Onlar en diptekiler, adı sanı olmayanlar Kocaeli’nde özellikle 28 Haziran Mahallesi’nde yaşayan Romanlar, kentin depremden sonra Bekirpaşa’dan yukarıya doğru büyümesinin etkisiyle daha çok göze batar oldular. Umuttepe’de Kocaeli Üniversitesi’nin açılması, kalıcı konutların Gündoğdu’ya yapılması ve TOKİ’nin de halen süren konut inşaatları Romanları yerlerinden etmek için önemli bir gerekçe haline geldi. Önce konutlara yol yetmiyor denilerek […]
Onlar en diptekiler, adı sanı olmayanlar
Kocaeli’nde özellikle 28 Haziran Mahallesi’nde yaşayan Romanlar, kentin depremden sonra Bekirpaşa’dan yukarıya doğru büyümesinin etkisiyle daha çok göze batar oldular. Umuttepe’de Kocaeli Üniversitesi’nin açılması, kalıcı konutların Gündoğdu’ya yapılması ve TOKİ’nin de halen süren konut inşaatları Romanları yerlerinden etmek için önemli bir gerekçe haline geldi. Önce konutlara yol yetmiyor denilerek evleri ve arsaları komik rakamlara istimlâk edilen Romanlar, şimdi de yeni konutların inşası gerekçesiyle Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin yeni istimlaklarıyla karşı karşıya.
Yıllardır İzmit’te birlikte yaşadığımız, kendilerinin deyişiyle aynı havayı soluyup, aynı barajdan su içtiğimiz, pazarda alışveriş yaptığımız, şehrin ekonomisine atıkların dönüşümünü sağlayarak katkıda bulunan bu insanlar şimdi evsiz, aynı zamanda da işsiz kalmakla yüz yüze. Kimilerine göre Romanlar çok pisler ve kötü görüntü oluşturuyorlar. Böyle söylenmesinin nedeni tek başına çöpleri ayıklamalarından kaynaklanmıyor. Roman olmaları da bunda büyük bir etmen.
Romanların yüz yıllardır süre gelen yaşam tarzları ve kültürleri var. Konuştukları bir dilleri (Romanca), çoğunluktan farklı giysileriyle, güleç yüzleri en belirgin özelliklerinden. Özgür yaşamayı, müziği, sokağı seviyorlar. Evlerinin kapılarını kapatmıyorlar. Çünkü her an birbirleriyle iletişim halindeler. Yoksullukları ve eğitim sisteminin çarpıklığı gibi sayılabilecek birçok nedenden ötürü çoğunun okuma yazması yok. Hatta, Ulubatlı Hasan İlköğretim Okulu’nda katkı payı olarak 25 YTL istendiği için çocuklarını okutmakta zorluk çektiklerini anlatıyorlar. Eğitimin parasız olduğunu ve istenen katkı payını vermek zorunda olmadıklarını bilmeyen Romanlar bu duruma itiraz etmek yerine çocuklarını okula göndermemeyi tercih ediyor.
Toplumla kurdukları bağ, aşağılanmalarının da etkisiyle son derece sınırlı. Ötekileştirildikleri, dışlandıkları için de kendilerini başkalarından koruma ihtiyacı hissediyorlar. Mahallelerinden geçen yabancılara karşı dikkatliler ve kendilerine zarar gelmeyeceğine ikna olmaya çalışıyorlar. Toplu konutlarda yaşamaya uygun bir kültürel yapıları yok. Zaten yaptıkları işte buna müsait değil. At arabaları ve istiflemek zorunda oldukları kâğıtları, apartman dairesinde yaşamalarına engel oluyor. Yıllardır bu farklılıkları sadece ilimizde değil, Türkiye’nin dört bir yanında içlerine kapanık bir yaşam sürmelerine neden olmuş.
