Son yılların gündemden düşmeyen tespitlerinden biri “tam bir tüketim toplumu olduk” şeklindedir. Küreselleşme kisvesinin, aslında emperyalizmin yeryüzü bütününü kendisine bağlı bir pazar haline getirmek olduğunu artık bilmeyen yok. Görüldü ki tekeller insanlığın, emekçilerin ve ezilen halkların, eşitlik, özgürlük, yurtseverlik, insanca yaşam hakkı gibi temel değerlerini ezim ezim ezerek bu değerler üzerinden sermayesine yağ çıkarmaktadır. Dünyanın […]
Son yılların gündemden düşmeyen tespitlerinden biri “tam bir tüketim toplumu olduk” şeklindedir. Küreselleşme kisvesinin, aslında emperyalizmin yeryüzü bütününü kendisine bağlı bir pazar haline getirmek olduğunu artık bilmeyen yok. Görüldü ki tekeller insanlığın, emekçilerin ve ezilen halkların, eşitlik, özgürlük, yurtseverlik, insanca yaşam hakkı gibi temel değerlerini ezim ezim ezerek bu değerler üzerinden sermayesine yağ çıkarmaktadır.
Dünyanın her bir bucağı tekel ürünleri için bir pazar olduğu kadar, bir lokmacık ekmek için ölebilecek kadar perişan, ucuz iş gücü unsuru nerede varsa patronlar yine oradadır. Yine dünyanın yer altı yer üstü tüm kaynakları emperyalistler için soğurulan, yağmalanan bir maddedir. Buna bağlı olarak küresel ısınma çığlıkları ayyuka çıktı. Ama kapitalizm kar, kar ve daha çok kar için, çıldırmış olarak madenleri, enerji kaynaklarını; yetmedi havayı, suyu ve toprağı acımasızca tükettirmek için tüketmektedir.
Tüketilen, yağmalanan yeryüzü varlıkları, binlerce tüketim çeşidi olarak piyasaya sunulmaktadır. Sıra tüketimin diğer yandaki muhatabı olan insana gelmiştir. Pazarın bir ucunda insanlar bir lokma ekmek ve bir yudum suyu dahi satın alamazken, diğer uçta lüks tüketim için korkunç bir yarış söz konusudur. Özü gereği dengesiz bir toplum olan kapitalizm, insani ihtiyaçlara yönelik bir üretim tarzı değildir. Tekeller sürekli kar etmek, sürekli tükettirmek için yapay olarak bir malı alma gereksinimi yaratmaktadır. Amiyane bir tabirle kışkırtmaktadır. Tekeller mal ve hizmetleri tükettirmek için dört koldan seferberdir. Kışkırtıcılık için de reklamcılık denilen bir sektör oluşturmuştur. Üstelik kendisine vergilerden önemli bir avantaj sağlayan bir sektör…
Toplum bireylerinin beslenme, barınma, eğitim, sağlık, ulaşım gibi zorunlu bir takım gereksinmeleri vardır. Bunların daha temel olanı beslenme ve barınmadır. Ne var ki başından itibaren gittikçe sınıfların ortaya çıkışı, üretimin de mülkiyet ilişkilerine bağlı bir biçim almasını doğurmuştu. Mülkiyet ilişkilerine göre biçimlenmiş üretim en dengesiz, en insanlık dışı karakterini kapitalizmde kazandı. Üretim alabildiğine toplumsal iken, mülk edinme özel kalmaya devam etmektedir. Geniş insan yığınlarının en temel gereksinmelerini bile karşılayamamasının özü de burada yatmaktadır. Buradan kaynaklanan muazzam dengesizliğin üstünü örtmek için kapitalizm tüketim alışkanlığını çok yönlü olarak körüklemektedir.
Mülk edinmenin özel kalması, üreten kesim olan emekçiler ve tekellere karşın ayakta kalma mücadelesi veren küçük burjuva kesimler arasında zaten büyük bir dengesizlik yaratmaktadır. Dengesizlik, üreten sınıf ve diğer yanda üretilene el koyan sınıf şeklinde kendini ortaya koyar. Buna karşın kapitalistler ellerindeki stokları eritmek zorundadır. Sistemin ayakta kalabilmesi için, sürekli olarak yaşadığı bunalım içindeki günlük krizini atlatması gerekir.
Tükettirmek, tüketmeye koşullandırmak ya da kışkırtmak bu noktada kapitalist için çok önemlidir. Ortada bir tek kapitalist ya da patron yok, patronlar vardır. Aralarındaki rekabet reklam sürecini daha da kızgınlaştırmakta, farklı biçimler, farklı boyut ve araçlar şekline de dönüştürebilmektedir. Bir ürünü satmak için yanında bedava bir ürün vermek gibi… Asgari ücretle geçinen ya da alım gücü düşük yığınları, tekellerin belirlediği piyasada alıcı haline getirmek; zorunlu ihtiyaç dışı bir tüketim bilinciyle iteklemek sonucu karşımıza “tüketim toplumu” denilebilen bir ilişki bütünü ortaya çıkarmaktadır. Anlaşılacağı gibi burada tüketmeye kışkırtma, koşullandırma tek yönlü değil çok yönlüdür.
