sergilemeyen ama giderek kendi işinden fazlasına bakmaya başlayan kimi yeni hegemonya adaylarıyla karşı karşıya geliyor, geriliyor. Bozulan dengenin yeniden sağlanmaya çalışılması, birbirine alışan parçaların oluşması bu alışma sürecinde kimi pürüzlerin ortadan kalkmasını gerektirir. Mekanik – Fizik yasaları bu alanda da işliyor. Fakat alışacak yüzeylerdeki sürtünme katsayısı ve basınç fazla olursa pürüzlerin giderilmesinden öte kimi parçacıkların kopmasına ve ısının giderek yükselmesine neden olur. Alışma zaman ve enerji alır. Malzemeden kayıp başlar. Ölçüler değişebilir.
İşte bütün bunlara sebep olacak çıkıntı tüm diğer çıkıntılardan farklı olarak, geçmişten gelen gücünün ve prestijinin de yardımıyla Rusya Federasyonu oluyor.
– Tek kutuplu dünya…ne kadar süslerseniz süsleyin tek tip durum… bu durum tek güç merkezi, tek efendi anlamına gelir. Demokrasiyle kesinlikle hiç bir ortak noktası yoktur. Tek kutuplu dünya kabul edilemez…
– Uluslararası hukukun temel ilkelerinin her geçen gün artan bir şekilde küçümsendiğini görüyoruz.
– Kimsenin kendini güvende hissetmediği bir düzlemde silahlanma yarışı hızlanıyor. Bu durum bazı ülkeleri kitle imha silahlarına sahip olmaya teşvik ediyor.
– Askeri gücün kullanımındaki tek karar mekanizması BM’dir. Bunun yerine NATO yada AB’yi koymak anlamsızdır.
– NATO 17 mayıs 1990 tarihinde Brüksel’de SSCB’ye verdiği sözleri tutmadı.
– Ekonomik anlamda küresel adaletsizlikten büyük karlar elde ediliyor…
Şeklinde sürüp giden konuşma, Rusya’nın genel dış politikasına son bir yıldır bakılacak olursa, aslında temelleri çok önceden atılmış bir tavrın gecikmiş dışa vurumuydu. Ve aslında daha da önemlisi Putin bu konuşmasıyla başka birçok ülkenin ve özellikle AB liderlerinin hislerine tercüman oluyordu.
Öte yandan artık açıkça dile getirilen Rusya-Almanya yakınlaşması ve bu konuya da bolca değinen Merkel’in Putin’den önceki konuşması, Putin için bir giriş bölümü gibiydi. Bilindiği gibi zaten yaklaşık son on yıldır Almanya Rusya’nın en çok borçlandığı ülkeydi. Buna ABD’nin AB içindeki sözcüsü Polonya’ya rağmen üzerinde anlaşılan gaz boru hattı için geliştirilen söylem birliğini ve daha bir dizi siyasi başlığı da ekleyecek olursak Almanya’nın Rusya – AB ilişkilerinde motor güç olmaya başladığı rahatlıkla söylenebilir. Öyle ki Merkel de konuşmasını neredeyse “sevgili dostu” Putin ve ülkesi Rusya için hazırlamıştı. ABD’den; sebep olduğu sorun ve krizler nedeniyle değinmesinin dışında hiç bahsetmemişti.
İşin “ilginç” yanı dünya üzerinde yükselen ABD karşıtlığının Almanya üzerindeki etkileri Alman kamuoyunun yüzde otuz beşlere varan oranda Putin’i desteklemesi şeklinde görülüyordu.
Fakat bu çıkışlar yapıcı, insan haklarını en azından bahsedildiği oran ve şekilde gözeterek, doğal sorunları dikkate alarak yapılmadıkça ciddi krizlere neden olabilir. Çünkü başta da bahsetmeye çalıştığım gibi, dengeyi tek başına sağlayacak (yada tek sesle konuşan birkaç özneden oluşan) bir karşı ağırlık olmadığı için sürekli değişen ve kimin kimle ne gibi hesapları gözettiğinin çok net ortaya konmadığı bugünün dünyasında dengesizliğin enerjisi giderek artacaktır. Ama Rusya’nın bir takım farklı ve kayda değer özellikleri olduğundan bahsetmiştik.
Her şeyden önce askeri gücü diğer bütün “karşı” ülkelerinkinden büyük. Doğal gaz alanındaki ağırlığı hem satıcı hem pazar olması nedeniyle çok büyük. (Örneğin kendi sattıklarının yanında Türkmenistan ve Kazakistan’dan ucuza aldığı gazı Gaz Prom aracılığıyla üçüncü ülkelere çok daha pahalıya satıyor) Özellikle hem artık ürün bazında hem de enerji alanında Avrupa ile kurduğu ilişkiler çok daha nitelikli ve sağlam. Keza başta İran (İran’ın neredeyse bütün hava savunma sistemleri Rus yapımı silahlarla yenilendi. Enerji alanında özellikle doğalgazda bir çok ikili anlaşmaya imza atıldı) olmak üzere İslam dünyası ile de kurduğu ilişkiler bu yönde ilerliyor. Benzer durum Latin Amerika için de geçerli. Hindistan’la birlikte Şangay İşbirliği Örgütü’ne de her geçen gün daha fazla yakınlaşıyor. (Şimdiden burada da bir dizi anlaşmaya imza atıldı bile.) Münih toplantısının hemen ardından bir araya gelen Çin, Hindistan ve Rusya Dış İşleri Bakanları sadece bir araya gelerek bile neyi ne kadar istedikleri konusunda yeterince “rahatsız edici” olabiliyorlar.
Sonuç olarak karşı ağırlığın oluşması sürecinde Rusya yukarıda dile getirilen bir dizi nedenden ve sayılmayan daha bir sürü başka nedenlerden ötürü merkezi bir rol oynuyor. Tüm dünyada ya ABD karşıtlığı yada bağımsızlık üzerinden hayat bulan siyasi ve ekonomik şekillenme sürecinde geçmişte olduğu gibi ABD’nin yanında yer almanın bize neler “kazandıracağını” iyi düşünmemiz gerekiyor.