Son yıllarda “yoksulluğu tarih yapmak” Bono ve Sir Bob Geldof gibi yaşlanmaya başlayan rock şarkıcıların moda davası oldu. Küresel yoksulluk nedeniyle her yıl 9 milyon çocuk önlenebilir hastalıktan ölürken, bu hedefe ulaşmanın zorunluluğu yadsınamaz. Ama ne yazık ki yoksulluğu onların ve Tony Blair gibi politikacıların önerdiği çözüm yoluyla yok etmek olası değil. Öncelikle, bu yoksulluğu […]
Son yıllarda “yoksulluğu tarih yapmak” Bono ve Sir Bob Geldof gibi yaşlanmaya başlayan rock şarkıcıların moda davası oldu. Küresel yoksulluk nedeniyle her yıl 9 milyon çocuk önlenebilir hastalıktan ölürken, bu hedefe ulaşmanın zorunluluğu yadsınamaz.
Ama ne yazık ki yoksulluğu onların ve Tony Blair gibi politikacıların önerdiği çözüm yoluyla yok etmek olası değil.
Öncelikle, bu yoksulluğu yaratanın “serbest piyasa” entrikaları (altyapının özelleştirilmesi, dışsatım için tek tarım ürününün desteklenmesi, Batı’nın uygulamak zorunda olmadığı tek taraflı gümrük vergi indirimleri ve batı şirketlerine tanınan “bilgi patent hakkı”) olduğu kanıtlandı.
Bu politikaları IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası mali kuruluşların yönetmesi, durumu daha da kötüleştiriyor çünkü bu yabancı şirketlerin yoksul ülkeleri yönetme ve sömürme olanağını arttırıyor.
Batı’nın kontrol ettiği uluslararası kuruluşların Üçüncü Dünyaya zorla kabul ettirdiği ekonomik politikalarda önerilen önlem çoğunlukla kemerleri sıkma. Kemer sıkmanın “gerekliliği” ise bunun piyasanın “doğal” işlemesi ve rekabete dayanması diye açıklanıyor.
Bazen batı ülkelerinde de hükümetler kemer sıkma politikası uyguluyor. Bunun sonucu milyonlarca çocuğun ölmesi olmuyorsa da, büyük şirketler kar yapmağa devam etsin diye emekçilerin yaşam standartları düşüyor.
Küba’nın 1990’lı yıllarda ekonomik zorlukları yenmek için aldığı önlemler çok daha farklıydı. Farklardan biri kemer sıkmayı gerektiren nedenler dışarıdan kaynaklanıyordu.
Küba 1960’lı yılların başından beri (ve hala) ABD’nin zorladığı ekonomik abluka ile karşı karşıya kaldı. 1989-91 yıllarında Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa Sosyalist Bloku’nun çöküşünden sonra, Küba’nın enerji, yiyecek, tarım ve ilaç gibi yaşamsal önem taşıyan dışalımı %50-80 arasında azaldı.
Ama daha anlamlı olan, Küba daha önceden, ortalama insan ömrü, bebek ölümü oranı, sağlık bakımı, beslenme, iş bulma, eğitim göstergelerine göre batı standardına ulaşmış veya geçmişti (devrimden önce yaş ortalaması 55). 1990’lı yılların ekonomik krizi ile sosyal altyapı korunarak mücadele edildi. Diğer ülkelerde çevre bozulmasına aldırmadan yaşam standardı korunurken, enerji, taşımacılık ve özellikle tarım alanında çevreyi koruyan kalkınmaya öncelik veren Küba’da yaşam standardı korundu ve Küba sürdürülebilir kalkınmada dünya lideri oldu.
Küba lideri Fidel Castro ülkesinin başarısını “IMF üyesi olmamanın sağladığı ayrıcalık sayesinde” diye açıkladı. Küba Devrimi sosyalist yolu seçerek, yoksulluğu yok etmek için pazar ekonomisi olmayan bir ekonominin potansiyelini gösterdi. Devrim önceleri ABD’nin yeni-sömürgeci hakimiyetine karşıydı ama 1961’de sosyalist bir toplum kurulmaya başlandı.
Beklendiği gibi batının kapitalist medyası ve politikacıları Küba’yı demokrasi ve insan haklarının ihlal edildiği Stalinist bir polis devleti olarak tanımlıyor. Ama bu gerçek değil.
Castro’ya göre, “Sivillere karşı asla asker ve polis kullanmadık. Hiçbir zaman ne Avrupa’dan gelen resimlerde sık sık gördüğümüz gibi insanlara basınçlı su sıkan yangın arabamız ne de uzay yolculuğuna çıkacakmış gibi maskeli polisimiz oldu. Devrimi devam ettiren ve ona güç veren halkın inanç birliği.”
Küba’da gulag’a (Sibirya’nın eski tutuklu kampları) benzeyen yegane yer ABD’nin yasadışı yerleştiği ve kötü şöhretli esir kampını kurduğu Guantanamo Körtfezi.
Batı medyasının bıraktığı izlenimlerin tam tersine, Küba’da rakip adaylar seçimlerde yarışıyor. Küba Komünist Partisi-PCC’nin tek parti olduğu çok vurgulanıyor. Gerçekte, parti seçimlere katılmıyor. Parti üyeleri, partili olmayan adaylar gibi, seçimlerde yarışabilir; yarışıyorlar da. Herhangi bir seçimde yarışan bir veya daha çok PCC üyesi olabilir, hiç olmayabilir de.
Bundan başka, Küba demokrasisinde, batı demokrasisinde olmayan, değişik düzeylerde sorumluluk ve katılım var. Temsilciler düzenli yapılan toplantılarda seçmenlerine rapor vermek zorunda ve eğer seçmenler seçtikleri temsilcilerin performansını yeterli bulmuyorsa onları görevden alabilir.
