Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın son günlerde IMF borçlarını hızla azaltıp net dış borç ödeyicisi durumuna geçildiği yolundaki açıklamaları en hafif deyimiyle totolojidir, kamuoyunu yanıltmacadır. Türkiye’nin kamu-özel dış borç yükü azalmamakta, tersine tehlikeli bir biçimde artmaktadır. Kamunun dış borç stoku azalmamış, büyümesi yavaşlamıştır. Bu da , tek başına marifet değildir. 2001 krizi ile birlikte, IMF’den alınan […]
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın son günlerde IMF borçlarını hızla azaltıp net dış borç ödeyicisi durumuna geçildiği yolundaki açıklamaları en hafif deyimiyle totolojidir, kamuoyunu yanıltmacadır.
Türkiye’nin kamu-özel dış borç yükü azalmamakta, tersine tehlikeli bir biçimde artmaktadır. Kamunun dış borç stoku azalmamış, büyümesi yavaşlamıştır. Bu da , tek başına marifet değildir. 2001 krizi ile birlikte, IMF’den alınan kredilerin geri ödendiğini söyleyen Başbakan, Türkiye toplumuna neler ödetmek bahasına bu borcun geri ödendiğinin de açıklamasını yapmalıdır. Türkiye, IMF’ye borcunu geri ödemeye başlamış bir ülke görünümüne karşın, Brezilya ve Arjantin ile birlikte IMF’den en çok kredi kullanmış, ama karşılık olarak da IMF’nin reçetelerini en katı biçimde uygulamış bir ülkedir.
Türkiye’nin dış borç stoku bir bütündür. Onun için de resmi istatistiklerde once toplam dış borç stoku verilir , sonra kamu- özel ayrımı yapılır. Bu yapıldığında dış borç stokunun AKP döneminde azalmadığı, 2002’de 130 milyar dolar iken 2006’nın 9 ayında 198 milyar dolara çıktığı görülür. Bu, dış borç stokunun yüzde 52 artması demektir.
Kamunun AKP döneminde dış borç stoku azalmamış, 64 milyar dolardan 68,6 milyar dolara çıkmıştır. Bu, azalma değil yavaşlamadır ve doğaldır, çünkü bu dönemde kamu dış borç almayşı gerektirecek icraatta olmamıştır, Bir kere büyümeye katkısı olmamıştır. Borcu borçla kapatmayı hedef almış, bütçede faiz dışı harcama hedeflerini gerçekleştirmek için sürekli kamuya kemer sıktırmış, borç ödemiştir.
Nedir kemer sıkmalar? Memurlara düşük maaş ödemiş, yeni kamu personeli almamıştır. Sosyal devleti askıya alıp sosyal harcama yapmamış, toplumu kötü kamu hizmetine maruz bırakmış, kamu varlıklarını yok bahasına özelleştirmiş ve bunlarla faiz ödemesi yapmış, dolayısıyla yeni borçlanma yerine sosyal devlet olmaktan vazgeçerek kamunun borçlanmasını yavaşlatmıştır. Yine de kamu borç stokunu 5 milyar dolar artırmaktan geri kalmamıştır. Ama, daha önemlisi özel sektörün dış borç yüküdür ve Erdoğan, bu borçtan bana ne diyemez, çünkü bir kriz anında bu borçlar özel sektörce ödenemezse, fatura kamunun önüne konulacaktır, nitekim 2001 yılında bu yapılmaştır.
Gelelim toplam dış borç stokunda özel sektörün kartopu gibi büyüyen borç yüküne..
