160 yıl öncesi Şubat ve Mart ayları Marx ve Engels için belki de heycanlı bir bekleyişle geçti. Marx “merkezi müdürlükten” aldığı bir ihtarla Manifestoyu 1848 Şubat 1`ne kadar bitirmek zorunda ve manifestonun aynı ay hemen basılması ve dağıtılması zorunlu hale gelmişti. Marx ve Engels bir taraftan teorik diğer taraftan pratik sorunlarla ilgilenirken devrim yılları Avrupa’sı […]
160 yıl öncesi Şubat ve Mart ayları Marx ve Engels için belki de heycanlı bir bekleyişle geçti. Marx “merkezi müdürlükten” aldığı bir ihtarla Manifestoyu 1848 Şubat 1`ne kadar bitirmek zorunda ve manifestonun aynı ay hemen basılması ve dağıtılması zorunlu hale gelmişti. Marx ve Engels bir taraftan teorik diğer taraftan pratik sorunlarla ilgilenirken devrim yılları Avrupa’sı koşullarında bir an önce hazırlamak zorunda oldukları Komünist Parti taslağının ne kadar ömürlü olacağını belki hiç hesap etmediler. Belki bunu düşünecek ne vakitleri vardı belkide bu onlar için önemli değildi bile. Ancak kesin olan bir şey varki sosyolojik, felsefi, politik, görüşlerini ve entellektüel birikimlerini çok etkileyici bir üslup ve yöntemle günümüze taşıdılar. İşte o modern çağın büyük klasikleri arasında olan, dönemin ruhunu (Zeitgeist) büyük bir edebi ve sosylojik açıdan ele alan, o dönemin politik, felsefi ve toplumsal olgularını bütünsel olarak yansıtan, Marxist literatürün dönüm noktasını oluşturan, komunistlerin amaçlarını, eğilimlerini ve politik mücadellerinin taslağını çizen, döneminin hakim muhalif görüşleriyle hesaplaşan, tüm dünya işçilerini birlik olmaya çağıran, tüm toplumların tarihinin sınıf savaşımları tarihi olduğunu ortaya koyan, Komunist Manifesto 160 yıldır haala ayakta. Kendi döneminin tüm politik, felsefi ve ekonomik görüşleriyle bu derinlikte hesaplaşan nadir eserlerden biridir Manifesto. Her bir cümlesi sayfalar dolusu analizlere konu olmuş komunist taslak, devrimler çağı Avrupası gelişmelerini analiz etmiş, sosyalist bir toplumun kuruluşunu politik çerçevesini çizmiş, burjuva kapitalist toplumunun neden aşılması gerektiğini ortaya koymuş, her şeyden önemlisi de burjuva toplumu yıkacak gücün neden devrimci proleterya olduğunu ve döneminin daha pek çok sorusuna cevap vermiş ve bu da yetmezmişcesine güncel pek çok konuya da kendi kavramlarıyla gönderme yapmıştır. Öyleki bu göndermeler elbette bir kahinlik değildir. O dönemin toplumsal, siyasal koşulları ile günümüz toplumunun koşulları arasında bulunabilecek benzerlikler vardır. Bunlar elbette o dönem içinde kendine özgü özelliklere sahip ve o dönemin kavram ve paradigması içinde Komunist Manifesto`ya konu olmuşlardır, nitekim bu günün dünyasının konularının bu günün paradigması ve kavramları çerçevesinde ele alınacak özgünlükler taşıması gibi. Ancak bu farklılığa rağmen Komunist Manifestoyu bir daha ele alıp okuduğunuzda bugünün problemlerinin, tartışmalarının, eleştirilerinin, toplumsal hareketlerin benzerlerini orada bulabilirsiniz. Yada en azından bu tür benzerlikler ben buluyorum. Bu yazıda devrimler çağı avrupasında manifestoda değinilen bir kaç konu ile günümüz dünyası olguları arasında ki benzerlikleri göstermeye çalışıp komunist manifestonun bu yönüylede haala güncel olduğunu göstermek istiyorum. Bu benzer noktalar Marx ve Engels`in ve Marxizm elbette bir düşünce, bir felsefi doktirin olarak bugüne kalıp gibi giydirilmesi anlamına gelmiyor. Bu marxizmin özüne, marxizmin kendisine karşıt bir şey olur ki o andan itibaren Marxizm kendisi olmaktan çıkar.
