Yoğun tartışmaların eşliğinde geçen hafta ilk bölümü yayınlanan Kurtlar Vadisi Terör, ikinci bölümü beklenmeksizin yayından kaldırıldı. Türk ve Kürt halklarının birlikte yaşama iradesine büyük bir darbe vuracağı aşikâr olan dizinin artık yayınlanmayacak olmasına sevinebilirdik; tabii eğer bunu Türkiye’deki solcu/ilerici güçlerin verdiği yoğun mücadele sağlamış olsaydı! Oysa, yalnızca dizinin yayından kaldırıldığı günkü (15 Şubat) gazete haberlerine […]
Yoğun tartışmaların eşliğinde geçen hafta ilk bölümü yayınlanan Kurtlar Vadisi Terör, ikinci bölümü beklenmeksizin yayından kaldırıldı. Türk ve Kürt halklarının birlikte yaşama iradesine büyük bir darbe vuracağı aşikâr olan dizinin artık yayınlanmayacak olmasına sevinebilirdik; tabii eğer bunu Türkiye’deki solcu/ilerici güçlerin verdiği yoğun mücadele sağlamış olsaydı! Oysa, yalnızca dizinin yayından kaldırıldığı günkü (15 Şubat) gazete haberlerine bakmak bile, dizinin kaldırılışının, politik denklemin bir bileşeni ve düzenin aktörleri arasında sürmekte olan güç çekişmesinin sonucu olduğunu gösteriyor.
Milliyet gazetesinde yayınlanan habere göre, kamuoyu anketlerinde AKP oy kaybederken, MHP güç kazanıyor ve meclise girecekmiş gibi görünüyor. Hrant Dink suikastının ardından yaşanan gelişmelerin de artık kesin bir şekilde gösterdiği gibi, 2007 seçimleri düzen partileri açısından, ekseninde milliyetçiliğin bulunduğu bir çekişmeye sahne olacak. Bu, kimilerinin iddia ettiği gibi basitçe bir AKP-MHP kutuplaşmasından ziyade, bütün partilerin milliyetçilikten nemalanmaya çalışacakları, bunu yaparken de milliyetçiliğe farklı anlamlar yükleyecekleri, karşı tarafın milliyetçiliğini beğenmeyerek/gerçekçi bulmayarak oy toplama gibi bir duruma tekabül edecek.
Bu milliyetçilik kavgasında ise ana belirleyici bir kez daha Kürt sorunu olacak; üstelik basitçe merkezinde PKK’nın bulunduğu bir sorun olmanın ötesinde, Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmeler nedeniyle “genişlemiş” bir Kürt sorunu olacak. Ayrıca, yalnızca partiler arası çekişmenin merkezinde bulunması anlamında değil, yönetici sınıfların kendi aralarındaki çekişmenin ana unsuru olması anlamında da kırılma noktasını Kürt sorunu teşkil edecek. Yönetici sınıfın içerisinde Kürt sorununun çözümünü, Barzani ve ABD’ye havale etme eğiliminin var olduğunu, hatta çözümün sonu federasyona giden bir serbest ticaret bölgesi oluşturma olarak somutlaştığını uzunca bir süredir biliyoruz. Kürt yönetimi de buna uygun bir biçimde Türkiye burjuvazisine Kuzey Irak’taki bütün kapıları açıyor ve açıkça imtiyazlı davranıyor. Doğan grubu gazetelerinin de, özellikle “Türk İş Adamları’nın Kuzey Irak’taki Başarısı” tarzı haberlerle yavaş yavaş bu fikri kamuoyuna kabul ettirme çabası içerisine girmeye başlamış olduklarını görüyoruz. Tayyip Erdoğan’ın Türkmenistan’a giderken söyledikleri bu bağlamda hayli manidar görünüyor. Erdoğan’ın, “Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt hükümeti ile ilişkileri geliştirecek adımlar atılabilir. Neden olmasın? Yeter ki; bu yakınlaşma huzur getirsin, barış getirsin, olumlu gelişmelere yol açsın. Eğer atacağımız her adım bizim için huzur getirecekse, onlar için huzur getirecekse biz buna her zaman varız” şeklindeki sözleri, AKP’nin de bu plana angaje olduğunu kamuoyuna açıklama ihtiyacı hissettiğini gösteriyor. Bu açıklamanın, hem orduda, hem de Cumhurbaşkanı’nda rahatsızlık yarattığını ise biliyoruz.
Aynı gün Barzani’nin ve Devlet Bahçeli’nin yaptığı açıklamalar da Erdoğan’ın bu sözleriyle birlikte düşünülmeli. Barzani’nin bir Fransız gazetesine verdiği demeçte, Türkiye ile görüşebileceklerini, ancak seçimlerde milliyetçilerin iktidara gelmesi durumunda bunun mümkün olamayacağını söylemesi ile Devlet Bahçeli’nin yaptığı basın toplantısında, “Türkiye’nin Kuzey Irak’la ekonomik entegrasyon kurması, bu bölgeyi de içine alacak ‘Benelüks’ modeli benzeri ortak çıkar ve işbirliği alanı oluşturması gibi önerilerin, doğuracağı sonuçlar üzerinde herkes çok iyi düşünmelidir” demesi politik aktörlerin konumlanışlarında Kuzey Irak’ın belirleyici olduğunu göstermekte..