Onlar, kendilerini işçi olarak görmese de Romanların geçinebilmek için bildikleri tek iş atık kâğıt ve hurda işçiliği. Hem sanayi hem de çevre açısından çok önemli bir iş yapıyorlar. Ancak diğer taraftan bir insanın çöpleri karıştırması, ne insani ne de sağlıklı. Ne var ki Romanların başka bir meslekleri yok ve işsizliğin her geçen gün arttığı ülkemizde başka bir iş bulma şansları da yok. Kâğıt ve hurda işçiliği de onların insani ihtiyaçlarını karşılamaya yetmiyor. Evlerine günde maksimum 20 YTL giren 9 kişilik bir ailenin ihtiyaçlarını karşılaması pek mümkün görünmüyor. Öyle ki mahalle içinde bulunan bakkalda naylon poşetlerde 1 YTL’lik sıvı yağ satışı yapılıyor. Günlük kazanan bu işçiler sıvı yağı bile günlük alıp tüketiyorlar.
Şimdilerde ise yoksulluğun yanına evlerini kaybetme korkusu da eklenmiş. Çocuklardan, kadınlara ve erkeklere kadar herkes evleri istimlâk edildikten sonra nereye gideceğini, ne iş yapacağını düşünüyor. Yerel yöneticilere, hükümete kızgınlar, çünkü bu şehirde ikinci sınıf insan muamelesi görüyorlar. Onlar en diptekiler, adı sanı olmayanlar, tek suçu farklı bir kültüre sahip olmak olan insanlar.
Sormak gerekiyor. Toplu konutların bulunduğu bir bölgede, istiflenmiş kağıtların, hurdaların bulunması, barakalarda ve çadırlarda yaşayan insanların varlığı kötü bir görüntü oluşturuyor olabilir. Ancak çözüm onları bu bölgeden sürüp, kaderine terk etmek mi? Yoksa işlerini güvence altına alarak, yaşayabilecekleri yeni yerler göstermek mi?
İyi bir kent yaratmak şehrin mimari yapısını değiştirmekle olmuyor. Demokrasiyi iliklerine kadar hisseden ve her alanda uygulamayı becerebilen bir kent yaratmak asıl olan. Geleceklerine dair söz sahibi olmayan, insan yerine konulmayan, okuma yazma bilmeyen insanların yaşadığı bir yer asla uygarlaşmamıştır.
Kocaeli’nde, sadece 28 Haziran Mahallesi’ndeki Romanlar değil, yine Bekirpaşa’da Erenler ve Cedit mahallelerinde yaşayanlar da aynı sorunlarla yüz yüze. Kent yoksulları, kentsel dönüşüm projesiyle kent merkezinin dışına doğru sürülmek istenirken, onlar yıllardır yaşadıkları ve emek ettikleri bu şehirde insanca yaşayabilmek için seslerini yükseltmeye çalışıyor. Kent yoksulları, kendi oylarıyla seçtikleri yerel yöneticilerin seslerine kulak vermesini beklerken, kendilerinin ve bu kentin geleceğinde söz sahibi olmak istiyor.
***
Kâğıt ve hurdaya yeniden can verenler:
“Biz namusumuzla, insanca yaşamak istiyoruz”
Onlar hem kağıt, hem hurda topluyor, hem de Roman. En diptekilerden; yani dışlanıp, hor görülmelerine rağmen hayata dört elle sarılmaya çalışanlardan.
Uluslararası tekellere inat kâğıtların, hurdaların dönüşümünü sağlayarak hayata meydan okuyanlardan.
Onlar, aynı zamanda, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin “kentsel dönüşüm projesi”nin de kurbanı. İzmit merkeze çok yakında, Bekirpaşa 28 Haziran Mahallesi’nde oturuyorlar.
Onlarla yaşamı ve kentsel dönüşümü konuştuk.
Kendinizi tanıtır mısınız?