Marx ve Engels Burjuvazinin doğuşu, gelişimi ve özelliklerine ilişkin önemli saptamalarla başlarlar yazmaya. Burjuvazi, pek çok toplumsal olayların sonuçları olarak ortaya çıkmış modern kapitalist sınıftır. Onu ortaya çıkaran olgular arasında, Amerikanın keşfinden, kolonyalizme, dünya pazarlarının genişlemesinden, değişim araçlarının artmasına kadar pek çok faktörler vardır. Burjuvazi feodal toplumun kalıntılarından, şehirli orta sınıftan ve tüccarlardan doğmuştur. Elbette burjuvazi ancak büyük Fransız devrimiyle iktidara gelebilme olanağı bulmuştur. O tarihten 1848`e kadar Marx burjuvazinin içinde bulunduğu durumu sürekli bir çatışma içinde bulunma olarak yazmıştır. Yeni modern toplumun egemen sınıfıdır burjuvazi. Kendisiyle birlikte, politik, ideolojik hegomonik araçlarını da yaratmıştır. Eski toplumu, eskiye olan ne varsa silip süpürmüştür. Feodalizmi tarihin sayfalarına gömmüştür. Kendisiyle birlikte yeni toplumu devrimcileştirmiş, eski toplumun çelişkilerini basitleştirip burjuvazi ve proleterya arasındaki sınıf çelişkisine indirgemiştir. ‘Katı olan herşey buharlaşıyor, kutsal olan herşey bitip gidiyor’ burjuvazinin yıkıcılığının ifadesi. Burada uzun uzadıya burjuvaziyi anlatmak istemiyorum. Ancak Marx`ın o dönemde burjuvazi için söylediği önemli bir özelliğini günümüz dünyasındaki karşılığını nasıl bulduğunu göstermek istiyorum. Marx burjuvazinin yerel kalamayacağını, herşeyi tüm toplumsal üretim araçlarıyla birlikte, üretim ilişkilerini de devrimcileştirmek, geliştirmek zorundadır diyor Manifestoda. Bununla birlikte genişleyen pazar koşullarında kendine sürekli yeni pazarlar bulmak zorundadır burjuvazi: “Ürünleri için sürekli genişleyen bir pazar gereksinmesi, burjuvaziyi, yeryüzünün dört bir yanına kovalıyor. Her yerde barınmak, her yerde yerleşmek, her yerde bağlantılar kurmak zorundadır.” (Marx&Engels 1993; Kommunist Manifest, S. 113, Sol yayınları). Burjuvazi yada Kapitalizm doğası gereği, hayatta kalabilmek için ürünlerini satmak, bu ürünler için Pazar bulmak zorundadır. Bu burjuvazinin diğer ülkelere, pazarlara gireceğini, o ülkeleri ve pazarları kapitalistleştireceği ve beraberinde de kendi değer ve ideolojisini buralarda yayacağını söylemektir. Böylece de uluslar artık izole biçimde, birbirinden bağımsız birlikler olarak değil, birbirlerine bağımlı bir biçimde yaşayacaklardır: “Eski yerel ve ulusal kapalılığın ve kendi kendine yeterliliğin yerini, ulusların çok yönlü ilişkilerinin, çok yönlü karşılık bağımlılığının aldığını görüyoruz. Ve maddi üretimde olan zihinsel üretimde de oluyor. Tek tek ulusların zihinsel yaratımları, ortak mülk haline geliyor. Ulusal tek yanlılık ve darkafalılık giderek olanaksızlaşıyor ve sayısız ulusal ve yerel yazınlardan ortaya bir dünya yazını çıkıyor” (a.g.e. S. 113-114). Bunlar sizce tam da günümüz dünyasını, küreselleşmeyi, global sömürüyü, global yoksulluğu, global kültürü, toplumun mcdonaldslaştırılmasını, postmodern teoriyi vs. tanımlamıyor mu? Marx, kapitalizmin global olduğunu daha 1848`te yazmamış mı sizce? Dahası da var. Marx burjuvazinin üretim araçlarında ki gelişmelerle birlikte son derece gelişmiş haberleşme araçları yaratacağını ve bunlarla tüm kapalı ulusları Marx`ın deyimiyle ‘uygarlığın’ arasına sokacağını yazıyor. Bu gelişmenin ayrıca tüm dünya proleterlerinin birleşmelerine yardımcı olacağını da ekliyor. Marx bununla elbette bugünkü İnternetten, Bilgisayardan, Cep Telefonlarından bahsetmiyordu. O dönemin şartları düşünüldüğünde motorlu araçları, lokomotifleri, posta haberleşme hızının artacağını söylüyordu elbette.