Reel sektör borçları
Türkiye ekonomisinin 2006 da yaşananlarla birlikte kırılganlığını en çok artıran bu kez , finans kesimi değil, reel kesim oldu. Türkiye’nin dış borcunda son yıllarda başgösteren “özelleşme”, 2006’da iyice belirginlik kazandı ve yeni bir sıcak para krizinin yaşandığı Mayıs-Haziran döneminde bile azalmadı . Türkiye’nin dış borç stoku 2001 yılından sonraki dönemde yüzde 74.5 büyüyerek 2006 eylül ayı sonunda 198.3 milyar dolara kadar yükseldi. Bu dönemde Merkez Bankası da dahil kamu sektörünün dış borcu yüzde 19.5 artarken, özel sektörün borcunda ise yüzde 164.5’lik büyüme yaşandı. 2001 yılı sonunda 43.1 milyar dolar olan özel sektörün (bankalar+şirketler) toplam dış borç stoku 2006 eylül sonunda 114.1 milyar dolara çıktı.
Özel sektör dış borcunun 76.9 milyar dolarlık kısmı şirketler kesimi, 37.1 milyar doları ise bankalara ait bulunuyor. Özel sektörün dış borçlanmasındaki artış yüzünden Türkiye’nin dış borçlarının GSMH’ye oranı yeniden kritik sınır olan yüzde 50’nin üzerine çıktı. Türk bankacılık sektörünün şirketler kesimine yabancı para cinsinden açtığı krediler 2006 Eylül ayı sonunda 36.9 milyar dolar düzeyine yükseldi.
Şirketlerin 2005 sonunda 28.8 milyar dolar olan döviz pozisyon açığı ise 2006 eylül sonunda 43.4 milyar dolara kadar yükseldi.
Bankalar dış borçlanmada daha ihtiyatlı giderken, şirketlerin dış borca sıkı sıkıya sarıldıkları gözlendi. Özellikle yüksek büyüme yaşanan son 3 yılda, özel sektörün hızla dışarıdan borçlandığı,Tüpraş, Erdemir gibi özelleştirmelerin de dış borçlanma ile gerçekleştiği dikkati çekiyordu. Dolayısıyla, büyümenin sıcak para girişinin yanı sıra, dışarıdan sağlanan kısa ve orta-uzun vadeli kredilerle gerçekleştirildiği söylenebilir.
Özellikle şirketlerin önemli kur risklerine rağmen borçlanmalarında “ucuz kur, yüksek faiz” politikası önemli bir rol oynuyor. IMF destekli politikaların etkisiyle kura baskı yapılacağına güvenen şirketler, dışarıdan borçlanarak içerideki yüksek faiz yükünden de kurtulmuş görünüyorlar. Nitekim, şirketlerin 2002 sonrası dışarıdan yaptıkları borçlanmalar sayesinde faiz giderlerini azalttıkları görülüyor.
En büyük 500 sanayi şirketinin, net katma değerinin kar-faiz-ücret arasındaki dağılımına bakıldığında da , ucuz dövizle borçlanmanın şirketlerin faiz giderini azalttığı görülebiliyor. Faizlerin zirvede olduğu kriz yılı 2001’de net katma değerlerinin yüzde 48.2’sini faize ayırmak zorunda kalan şirketlerin, dışarıdan borçlanmalar sayesinde bu payı 2005’te yüzde 8’e kadar azaltıp, bu sayede faiz giderlerini düşürüp karlarını artırabildikleri görülüyor.
Özel banka ve şirketlerin dış borçlanmada paylarının kısa sürede yüzde 57’yi geçmesi, bu kesimin “ucuz kur” lobiciliği yapmasını da beraberinde getiriyor.
İşte önemli olan durum da budur.
Marifet IMF’ye aldıklarını ödemek değildir. Ülke dış borç stoku azaltılamamış, hatta yüzde 52 oranında büyültülmüş ve çok önemli bir kırılganlığa katlanılmıştır. Şimdi bu borç yükünün baskısı altındadır Hükümet. Bu kırılganlığın altında düşük kur politikasından vazgeçilememekte, sıcak paraya fahiş faizler ödenmeye devam edilmekte, ucuz döviz ülke ekonomisini içten çökertmekte, hızla uydulaştırmakta, küçük ve orta işletmeler çökmekte, tarım iyice çözülmekte, kentlerde 5 milyon işsize hergün yeni işsizler eklenmektedir.
Esas bu durumun hesabı verilmelidir.