Ben Yaşar Cavlay. 42 yaşındayım ve 4 çocuk babasıyım. Çocuklarımdan sadece biri okuyor, diğerlerini parasızlık yüzünden okutamadım. Okuma yazma bilmiyorum. Duyma problemim var ve aynı zamanda düşme sonucu kolumu kırdığım için sakatım. Üç ayda bir de ”özürlü aylığı” alıyorum. 30 senedir burada oturuyorum. Bekarken bazı zenginlerin yanında getir-götür işleri yapıyordum. Evlenince bu işi bıraktım. At arabasıyla dolaşarak kâğıt, naylon, demir ve hurda topluyorum. Sakat olduğum için 18 yaşındaki oğlum da bana yardımcı oluyor. Günlük kazancım en fazla 10 YTL. Kâğıdın kilosu da 10 YKR. Topladıklarımı satarak geçinmeye çalışıyorum. Kâğıt toplamayıp da banka mı soyayım?
Nasıl geçiniyorsunuz ? Çocuklar okula gidebiliyorlar mı?
Biz o kadar yoksuluz ki, dün çöpten bulduğumuz halıyı bugün hanım yıkıyor. Evime sereceğim. Kim yapar böyle bir şeyi? Biz mecbur olduğumuz için böyle yaşıyoruz. Burada üniversiteye gidebilen kimse yok. En fazla meslek lisesine gidebilenler var. Onların sayısı da çok az. Para yok ki çocukları okutalım. Onlar da büyüyünce kâğıtçılık yapıyorlar. Benim bir akrabam bu yıl çocuğunu okula kayıt ettirmek istedi. Hemen yakınımızdaki Ulubatlı Hasan İlköğretim Okulu’na. Kayıt parası istediler. Bu parayı veremediği için şu anda çocuk okula gidemiyor. İlköğretim okulları bile paralı olmuş artık.
Çalışma şartlarınız nasıl, sağlığınız ne durumda?
Hepimiz hastayız.
Çöpten kâğıt toplayanların iyi olması beklenemez zaten. Astım hastası çoktur burada. Biz başka iş bilmediğim, mesleğimiz olmadığı için bu işi yapıyoruz. Sabah 5’te yola koyuluruz. Şehir merkezine, Yahya Kaptan’a gideriz. Ekmeğimizi buralardan çıkarıyoruz. Ama şimdi bu işi de elimizden almaya çalışıyorlar. Bizi buradan taşınmaya zorluyorlar. Böylece kâğıtçılık işini de bitirecekler.
Buradaki bazı evler belediye tarafından istimlâk edilip yıkılmış. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Biz 30-40 yıldır bu mahalledeyiz. Depremden sonra yukarıya kalıcı konutlar yapılınca belediye yol yapmak için bizim evlerimize, arazilerimize talip oldu. Cahil olduğumuz, okuma yazma bilmediğimiz için çoğumuz belediyenin verdiği kâğıtlara imza attık. Benim yolun alt tarafında ceviz ağaçlarım vardı. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi o arazimi istimlâk etti. Okumam yazmam olmadığı için onların önerdiği parayı kabul edip bir kâğıt imzaladım. Arazimi 32 milyar liraya aldılar. Oradaki ağaçlarım her sene nerdeyse 500 kilo ceviz verirdi. Cevizlerin dışında vişne, şeftali ağaçlarım da vardı. Gözüm gibi baktığım ağaçlarım yok yere gitti. Burada insanların evlerini 11 milyar liradan başlayan ve 20 milyar liraya varan fiyatlarla aldı belediye. Biz çok sonradan buraların daha değerli olduğunu ve belediyeyi mahkemeye vermemiz gerektiğini öğrendik. Böylece hakkımızı alabiliyormuşuz. Ama artık iş işten geçti.
Bazı komşularımız evleri yıkılınca Gölcük yolu üzerinde bir köprünün altına çadır kurdular, şimdi orada yaşıyorlar. Bazıları ise yolun yukarısına çadır kurdular. Belediyenin verdiği 10 milyar lira parayla ev mi alınır, arsa mı? Kâğıtçılıktan başka iş bilmeyen bizler buradan taşınınca ne iş yapacağız? Lojmana girince benim kravat takmam lazım. Ayrıca at arabasını nereye koyacağım? Ne iş yaparız biz, bilmiyoruz.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin ”kentsel dönüşüm” projesinin içerisinde bu bölge de var. Sizin oturduğunuz bu mahallenin de yıkılacağı ve buraya konut yapılacağı söyleniyor. Sizin bir bilginiz var mı?
