EĞİTİM-SEN SENDİKA MIDIR DERNEK MİDİR? Başlıkta verilen sorunun cevabı, kime sorduğunuza göre değişecektir. Eğer soruyu sendikaların sınıf örgütü olması gerektiğini, emekçiler arasında işçi, memur farkı gözetmeden bütün emekçilerin aynı çatı altında örgütlenmesi gerektiğini bilen ve düşünen, grevsiz ve toplu sözleşmesiz bir sendika olamayacağını bilen birisi ise Eğitim-Sen’in bir sendika olmadığını memurları dayanıştıran!, kalkındırmaya çalışan, bir […]
EĞİTİM-SEN SENDİKA MIDIR DERNEK MİDİR?
Başlıkta verilen sorunun cevabı, kime sorduğunuza göre değişecektir. Eğer soruyu sendikaların sınıf örgütü olması gerektiğini, emekçiler arasında işçi, memur farkı gözetmeden bütün emekçilerin aynı çatı altında örgütlenmesi gerektiğini bilen ve düşünen, grevsiz ve toplu sözleşmesiz bir sendika olamayacağını bilen birisi ise Eğitim-Sen’in bir sendika olmadığını memurları dayanıştıran!, kalkındırmaya çalışan, bir sivil toplum örgütü olduğunu rahatlıkla söyleyebilir.
Eğer soruyu sınıftan yana bir kaygısı olmayan, üyenin aidatını devletin vermesine sevinen, ara sıra sokağa çıkıp birkaç jop yemenin, yöneticilerin konumlarını sağlamlaştırmak için Ankara’ya toplanıp bir miting gerçekleştirmenin sendikacılık olduğunu sanan birisine sorarsanız; Eğitim-iş ve Eğit-sen’le başlayarak kendini azimle, sürülerek, öldürülerek, işten çıkarılarak bu günlere getirdiğini, meşrulaştığını, ülkenin en dinamik muhalefet gücü olduğunu söyleyerek sizi insafsızlıkla ve gerçekleri görmezlikten gelmeyle suçlayacaktır.
Peki gerçekten durum nedir? Sendikamız bunca mücadeleye rağmen neden herhangi bir hak alamamıştır? Eğitim-Sen’in üye sayısı 150 bin civarlarında iken sendikalara giden gelen aktivitelere omuz veren üye sayısı birkaç binle sınırlıdır? Neden Eğitim-Sen eğitim iş kolunda örgütlü bir sendika iken ana dilde eğitim hakkını tüzüğünden çıkarmıştır? Kendi içindeki ve dışındaki baskılara dayanamayarak. Neden grevli toplu sözleşmeli bir sendika şiarı sadece slogan ve dövizlerle sınırlıdır? Bu sorular daha da çoğaltılabilir…
Bu sorulara cevap ararken yiğidin hakkını da vereceğimi belirteyim.
Aslında yaşanan Eğitim-Senin gelinen noktada bir tıkanma yaşadığıdır. Eğitim-İş ardından Eğit-sen kurulmuştur. Bu sendikalar devlet tarafından yasal görülmemiştir. Verilen mücadeleyle zorla sendika binaları açılmıştır. Büyük bir örgütlenme sağlanmıştır. Ülkenin dört bir tarafına şubeler açılmıştır. Bu uğurda nice emekçi can vermiştir, sürgün edilmiştir, görevden atılmıştır. Bu süreç sendika yasasının kabul edildiği döneme kadar sürmüştür. Bu döneme kadar Eğitim-Sen gücünü yasalardan değil meşruluğundan, haklılığından almıştır.4-5 mart denilen ama sendika genel merkezinin özellikle 4 mart direnişi dediği(çünkü 5 mart direnişi onların inisiyatifinin dışında gelişmiştir)güne kadar sürmüştür. O günden sonra sendika genel merkezi gelişecek olayları göğüsleyecek basirete sahip olmadığı için bu hat (fiili ve meşru mücadele) terkedilmiştir. Artık grevsiz ve toplu sözleşmesiz bir sendika kabullenilmiştir. Toplu görüşme dönemleri başlamıştır (pazarlık silahı olmadan, son sözü hükümetin söylediği) artık. Bu geri adımdan sonra devlet sınıf örgütü olmaktan tamamıyla uzaklaştırmayı başardığı sendikanın demokratik tarafını da törpülemeye başlamıştır. Tüzükte yer alan ana dilde eğitim hakkı maddesini değiştirmesini istemiştir. Sendikamız kapatılmasın bahanesiyle bu madde önce anadilde öğrenim hakkı olarak değiştirilmiş daha sonra da(geri adımı gören devlet tarafından tamamıyla kaldırılması istenmiştir) tamamıyla tüzükten çıkarılmıştır (hem de bu maddeyi en çok savunması gerekenlerin oylarıyla).