Ulusal düzeyde kararlar seçimle kurulan yerel kurul ve katılımcı topluluklara danışıldıktan sonra alınıyor. Bundan başka, Küba demokrasisinin sosyalist niteliği işçi toplulukları ve seçilmiş konseylerin sadece işletme yönetiminde oynadığı rolün önemini artırmıyor, aynı zamanda ekonomi ve üretim hakkında alınan kararları şirket yönetim kurullarında alınan kararlardan daha demokratik yapıyor.
Küba bu demokratik yapı yüzünden 1990’lı yılların krizine karşı önlemler alabildi. Bu şekilde malların en kıt olduğu dönemde, Kübalıların sadece en öncelikli ihtiyaçlarının ne olduğunu belirtmesine olanak tanınmakla kalmadı, aynı zamanda bütün toplumun (iyi eğitim görmüş) zekasını ve becerisini kurtuluş için kullandı. Yaşlı köylülerin geleneksel tarım bilgileri ve bilimsel ve akademik çevrelerin küçük çapta organik tarım çalışmaları Küba tarımını dönüştürmede önemli rol oynadı.
Küba’da insan haklarının tanımı Batı’da olduğundan çok daha kapsamlı. Barınma, lise dahil parasız eğitim, iş, yeterli sağlık bakımı, beslenme, çocuk bakımı ve spor, eğlence ve kültürel faaliyetler insan hakkı olarak kabul ediliyor.
Batı demokrasilerin özü olan, başkalarını sömürerek kar yapmak, özel mülkiyet hakkı ve Serbest Pazar hakları Küba’da insan hakkı sayılmıyor.
Genel göstergelere göre Küba’nın GSMH’sinin Bangladeş’e eşit olmasının ama sağlık ve eğitim gibi sosyal göstergelere göre Avustralya ile kıyaslanabilmesinin sırrı burada. Ayrıca, bu sosyal göstergeler ortalamayı gösteriyor ve gelirler arasında uçurumlar olan ve en yoksulların daha düşük yaşam standardı olduğu Batıya göre Küba’da daha adil bir gelir dağılımı olduğu gerçeğini gizliyor.
Avustralya hükümeti Bono’nun dış yardımın azıcık arttırılması için yakarışlarına kulak tıkarken, ekonomik abluka altında bir üçüncü dünya ülkesi olan Küba, küresel yoksulluğu azaltmak için yardım elini uzatıyor.
Küba’nın yoksul ülkelere verecek nakit parası olmayabilir ama yardım için yüksek düzeyde eğitim görmüş doktorları ve eğitimcileri var. Yurtdışında hizmet veren Kübalı doktorların sayısı Dünya Sağlık Örgütü doktorlarından fazla. Karşılaştırma olarak Avustralya, şirketlerinin petrol ve gazı talan etme hakkı karşılığında Doğu Timorlu birkaç öğrenciye burs verirken Küba yoksul ülkelerden binlerce yabancı öğrenciye eğitim bursu veriyor.
Küba’nın Amerikalar Tıp Okulu (Medical School of the Americas) dünyanın en zengin ülkesi ABD’den bile, parasızlık nedeniyle tıp okuluna devam edemeyen emekçi ve azınlık çocuklarını eğitiyor!
Irkçılığı ve seksizmi ortadan kaldırmak da Küba Devriminin ana hedeflerinden biri. Bu, ırkçı ve seksist tutumlar tamamen ortadan kalkmış demek değil ama yasal ayırım yasaklandı ve ekonomik eşitsizlikle mücadele edildi. Küba’nın kadın hakları anlayışı kadınlara karşı olan boşanma ve üreme hakkı gibi kadın haklarını kısıtlayan seksist yasaları kaldırmaktan çok daha ileride. Genel çocuk bakımı, eşit eğitim ve iş fırsatı kadınlara ekonomik bağımsızlık sağlıyor. Halkın geleneksel tutumlarını değiştirmek için sinema ve medya gibi kültürel üretimden yararlanılıyor.
Sosyal değerlerin değişmesi her zaman düzenli değil. Eşcinsellere karşı baskı 1960’lı yılların s
onuna kadar devam etti ve Komünist Partisi ve devlet homofobiye karşı kampanyayı 1986’ya kadar başlatmadı.
Küba’nın seksen yaşındaki Başkanı Castro’nun hastalığı, ölümünün Küba devrimim çöküşü olacağına dair bir sürü tahminlere yol açtı. Bu yeni bir nakarat değil. 1998’de Castro “Castro’nun sonu her şeyin sonu olur” diyenleri, “eğer devrim Castro’ya veya başka bir tek kişiye dayanıyorsa, o devrimin değeri nedir?” diye yanıtladı.
Batılı politikacıların Küba’nın demokratik olmadığında ısrarı onların Küba’yı yanlış ve düşük değerlendirmelerine neden oldu. 1998 yılında Castro bir başka konuşmasında, “Bu Castro’nun devrimi değil… bu birleşerek bir deve karşı koymuş halkın, milyonlarca emekçinin devrimi”, diye açıkladı.
Bugün Küba’nın sosyalist demokrasisi Castro’nun ölümünden sonra ABD ve Batı’dan gelecek saldırılara daha güçlü göğüs gerebilecek gibi görünüyor.
Petrol zengini Venezüella’da Bolivar Devrimi’nin yapılması yalnız Küba’yı ekonomik yalnızlığından kurtarmakla kalmadı, daha önemlisi “serbest pazarın” yarattığı korkunç yoksulluğa, çevresel felakete karşı bir seçenek olarak sosyalizm için mücadeleyi canlandırdı.
14 Şubat 2007
[Green Left Weekly’den Emine Kunter tarafından Latinbilgi için çevrilmiştir]