Tüketirken Tükenmek
Tüketim kışkırtıcılığında medya çok etkili bir araç. Hatta sermaye medyasının kendi varlığı bile çoğu zaman kışkırtıcılıktaki başarısına bağlı. Bu başarının yolu da yine topluma gerçek dünya ve gerçek toplum çelişkileri dışında onları yapay dünyalar ve heyecanlar içine çekerek onların ayaklarını yerden kesecek programlar oluşturmasına bağlı. Kapitalizm açısından bir yerde iyi bir tüketici yaratmak, sıkı bir medya bağımlısı yaratmakla olanaklıdır. Yapay dünyalar içine çekilmiş, yakın çevresinin, ülkesinin dertleri ve çelişkilerini düşünmeyen birey başka güçler tarafından kolay yönlendirilip, düşünme yetisi elinden alınmış hale sokulmuştur. Artık cep telefonu vardır. Ama tüketimde sınır konulmaz. “Bu sene yeni bir cebi”nin olması gerekir. Yokluk hesaplanmaz, hesaba katılmaz “ama bu sene bunlar moda” denilerek yeni bir pantolon, yeni bir ceket olacaktır. Çünkü koşullanmanın başladığı yer de modadır, düşünmenin noktalandığı yer de.
Medya (TV.,radyo, gazete, dergi, internet) A’dan Z’ye yayıncılığını reklamla bezemiştir. Programların kesilip araya reklam sokulması yetmemektedir. Yayındaki program filmlerinin dört bir köşesi reklam spotlarıyla donanmış, çekim stüdyoları birer pazar tezgahı haline gelmiştir. Yaşlısından gencine kadınından erkeğine, bebeğinden çocuğuna toplum satış amaçlı reklam bombardımanı altındadır. Toplum bireyleri süreç içinde uyuşturulup kendilerine has bir düşünce üretememekte, medyanın ve onun ardındaki tekellerin tükettirme politikasının sessizce kurbanları olmaktadırlar. Kullanılarak tüketilen sadece kredi kartı, cep telefonu, güzelleşme kozmetiği, rengarenk ambalajlara sarılmış olarak çocuklara satılan ürünler vs.vs.. değildir artık. Tüketilen öz bilincimiz, geçmişten kalan değerlerimiz ve köreltilen de gelecek varlığımızdır.
Tekeller piyasayı eritip günü kurtarırken, tüketici insanların ruh ve beden sağlığı dahil, geleceğe ilişkin sorumluluk bilincini de hızla kemirmektedir.Dr. Erdal Atabek 15 Ocak 2007 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde Amerika’da yapılan Miss Royalty yarışmasında 2, 3, 4, 5 yaşında çocukların saçları yapılıp, dudaklarına ruj, yanaklarına allık sürülerek kadın gibi hareketler öğretilip sahneye sürülerek yarıştırıldıklarını belirtiyor. Burada doğrudan bir tüketim fenomeni gözükmemekle birlikte, kendi özbenliği köreltilmiş insanların, meta ilişkilerine alet olmada geldiği noktayı gösterebilmektedir. Öğretmenler yanında kalem ve defteri bulunmayan, velisi okula yırtık terlikle gelen öğrencinin kameralı cep telefonu kullandığından şikayet etmektedir. Bunların ardında kapitalizmin reklam sektörünün gerçek olan yokluğa karşı, yapay olarak nasıl varsıllık şovunu başardığının bir göstergesidir.
İnsanların zorunlu tüketimi için reklama ihtiyacı yoktur. İlk insanın ihtiyacını güdüleri belirlemiştir. Süreç içinde bu güdüler insanın toplumsallaşmasıyla birlikte kontrol altına alınarak yine toplumsal bir ilişki içinde doyum bulmaya başlamıştır. Kapitalizmin tükettirme savaşının insanın temel güdüleri ve insanın toplumsal ihtiyaçlarının çok üstünde ve ötesinde; paranın paradan başka bir şeyi görmediği bir yerdedir. Dayatma ve kışkırtmalar da bu alanda başlar ve kapitalizmin tüketim çarkına kapılan birey sadece elini, cüzdanını vermez. Süreç içerisinde bedenini, beynini, zamanını kendisini var eden koşulları da bu çarkın içinde erir gide. Toplumsal varlık yerini, toplumsal parçalanmaya bırakır. Doyumsuzluk tüm bünyeye egemen olur. Yokluk, yoksulluk içindeki doyumsuzluk toplumsal sorumluluk, dayanışma ve mücadele bilincine zarar verir. Hafta sonları dev alış veriş merkezlerine ailece ve arabayla alış-veriş yapmaya gidilir. Artık alış-veriş yapmak hobi hanelerine eklenmiştir bile.
Tüketicinin sağ duyu
su uyansa ve dese ki: Nerede kaldın ey tanrı/ yalnızsın uykudasın kendince/ olamaz ki böyle bu ne çürük kokusu ne bilmece/ tükenen market değil benmişim tükettikçe.