Peki neden işten atılmayı, sürgün edilmeyi ve hatta öldürülmeyi göze alabilen insanların çoğunlukta olduğu sendika bu hale gelmiştir. Sanırım bebek daha doğarken özürlü doğmuştur; bir sınıf örgütü olma yoluna gitmiştir (bu da sonunda kitle kuyrukçuluğunu geliştirmiştir). Eğer emekçileri işçi memur ayrımına tabi tutmadan birlikte örgütleme (bu tartışma süreci açılıp tartışılması gereken bir konudur) yoluna gitseydi, şimdi emek platformu, demokrasi platformları vesilesiyle -bu yapay- birlikteliği örgütlemeye çalışmasına gerek kalmayacaktı. Zaten bu ayrı örgütlenme fikri devletin de istediği bir şeydir, öğretmenleri bile baş, uzman, sözleşmeli ücretli diye ayırmıştır . Yine 200-300 milyona çalışan insanlar varken aldığımız maaşların arttırılmasını isterken o insanların gözünde komik duruma düşmezdik. Eğer sendikamız özelleştirmeye gerçekten karşı olsaydı üyelerinin çoğunun özel ders dershane öğretmenliği v.b şeyler yapmasına göz yummazdı. Toplu görüşme gösterisine katılabilmek için nicel büyümeyi hedefleyip nitel anlamda bu kadar gerilemezdik (ana dilde eğitim hakkına karşı çıkma aymazlığına düşen eğitimciler buna en iyi örnektir).
Evet doğru teori olmadan, güçlü pratik bile bir anlam taşımamaktadır. Bir sürü sürgün kayıp işten çıkarılma yaşanmıştır. Peki karşılığında gelinen aşamada ulaşılan nokta nedir? Yasallaşmış, grev ve toplu sözleşme hakkı olmayan eylemliliklerinde sadece devletin gündemini takip eden -hak alma değil, kaybedeceklerine engel olmaya çalışan- bir uzlaşmacı, icazetçi (devletin kırmızı çizgilerine dokunmayan, dokunduysa da parmağını üfleyerek geri çeken) bir hale gelinmiştir (grev yerine üretimden gelen güç denmesinde olduğu gibi).
Yine problemi içimizde arayabiliriz mesela demokratik merkeziyetçilik ilkesi adı altında liyakat değil de kelle sayısı çok olanların yönetim kademelerine getirilmesi gibi.
Çeşitli zamanlarda her şeyi isteyerek aslında hiçbir şey alınmadığını pratiğimiz bize göstermiştir. Bu nedenle sloganla isteme yerine, grevli toplu sözleşmeli bir yasa çıkıncaya kadar grev yapmalıyız(hemen böyle bir eylem yapacak kapasitemiz yok, üyelerimiz bunu göze alamaz denecektir. Ama sendikası uğruna işten çıkarılan, sürgün edilen hatta öldürülen üyelerimiz oldu, eğer bu süreç bu anlayışla sürdürülmeseydi tabi ki bu eylemi de yapacak bir sürü üye olurdu. Ki bence hala vardır)mesela. Eğitim-Sen program kurultayına giderken, tüzük ve DEK’te (Demokratik Eğitim Kurultayı) olduğu gibi (sendikaya sayısal olarak hakim olan- çoğunluk olmayı doğruluk sayan-gruplar tarafından) önceden belirlenmiş şeyleri kabul edeceklerdir. Unutmamak gerekir ki kongreler kurultaylar sendikanın problemlerini tespit edip, bunlara çözüm aradığı toplanmalar olmalıdır. Ama bu zordur çünkü gruplar iki kişi benden üç kişi senden pazarlıkları yüzünden böyle şeyleri düşünecek zaman bile bulamıyorlar (zaten onların adına gruplarının teorisyenleri onlar düşünür bunlarda yapar-memur kişiliğinden daha ne beklenecekse) .
Sonuç olarak şu anda sendikaların yönetim kademelerine çöreklenenler bu sendikanın da gittikçe kötüye giderek, işçi sendikalarımızın düştüğü duruma düşmesini istemiyorsa, bu tıkanmanın son bulması için örgüt içinde -sadece delegelerle değil- çok ciddi bir tartışma süreci başlatıp, çıkış yolu bulmaya çalışmalıdır. Eğer derneğimizi sendikaya dönüştürmek istiyorsak!!!
Murat ÖZENÇ
Eğitim-Sen üyesi