Zemin kayıyor. Türkiye’de siyasi ve toplumsal zemin hızla kayıyor. Öyle bir süreçten geçiyoruz ki saflar yeniden belirleniyor, yeni mutabakatlar oluşuyor. Siyasi özneler ve gövdeler, oluşan milliyetçi atmosferde yeni pozisyonlarını belirliyor. Hrant’ın gidişiyle başlayan ve çok hızlı akan süreçte yeni “siyasi yerleşimler” belirleniyor. Oluşan yeni siyasi ve toplumsal atmosfere yön vermek isteyenlerin bugünlerde en yoğun uğraşıları, […]
Zemin kayıyor. Türkiye’de siyasi ve toplumsal zemin hızla kayıyor. Öyle bir süreçten geçiyoruz ki saflar yeniden belirleniyor, yeni mutabakatlar oluşuyor. Siyasi özneler ve gövdeler, oluşan milliyetçi atmosferde yeni pozisyonlarını belirliyor.
Hrant’ın gidişiyle başlayan ve çok hızlı akan süreçte yeni “siyasi yerleşimler” belirleniyor. Oluşan yeni siyasi ve toplumsal atmosfere yön vermek isteyenlerin bugünlerde en yoğun uğraşıları, en geniş kesimlerce kabul görecek bir milliyetçilik “türü” bulabilmek.
Bu süreçte tam olarak kimsenin tarif edemediği “negatif milliyetçilik” ortaya atıldı önce. “Pozitifi” bilinmeyen bir tür. Sonra dün Ertuğrul Özkök “demokrat milliyetçilik” diye bir yazı yazdı ve benim anladığım kadarıyla demokrasiyi ne öldürecek ne olduracak bir milliyetçilik önerdi.
Ulusalcı cephe söylem çıpasını “Türkçülük” noktasına iyiden iyiye sabitlerken; CHP, düşünce suçunu savunacak kadar kerterizini kaybetmişken, Tayyip Bey oluşan atmosferde liberal kesimin oylarına da talip olduğunu “kafatasçılık” çıkışıyla ortaya koyarken, bütün bu siyasi gövdelerin üzerinde hareket ettiği zemin kayıyor.
Üzerinde daha uzun bir süre oturacağımız yeni zemin belirleniyor.
Toprak kayması
1972’de , sonra 1980’de, ardından 28 Şubat sürecinde ve en son Hrant’ın gidişinin ardından görünür hale gelen milliyetçi patlamayla bir sürecin sonuna geliniyor. Her seferinde daha çok sağa kayan “toprak”, yeni yerine oturuyor.
Bugün Türkiye siyasetinin toprağı, Hrant’ın gittiği güne oranla topyekûn daha sağda. Öyle ki solda bile Türkiye’de yaşayan bir solcunun “verili” olarak milliyetçi olması gerektiği ön kabulüyle konuşuluyor artık. Herkes milliyetçilik konulu bu sözcük oyununa katılıyor.
Kimin milliyetçiliği en az faşist?
En az faşist milliyetçiliğin tarifi nasıl yapılabilir?
Topluca gösterilen bu gayretin beslendiği temel sorular bunlar.
Üstelik bu gayretin kendini milliyetçi addeden bir takım katiller, beyaz bereliler yüzünden başladığı hızla unutuluyor. Hrant’ın gidişiyle bu katillerin, katilleri övenlerin sanılandan daha çok olduğunun ortaya çıkmasının yarattığı endişeyle girişildi bu işe. Bu unutuluyor.
Bir de elbette bu sürece nasıl müdahale edilmesi gerektiği meselesi var.
İstinat duvarı
Bugün, solun ne kadar solunda ve sağında durduğumuzu tartışacak lüksümüz net bir biçimde yok artık. Aranan toplumsal mutabakat için milliyetçiliğin yeni tariflerini icat etmeye gösterilen çaba, antifaşist bir asgari uzlaşma düzlemi bulmaya yönlendirilmeli.
Ulusalcılar, sosyalist sol, sosyal demokratlar, liberal dindar kesim, yani demokrasiyi savunan bütün toplumsal ve siyasi dinamikler derhal bir araya gelip bu toprak kayması önünde güçlü bir “istinat duvarı” oluşturmalı.
Çünkü ancak bu istinat duvarı oluşturularak bütün “toprağımızın” faşizmin ve ırkçılığın karanlık denizine dökülmesi engellenebilir.
Var olan siyasi partilerin toplumsal dinamikleri temsil edemediği, temsil edenlerden bazılarının seçim barajına takılıp parlamenter sistemin dışına atıldığı bu dönemde yeni bir halk örgütlenmesine ihtiyaç var. Endişelerimiz ve vicdanımız etrafında yeniden birleşmeye…
Siyasal gövdeleri ve üzerinde durdukları toprağı, bu sivil baskıyla hiç değilse eski yerine oturtmaya… Bugün yurttaş olmanın sorumluluğu, böyle bir antifaşist acil eylem planına destek vermektir kanımca.