Çözüm için önerilen bu uzun vadeli planın ötesinde, Kandil Dağı’na yönelik bir operasyonun da çözüm olarak gösterildiğini biliyoruz. Önce Abdullah Gül’ün, ardından da Yaşar Büyükanıt’ın ABD gezilerinde bu konunun görüşüldüğünü ve bahar aylarında gerçekleşecek kısmi bir operasyona cevaz verildiğini tahmin edebilir ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde arka arkaya düzenlenen PKK operasyonlarının bu tahmini güçlendirdiğini söyleyebiliriz. AKP, böyle bir operasyonu Cumhurbaşkanlığı seçimlerine denk getirip, buradan alacağı güçle seçim tarihini Kasım’dan daha erken bir aya çekebilir. Böylesi bir operasyonun ABD ve İsrail’in olası İran saldırısından bağımsız bir şekilde anlamlandırmak ise mümkün değildir. İsrail Başbakanı Olmert’in, Erdoğan’la birlikte düzenlediği basın toplantısında Türkiye’nin Kuzey Irak’a operasyon düzenleme hakkı olduğunu söylemesi Kuzey Irak’a düzenlenecek operasyon ile İran’a saldırının aynı sürecin farklı adımları olabileceğini göstermesi bakımından önemlidir.
Böyle karmaşık bir denklemde, nihayetinde bir dizi olan Kurtlar Vadisi Terör’ün yayından kaldırılacak kadar önemsenmiş olması mümkün olabilir mi? Bu sorunun cevabı kesinlikle evettir. Daha ilk bölümünde Kürt sorununun kaynağı olarak ABD’yi gösteren ve faşist söylemin uzunca bir süredir kullandığı “Amerikan işbirlikçisi Kürtler” argümanını kullanan dizinin sahiden de kitleleri harekete geçirebilecek, en azından zihinler üzerinde büyük etkide bulunabilecek bir gücü bulunmaktadır. İnternet forumlarına dizinin bitişinin ardından yazılanlara bakmak bile bu gücün niteliğini anlamaya yetecektir.
İşte böyle bir ortamda, AKP’nin RTÜK üzerinden dolaylı bir müdahalede bulunduğu düşünülebilir. Kanal 7 kökenli bir isim olan Zahit Akman’ın RTÜK başkanı olması, yönetim kurulunda da büyük çoğunluğu AKP’li üyelerin oluşturması düşünüldüğünde, böyle bir müdahaleden bahsetmek hiç de “komplo teorisi” yapmak anlamına gelmeyecektir. RTÜK’ün geçtiğimiz günlerde ulusal kanalların haber editörlerini toplayıp, haberlerde pozitif içeriği ön plana çıkarma çağrısında bulunması akla geldiğinde, AKP’nin böyle basit işlerle uğraşmayacağı tezi de çürüyecektir. AKP, yakın gelecekteki siyasi gelişmelerle birlikte, kontrolden çıkmakta olduğu düşünülen milliyetçiliğe Kurtlar Vadisi Terör’ün ivme kazandıracağını düşünmüş olmalıdır. Aksi takdirde, dizinin yapımcılarının yaptıkları açıklamadan da anlaşıldığı üzere, dizinin yayından kaldırılmaması halinde kanalın yayın lisansın iptal edileceğinin söylenmesi, üstelik 2.bölüm henüz yayınlanmamışken böyle bir tehdide başvurulması gibi olağanüstü bir durum anlaşılır olmayacaktır.
Dizinin yayından kaldırılmasının sevinilecek bir durum olmadığını yazının başında belirtmiştim, çünkü “biz” bu sürece bir güç olarak müdahil olamadık. Sevinmememiz için bir neden daha olduğunu düşünüyorum. Faşist hareketin Hrant Dink’in cenaze töreninin ardından kullanmaya başladığı “mağduriyet” argümanı burada da devreye girecektir. “Türküm demenin suç olduğu” iddiası üzerine inşa edilen bu mağduriyet, “gerçekleri gösterecek bir eserin gizli güçlerce engellenmesi” şekline bürünerek internet üzerinden şimdiden dillendirilmeye başlanmıştır bile. Yapımcıların diziyi başka ortamlarda yayınlayacaklarını bildirmeleri ise CD kopyalarının elden ele dolaşacağı bir yeraltı efsanesi doğmasına yol açacaktır ki, yeraltına inmeye eğilimli olduğu Kuvayı Milliye Derneği’nin yemin töreni görüntülerinden de anlaşılan faşizm için bundan büyük bir fırsat olamaz herhalde.
Fatih YAŞLI
Araştırma Görevlisi, Ankara Üniversitesi