BEKSAV Yönetim Kurulu Başkanı, Sanat ve Hayat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni gazeteci Hacı Orman, bugün BEKSAV Konferans Salonunda basın açıklaması yapacaktı. Ancak Hacı Orman, hakkında yakalama kararı olduğu ve BEKSAV’ın abluka altında bulunması nedeniyle basın açıklamasına katılamamıştır. Hacı Orman’ın kaleme aldığı basın açıklaması metnini, Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu Sözcüsü Necati Abay okumuştur. Hacı Orman’ın kaleme […]
BEKSAV Yönetim Kurulu Başkanı, Sanat ve Hayat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni gazeteci Hacı Orman, bugün BEKSAV Konferans Salonunda basın açıklaması yapacaktı. Ancak Hacı Orman, hakkında yakalama kararı olduğu ve BEKSAV’ın abluka altında bulunması nedeniyle basın açıklamasına katılamamıştır. Hacı Orman’ın kaleme aldığı basın açıklaması metnini, Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu Sözcüsü Necati Abay okumuştur.
Hacı Orman’ın kaleme aldığı, içerisinde çok önemli açıklama ve anekdotların yer aldığı basın açıklaması metnini bilginize sunuyoruz.
Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu-7 Şubat 2007
Değerli arkadaşlar,
Aşağıdaki metnin epey uzun olduğunu biliyorum. Okudukça gereksiz olmadığını anlayacağınızı umuyorum. Sabrınızı ve hoşgörünüzü rica ediyorum.
Basına ve Kamuoyuna,
31 Ocak Çarşamba günü saat 13.15’te gözaltına alındım. Gözaltına alınış saatim kayıtlara 14.15 olarak geçirildi. Yakınlarımın gözaltına alındığımdan bazı görgü tanıklarının anlatımıyla haberdar olduğunu, bu anlatımların Özgür Radyo’nun 14.00 haber bülteninde yer aldığını sonradan öğrendim.
Gözaltına alınış şeklim şöyle oldu: Kadıköy İskele’de kırmızı ışıkta beklerken içinde bulunduğum ticari taksinin kapısı bir anda açıldı ve iki kişi beni araçtan dışarı çekerek montumu başıma doğru geçirmeye çalıştılar ve beni sürüklemeye başladılar. Ellerinden kurtularak adımı ve çalıştığım kurumu yüksek sesle birkaç defa üst üste çevreye duyurdum. 5-6 kişi bir yandan ağzımı kapatmaya, diğer yandan sürüklemeye devam ettiler. Beni sürükleyerek bir kamyonete bindirmeye çalıştılar. Uzun süre boğuştuk. Bir ara ellerinden sıyrılarak koşmaya başladım. Ancak birkaç adım sonra ön taraftan başka iki kişi üstüme saldırarak beni yeniden tuttu. Bağırmaya devam ettim. Çevrede biriken insanlara BEKSAV’a ve İnsan Hakları Derneği’ne haber vermelerini istedim. Ellerimi kelepçelediler ve sürükledikleri yerde bekleyen otomobillerden birinin arka kısmına bindirdiler. Başımı koltuğun altına bastırarak üstüme oturdular ve etrafımı görmemi engellediler. Yarım saat sonra araçtan indirerek bir benzin istasyonunun arka tarafına götürdüler. Burada ellerimi çözüp kelepçeyi arkadan bağlayarak bana vurmaya başladılar. Kendimi savunmam üzerine yere yatırdılar ve içlerinden biri pantolon kemerini çözerek ayaklarımı da bağladı. Etrafta kimse yoktu. Bana JİTEM elemanı olduklarını, JİTEM’i bilip bilmediğimi, üstüme beton dökeceklerini, cesedimi kimsenin bulamayacağını söylediler. “Sen ermeni tohumusun, üstüne beton dökmeye gidiyoruz” dediler. Ellerim ve ayaklarım bağlı şekilde yeniden arabaya bindirdiler. Araçta dört kişiydiler. Şefleri olduğunu sandığım kişi, bir yerleri arayarak “Abi, ermeni tohumunu yakaladık. Bağırdı, halkı galeyana getirdi. Bunu halkın önüne atıp linç mi edelim, kendimiz mi halledelim” diye sordu. Daha sonra dönüp bana yeniden vurmaya, küfürler savurup tehdit etmeye devam etti. Kendilerine “şu anda suç işliyorsunuz, ama madem ne yaptığınızı çok iyi biliyorsunuz, öyleyse elinizden geleni ardınıza koymayın” dedim. Bunun üstüne yanımda oturan kişilerden biri başımı yeniden koltuğun altına sıkıştırıp üstüme oturdu. Bir saat sonra büyükçe bir garajın içinde beni araçtan indirdiler. “Hadi şimdi de bağırsana” diye bağırarak tekrar vurmaya başladılar. Bana “bir tercih yap, kurşunla mı ölmek istersin, iple mi? Hrant Dink gibi