Marx`ın Manifesto da kaleme aldığı en tartışmalı konulardan birisi de toplumun gittikçe iki büyük kampa bölüneceği, ara sınıfların ortadan kalkacağı ve burjuvazi ve proleteryanın hakim iki sınıf olarak varlığını koruyacağını söylemesidir. Bu konuda itirazlar yükselebilir, ara sınıfların özellikle globalleşmeyle birlikte ortadan kalkmadığı, hatta arttığı itirazları gelebilir. Ancak ne varki bu itirazlarda günümüz dünyasının “merkez-çevre”, “üçüncü-birinci dünya” “gelişmiş-azgelişmiş” gibi ayrımları karşısında geri adım atmak zorunda kalacaklardır. Günümüz dünyasında ulusal ölçekte değil ama evrensel bir boyutta sınıfsal kutuplaşma yok mu? Merkez ülkeler üretim araçlarını ellerinde bulunduran, dünyayı yöneten ve yönlendiren kapitalistler değiller mi? Afrika, Asya, Latin Amerika, Ortadoğu ülkeleri gl
obal dünyanın proleterleşen bölgelerinin başını çekmiyorlar mı? Ulusal olmasa bile global düzeyde dünyanın iki büyük sınıfa bölündüğünü söyleyemez miyiz?
Komunist hareketin yükseldiği, işçi sınıfının sınıf bilinci ile mücadeleye henüz yeni başladığı yılların İngilteresin de güçlü bir burjuvazi karşıtı hareket ve eylemlilikler vardı. Önemli temsilcileri arasında en tanınmışları, Owen, Proudhon, Babeuf`tur. Çartist hareket devrimler çağı avrupasının en güçlü örgütlülüğüydü. Bunlar arasında sayısız devrimci çıktı. Sayıları 1843`te 400.000`ne ulaşmıştı. Bu hareket daha çok sendikacılardan, radikal demokratlardan, burjuva reformcularından ve şiddet yanlılarından oluşuyordu. Diğer yanda ise Marx ve Engels`in radikal ve ütopik sosyalistler dediği grupçuklar devrimci mücadele veriyorlar, Aileler Derneği yada Mevsimle Derneği gibi adlarla gizli biçimde faaliyet gösteriyorlardı. Bu gruplar devrimi gizliden örgütledikleri hükümet darbeleriyle yapmayı planlıyorlardı ve her fırsatta bu tür ayaklanmalarla gündeme geliyorlardı. Örneğin 1832, 1834 ve 1839 ayaklanmalarının arkasında bu radikaller vardı. Marx`ın deyimiyle bunlar devrimin gizli hükümet darbeleriyle, sokak ayaklanmalarıyla, sokak çatışmalarıyla gelemeyeceğini anlamayan gruplardı. Bütün içten mücadele ve çabalarına karşın gerçek işçi devrimin hazırlayıcısı olmaları yerine daha ziyade ani kıvılcımlarla devrime kavuşmak istiyorlardı. İşte tamda bu noktada, günümüz radikalleri akla geliyor. Otonom hareketi. Polisle yaptıkları çatışmalarla, alternatif ve rededici yaşam tarzlarıyla sürekli gündemde olan ve hükümetlerin gözünde günümüzün en “belalı” grupları. Örgütlülüğe dayalı, aydınlanmacı devrimci mücadeleden uzak olan bu grupları daha yakından tanıyanlar yada ilgi duyanlar vardır. Bunların Marx`ın dönemindeki ütopik ve radikal sosyalistlere daha ne kadar benzediklerinin analizini onlara bırakarak başka bir noktaya geçiyorum.