Geçtiğimiz günlerde buraya belediyeden geldiler. Evlerimizin, arazilerin, ölçüsünü aldılar. Burada hiç ev kalmayacakmış. Yaza kadar burayı boşaltacaklar. Biz çok mağdur durumdayız. Evlerimizin yerine ev vermelerini istiyoruz. Bu bizim hakkımız. Seçim zamanları oy istemeye gelenler, şimdi bizi evsiz bırakıyor. Komşularımızın başına gelenlerin bize de olmasından korkuyoruz. Ben bu seçimde kimseye oy vermeyeceğim. Boş kullanacağım. Bizi hem Roman hem de kâğıtçı olduğumuz için insan yerine koymuyorlar. Biz namusumuzla, insanca yaşamak istiyoruz.
‘Benim de söyleyeceklerim var’
Röportajı yaparken araya giren Yaşar Temel de, 62 yıldır burada yaşadığının altını çizerek, karşılaştıklarına olan tepkisini şu cümlelerle ifade ediyordu:
”28 Haziran Mahallesi muhtar azasıyım. Yıllardır çalışıp didinip bu devlete hizmet ediyorum. Ben bir vatandaş olarak olmazsam devlette olmaz. Bekirpaşa ve Büyükşehir Belediyesi’ne aday olanlar yani hepsi gelip oy istedi, oylarını aldı ve çekip gitti. Şimdiye kadar bizim için hiçbir şey yapmadı. Üstelik yol boyunca yapılan istimlaklarda insanlar kandırılıp mağdur edildi. Şimdi buraların da yıkılacağı söyleniyor, toplu konut yapılacakmış. Tahminen bu mevkide 130 hane var. Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz ? Evini yıkacağım diye tebligat göndermeden önce gel bir sor. Sen bu kent için ne düşünüyorsun, diye. Kimsenin bizi umursadığı yok. Güya bu ülkede insan hakları var. En azından bundan sonra kimsenin mağdur edilmesini istemiyoruz. Madem bu kenti yeniden düzenliyorlar, bizlere de kâğıtçılık, hurdacılık yapabilecek, yaşayabilecek yer gösterip ev versinler. Kimseden, hakkımız olmayanı istemiyoruz. Kâğıt ve hurda dönüşümünü yaparak ülke ekonomisine katkı sağlıyoruz.
Biz, aynı çatı altında bu şehirdeki tüm insanlarla aynı havayı soluyoruz. Hepimiz insanız. Yerel yöneticiler bizi mağdur etmesinler.
‘Boğaz tokluğuna çalışıyoruz’
”İsmim Duygu Yılmazgil ve 19 yaşındayım. Biz evde 12 kişiyiz, ben de kâğıt topluyorum, geçimimizi bu işten sağlıyoruz. At arabasıyla sabah 5’te düşüyoruz yola ve boğaz tokluğuna çalışıyoruz. Günde 20-30 YTL kazanıyoruz. Evdekilerden 4 çocuk okula gidiyor. Ben okuyamadım. Burada başlık parası var, kızları vermek için 5-6 milyar lira istiyorlar. Önceden böyle bir şey yokmuş, yeni yeni çıkmış.
Para kazanmanın kıymetini ancak bizim gibi zor şartlarda emeğiyle çalışanlar bilir. O baştakiler bilmez. Kâğıtçıyız diye herkes bizi hor görüyor. Devlet ise hiç umursamıyor, ‘yok’ farz ediyor. Bence buradan bizi taşınmaya zorlamalarının, evlerimizi almalarının nedeni hem kâğıtçı, hem de Roman olmamız. Ben bu devlete güvenmiyorum. Günlük yaşıyorum, bir geleceğim yok. Bunu bilerek yaşamak gerçekten çok acı.
Röportaj: Çiğdem ÇETİNER
Fotoğraflar: Tolga SUBAŞI