mi olsun, Saddam gibi mi” diyerek vurmaya devam ettiler. Ayaklarımı çözdüler ve arabaya yeniden bindirip “seni diri diri gömmeye götürüyoruz” dediler. Birkaç dakika sonra gene bir garaja girdik. Sanıyorum ki, aynı garajın bir başka girişinden ulaşılan daha iç bir noktasıydı. Orada bekleyen başka sivil ve telsizli kişiler vardı. Araçtan indik. Bekleyen kişiler, bana adımla seslenerek “hoş geldin” dediler. Hoş bulmadığımı söyledim, “hepiniz katilsiniz” dedim. Beni getiren kişilerin şefi üstüme yürüyerek küfürler savurunca, bekleyen kişiler müdahale etti ve “tamam beyler, teşekkür ederiz, siz gidebilirsiniz” dediler. Garajdan açılan küçük bir kapıdan geçirilerek geniş bir koridora girince, kısa sürede, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde olduğumu anladım. Beni Terörle Mücadele Şubesi’nin sorgu odasına götürdüler ve gözaltına alınma işlemlerimi yapmaya başladılar.
Değerli arkadaşlar,
Gözaltında bulunduğum 48 saatlik sürenin büyük bölümünde sorgu odasında tutuldum. Burada daha çok “sol iki kısmı görevlileri” olduğunu söyleyen kişilere muhatap oldum. Ancak zaman zaman kendini “sağ terör”veya “sol terör” görevlisi olarak tanıtan kişilerce de sorgulanmaya çalışıldım. Bazen de şube müdürü olduğunu belirten tek tek kişilerin soru ve konuşmalarıyla karşılaştım. Bu süre içerisinde bana saygılı, nazik ve özenli davrandılar. Kişiliğime ve kimliğime saygı duyduklarını söylediler. Beni gözaltına alan kişilerle bağlantıları olmadığını, yakalama ekipleri ile sorgu ekiplerinin ayrı olduğunu iddia ettiler. Beni gözaltına alan kişiler hakkında suç duyurusunda bulunabileceğimi, onların da İstanbul Emniyet Müdürlüğü bünyesinde çalıştıklarını, zaten yakalama tutanağının altında yaka numaralarının mevcut olduğunu, bu tarz bir yakalama biçiminden kendilerinin de rahatsızlık duyduğunu, polisin artık değiştiğini, böyle uygulamaların münferit olduğunu, densizlik olduğunu vs. söylediler. Bunları inandırıcı bulmadığımı belirtince de “büyütülecek bir şey yok. Seni daha önce getirmek istedik, sen kaçtın. Seni buraya getiren ekip de yeniden kaçmaman için böyle bir yakalama şekli düşünmüş, ama yanlış yapmışlar, istersen şikayette bulunabilirsin” dediler ve konu her gündeme gelişinde aynı şeyi tekrarladılar.
Sorgu boyunca terörle mücadele şubesi polisleri, 8- 21 eylül operasyonunun yanı sıra, BEKSAV’ın çalışmaları, benim kişisel yaşamım hakkında açıklamalar yaptılar; Hrant Dink suikastı ve soruşturması konusunda değerlendirmelerde bulundular;Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Şanar Yurdatapan, Eren Keskin, Osman Baydemir, Mehmet Bekaroğlu, Akın Birdal, gibi kültür ve siyaset dünyasından insanlar hakkında yorumlar yaptılar; Hasan Ocak ve Süleyman Yeter’le ilgili izahatlara giriştiler. Bunların bir bölümünün son derecede önemli olduğunu düşünüyor, kamuoyuyla paylaşma gereği duyuyorum. Kısaca bilginize sunacağım bölümleri şunlardır:
BEKSAV’ın çalışmalarıyla ilgili olarak: Polis fezlekesi, BEKSAV Sinema Atölyesi’nin çektiği ve benim de sanat danışmanı olarak görev aldığım Kazım Koyuncu belgeselinin örgütsel talimat çerçevesinde çekilmiş olduğunu ileri sürmekte, bunu BEKSAV’ın ve benim yasadışı örgütle bağlantılı olduğum iddiasına dayanak yapmakta ve Cumhuriyet başsavcısı da bu iddiayı ciddiye alarak benim sorgulanmam için bir sebep sayabilmektedir. Bu gülünç ve şaşırtıcı iddiaya dayanılarak insanın hak ve özgürlüklerinin çiğnenmesi, hazindir. Gülünç ve şaşırtıcı olan şeylerden biri de şudur ki, BEKSAV’ın taşınması da “örgütsel talimatla gerçekleşmiş” olarak değerlendirilmekte ve Cumhuriyet savcısı bunu da ciddiye almaktadır. Kısacası, benim gözaltına alınıp mahkemeye sevk edilmemin hukuki nedeni, sadece ve yalnızca budur. Polis, savcılık ve mahkeme aşamasında benim ve BEKSAV’ın “terör” bağlantısı karşıma bu inanılması güç argümanlarla çıkarılabiliyor ve bunun adı hukuk olabiliyor.