Manifestonun üçüncü bölümünde “sosyalist ve komünist yazın” başlığı altında kendi dönemlerinin devrimci sınıf mücadelesi bilincinden, proleteryanın devrimci gücünden bihaber ve kapitalizmi eleştiren ancak mülkiyet ilişkilerine teğet geçen muhaliflerden, eleştirmenlerden ve kapitalizm kaşıtlarından bahsediyor Marx ve Engels. Tutucu Sosyalistler yada burjuva sosyalistleri: “İktisatçılar, iyilikseverler, insanlıkçılar, işçi sınıfının durumunu iyileştiriciler, hayır işleri örgütleyicileri, hayvanlara eziyet edilmesini önleme dernekleri üyeleri, ılımlılık bağnazları, akla gelebilecek her türden gizli reformcular bu kesime girerler.” (a.g.e. S: 141). Bu tanımlar altında günümüz dünyasının “daha adil bir globalleşme” söylemleriyle globalleşme karşıtı hareketlerin başını çeken “Attac”, “daha temiz bir dünya” sloganlarıyla ve radikal denilebilecek eylemleriyle tanıdığımız “Greenpeace” üyeleri, “bin fidan” kampanyaları düzenleyen Tema Vakfı üyeleri, “hayvan sevenler derneği” üyeleri, “demokratik toplum” dernekleri üyeleri vs. vs. günümüz dünyası aktivistleri geliyor hemen aklıma. Marx`ın bunlara ilişkin tespiti bunların ne istediklerine ilişkin soruya sanrım gerekli açıklamayı getirecektir: “Bunlar mevcut toplumu istiyorlar, yeter ki devrimci ve çözücü öğeleri çıkartılmış olsun. Proleteryası olmayan bir burjuvaji istiyorlar.” (a.g.e. S: 141)
Benim görebildiğim son bir benzerlik ise o dönemin tutucuları, feodalizm ve monarşi yanlıları ile günümüz ulusalcıları arasında: Feodalizm ve Monarşi yanlılarının burjuvaziye karşı sözde savaşımını, eleştirisini tarihin tekerini gerisin geriye çevirmek olarak görüyordu Marx. Bunlar, eski, yitip giden feodal toplumun özlemini duyan, ve bunun altında da kendi toplumsal varlıklarının ortadan kalkacağının korkusunu çeken aristokratlardı. Burjuvaziye karşı kimi zaman sert, kimi zaman nükteli, kimi zaman ise acıklı eleştiri gönderip, aynı zamanda proleteryayı da, ezilen sınıfı, burjuvazinin barbarlığı altında en fazla acı çeken sınıfı da böylelikle kendi yanlarına çekmek istiyorlardı. Düşünceleri arasında proleteryanın özgürlüğüne ilişkin hiç bir damla yoktu. Tek istekleri tarih sahnesinden silinip gitmekten kendilerini korumak. İşte bu tutucuların günümüzdeki temsilcilerine ulusçular, ulusalcılar diyorlar. Amaçları kendi varlıklarını tanımladıkları ulus kimliklerinin kapitalizmin vahşeti karşısında yok olmaktan korumak. Bir ulus olarak tarih sahnesinden silinip gitmemek. Kendi ulusal burjuvazisiyle kendi ulusal proleteryasını sömürmenin planlarını kurmak. Ezilen bir sınıf olarak proleteryanın kurtuluşunun kendi merhametli burjuvaları olduğunu telkin edip, ezilmişlerin beyinlerine kalın bir set çekmek. Eski dönemin gericilerinin, tutucularının yerine bugünün ulusçuları kondular.
Marx ve Engels Komunist Manifestoyu bir kahin olarak yazmadılar. Onlar birer ütopist olarak sadece bir ulus, ırk yada kültür değil tüm insanlığın mutluluğu, özgürlüğü ve de kardeşliği için kurulacak bir toplumun nasıl mümkün olacağının fikirlerini üreten toplum teorisyenleri, bu toplumun kurulması için mücadele veren ajitatör ve aktivist, ezilenlerden yana ama ezenlere de karşı olmanın gerekliğini kavramış devrimciydiler.
Çetin Gürer 03.03.2007, Hamburg
[email protected]
Erschien am 06. März 2007 in der Acikgazete
http://www.acikgazete.com/?newsid=14575&category=149