Benimle ilgili olarak: Sorgu süresi boyunca bunların gayri ciddi iddialar olduğunu, keyfi davrandıklarını söylemem üzerine
, güya ne kadar dikkatli ve titiz çalıştıklarını kanıtlamak için bana bazı krokiler ve fotoğraflar gösterdiler. Bunlar, benim eşim ve çocuğumla birlikte kaldığımız evin krokileri ve benim halka açık etkinliklerde yaptığım konuşmalar sırasında çekilmiş kişisel fotoğraflarımdı. Evimizin ön ve arka giriş sokakları, mahalle içindeki bağlantı yolları, bütün ayrıntılar krokide yer alıyordu. Bunların hangi mahkeme kararına dayanılarak neden yapıldığını sormam üzerine, “sen nasıl susma hakkımı kullanıyorum diyorsan, biz de her şeyi açıklamak zorunda değiliz” şeklinde cevap verdiler. Bana sık sık “yalnız dolaşmaktan korkuyor musun, ölüm hakkında ne düşünüyorsun” sorularını sordular. Burada özellikle vurgulamak istiyorum ki, mahkemece salıverildiğim günden itibaren her gün evimden izlenmeye devam ediyorum. Ayrıca son bir yıl içerisinde üç defa evime hırsızlık süsü verilerek girilmiş olmasını da şimdi kuşkuyla değerlendirmekteyim. Evimin sürekli gözetleniyor olması ve benim çok sayıda araçla ve yaya olarak hala izleniyor oluşum da düşündürücüdür.
8- 21 Eylül saldırılarıyla ilgili olarak: Polis ve savcılık, 8-21 eylülde Türkiye genelinde yapılan ve 100’ü aşkın kişiyi, 25 ayrı kurumu mağdur eden gözaltı ve tutuklama saldırısını “yasadışı örgüt operasyonu” olarak lanse etmektedir. Bu dosya üzerinde hala gizlilik kararı kaldırılmış olmadığından, suçlamanın ne olduğunu tam olarak bilememekteyiz. Fakat gerek polis sorgumda, gerek savcılık sorgusunda yansıtılanlar, gizlilik kararı altında saklanan şeyin ne olduğunu benim açımdan anlaşılmaz/bilinmez olmaktan çıkarmıştır. Çok somut olarak gördüm ki, rejime muhalif çerçevede görülen kurumlar ve oralarda görev alanlar, gözdağı ve sindirme yoluyla susturulmaya, etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır. İleri sürülen iddiaların neler olduğunu polis, savcılık, mahkeme gibi resmi makamların beyanatları ve soruları üzerinden somut olarak görmüş ve duymuş birisi olarak bu dosyanın demokratik, ilerici kesimler üzerinde baskı yaratmaya yönelik olduğundan eminim. Duruşmalar başladığında herkesin de bu gerçeği göreceğini şimdiden belirtmek isterim.
Adı geçen bazı kişilerle ilgili olarak: Gözaltında tutulduğum süre içerisinde Orhan Pamuk, Yaşar Kemal, Akın Birdal, Osman Baydemir, Eren Keskin, Mehmet Bekaroğlu gibi aydınların, siyasetçilerin adı geçti. Bana “Orhan Pamuk, Amerika’ya kaçtı. Sence Yaşar Kemal nereye kaçacak” dediler. Onlara Yaşar Kemal’in evrensel bir aydın olduğunu, dünyanın her yerinde halklar tarafından el üstünde tutulacağını” söyledim. Dediler ki, “O Chirac’ın yanına gömülecek”. Ben de “Yaşar Kemal’i gömmek mümkün değildir. O, Anadolu’da doğdu, dünyada büyüdü, yine Anadolu’da ölümsüzleşir; sizin bu tehditlerinize sığmaz onun büyüklüğü” dedim. “Biz tehdit etmiyoruz, ama bak artık bir Moskova’nız da yok ki, oraya gidesiniz. Orhan Pamuk’u Amerika kabul eder, ama o Şanar Yurtatapan’ı niye etsinler ki? Mesela Eren Keskin’in yeri Brüksel, Osman Baydemir’in yeri Beka. Akın Birdal mezardan çıktı, verilmiş sadakası varmış” şeklinde uzun uzun konuştular. Madem aydınsın, okumuş adamsın, bunları da konuşalım. “İçinizde bir ucube Mehmet Bekaroğlu’dur, işte onu daha anlayamadık” dediler. Bunun üstüne “benim yanımda böyle konuşamazsınız. Türkiye’nin değerli insanlarına böyle hitap etmenize müsaade etmem” deyince, “niye? Sen komünist değil misin, ateist değil misin? Liberaller Amerikancı değil mi? Yoksa sen de mi Amerikancısın?” şeklinde cevap verdiler. Bu bahsi uzun bir süre devam ettirdiler. Aralarında benim de yazılarımın bulunduğu çeşitli kitap, dergi ve gazetelerin bulunduğu kimi yayınlardan altı çizilmiş bazı bölümler okuyarak saatlerce konuştular. “Nazım Hikmet, Ahmet Kaya, Yılmaz Güney gibi vatan hainleri emperyalizmin toprağında yatıyor. Orhan Pamuk Amerika’da yatacak. Yaşar Kemal’in yeri daha belli değil” biçiminde küstahça konuşmaya devam ettiler. Hrant Dink için “o hırt”, “o dingil”gibi saygısız ve terbiyesizce ifadelerine müdahale edip yüksek sesle tartışınca, “tamam yanlış anlama, seni deniyoruz, delikanlı adammışsın” diyerek kendilerince sinirlenen birini sakinleştirmeye çalıştılar. Söylemek istediğim şudur ki, görevi kolluk kuvveti olan kişilerin aydınlarımıza dönük bu küstah ilgisi, aydının özgürlük sınırını aydının kanıyla çizen bir rejimin ve düzenin aynası olması bakımından çok çarpıcıdır. Aydınlarımızın adlarının sorgu odalarında böyle rahatlıkla geçiyor olması, tehdit ve küfür içeren söylemlere konu olması, çok düşündürücü ve kaygı vericidir.
Hasan Ocak ve Süleyman Yeter’le ilgili olarak: Devamlı “bak sen buraya daha önce de geldin. Nasıl? Çok değişim var değil mi? Artık işkence yok. Siz de önyargılarınızı bırakın artık” deyip durdular. Bir ara “Süleyman Yeter burada öldürüldü, bu binada. Peki Hasan Ocak nerede öldürüldü, bu binada mı?” diye sordum. Bana adını daha önce duymadığım, ama gizli polis elemanı olduklarını söyledikleri iki kişiden söz ettiler. “Peki onlar nerede öldürüldü? Sen onu söyle, biz de senin soruna cevap verelim” dediler. Kendilerine “söylediğiniz kişileri ben tanımam, daha önce de duymadım. Ama siz Hasan Ocak’ın nerede öldürüldüğünü bildiğinizi mi söylüyorsunuz” diye sordum. Ağız değiştirdiler. Konuyu kapattılar. Bu diyalog, yoruma gerek duyulmayacak kadar açıktır. Bu diyalogu yaşayan kişi olarak Hasan Ocak’ın katilleri konusunda söz konusu polis görevlilerinin bilgi sahibi olduklarını somut olarak hissettim, anladım.
Değerli arkadaşlar,
Gözaltına alınmam ve sorgulanmamla ilgili ayrıntılar bu şekildedir. Beni kaçırarak Emniyet Müdürlüğü’ne götüren ve yol boyunca anlattığım biçimde davranan görevliler hakkında suç duyurusunda bulunacağım. Darp edildiğime dair adli tıp raporum dava dosyasındadır. Demek ki, biz Kazım Koyuncu filmi çektiğimiz, binamızı taşıdığımız için Ağır Ceza’da yargılanacağız. Bize bu muameleyi reva görenlerin nerde yargılanacağını ise zaman gösterecektir. Her iki yargılamayı da takip edeceğinizi umuyorum. Bu anlattıklarımın yorumunu da basın yayın organlarının habercilik anlayışına ve kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
Hacı Orman-BEKSAV Yönetim Kurulu Başkanı