13-14 Ocak 2007 tarihlerinde Ankara İçkale Otelinde yapılan Türkiye Barışını Arıyor Konferansı’nın yerel bir ayağı olarak dün Ankara’da “Türkiye Barışını Arıyor-Yenimahalle Halk Buluşması” gerçekleştirildi. Batıkent Halkevi, DTP, Eğitim-Sen, EMEP, ESP, ÖDP, SDP çağrıcılığı ile yapılan halk buluşması Batıkent Kent Koop Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Yaklaşık 400 kişinin katıldığı panelde divan başkanlığını Ankara 78’liler Derneği Başkanı Ruşen […]
13-14 Ocak 2007 tarihlerinde Ankara İçkale Otelinde yapılan Türkiye Barışını Arıyor Konferansı’nın yerel bir ayağı olarak dün Ankara’da “Türkiye Barışını Arıyor-Yenimahalle Halk Buluşması” gerçekleştirildi. Batıkent Halkevi, DTP, Eğitim-Sen, EMEP, ESP, ÖDP, SDP çağrıcılığı ile yapılan halk buluşması Batıkent Kent Koop Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Yaklaşık 400 kişinin katıldığı panelde divan başkanlığını Ankara 78’liler Derneği Başkanı Ruşen Sümbüloğlu gerçekleştirirken panelde Dr. Haluk Gerger, Prof Dr. M. Cengiz Güleç ve İmam Canbolat da panelist olarak yer aldı.
Panelistlerin konuşmaya başlamalarından önce Grup Yola Özlem farklı dillerde parçalar söyleyerek panel öncesinde halkların kardeşliği havası yarattı.
Grup Yola Özlem’in seslendirdiği parçaların ardından halk buluşmasının panel kısmına geçildi. Panel divan başkanı Ruşen Sümbüloğlu’nun yaptığı sunum ile başladı. Sunumunda 13-14 Ocak tarihlerinde gerçekleştirilen Türkiye Barışını Arıyor Konferansı’nın önemine değinen Sümbüloğlu’nun ardından Haluk Gerger söz aldı.
Gerger: Egemenlerin tespitlerine katılıyorum!
Haluk Gerger konuşmasına Genelkurmay ve MİT temsilcilerinin “Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ağır bunalımını yaşıyor” ve “ulus-devletin parçalanma tehlikesi var” yolundaki tespitlerine “katıldığını” söyleyerek başladı ve “onların söylemediği bir şeyi de ben söyleyeyim. Korkuyorlar!” dedi. Tarihiyle barışamayan toplumun peşini o tarihin bırakmayacağını söyleyen Gerger Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana geçen 80 yıldan sonra bugün hala aynı sorunları; Misak-ı Milli sorunu, Kürt sorunu, laiklik-İslam sorunu, kimlik(batılılaşma) sorunu, ordu-devlet toplum ilişkisini tartıştığını söyledi. Türkiye’nin 80 yıldır bu sorunların üzerini şiddet ve militarizme sarılarak örttüğünü söyleyen Gerger “Türkiye Cumhuriyeti tarihi acımasız bir şiddetin tarihidir” dedi.
Devletin ve onun şiddet politikalarının temelinde emperyalizmle kurulan ittifak ilişkilerinin olduğunu belirten Gerger Güney Kürdistan ve Türkiye’deki Kürt sorunundan kaynaklı olarak Türkiye ile emperyalistler arasındaki ilişkinin “çuvala girdiğini” söyledi.
Mühür Süleyman’da, Süleyman Beyaz Saray’da
Türkiye’de egemenler arasında iki ana ekseni olan bir kutuplaşma olduğunu söyleyen Gerger bir cephesinde devlet, silahlı bürokrasi, milliyetçi/ulusalcı kesimler diğerinde sivil hükümet, sağ ve sol liberaller olan bu tarafların arasında ABD’den icazet almaya indirgenen bir iktidar mücadelesi olduğunun altını çizerken bu tespitini “Mühür Süleyman’da Süleyman Beyaz Saray’da” sözüyle ifade etti.
Mührü almak isteyeninin ABD’nin “Ortadoğu’da tetikçilik yapma” talebini kabul etmesi gerektiğini söyledi.
Toplumda ABD’nin bu tetikçilik talebine karşı büyük bir muhalefet olduğunu fakat bu muhaliflerin çoğunun bu talebe anti-Kürtçülük nedeniyle karşı olduğunu belirten Gerger bu durumun bir manipülasyon imkanı verdiğinden de söz etti.
Egemenler arasında Kürt sorunuyla ilgili iki “çözüm” eğilimi olduğundan bahseden Gerger bunlardan birincisinin ABD ile bir şekilde anlaşılarak sorunun şiddet yoluyla “çözülmesi” olduğunu ikinci “çözümün” ise dinci, sağcı, solcu liberallerin çözümü olan Kürt sorununu AB emperyalizmi ile anlaşarak çözmek olduğunu söyledi.
Türkiye’de etkin bir güç olarak işçi sınıfının olmadığını ve bu nedenle de komünistlerin de Kürt sorununun çözümünde etkin güç haline gelemediğini belirten Gerger, Kürt sorunundaki çözümün emperyalizme bağlı bir çözüm olması durumunda bunun bu coğrafyanın emperyalistler tarafından alt üst edilmesiyle sonuçlanacağını vurguladı.
Canpolat: Gerçekleri araştırma komisyonu kurulsun
Haluk Gerger’in yaptığı konuşmanın ardından Demokratik Barış İnisiyatifi temsilcisi İmam Canpolat söz aldı. Canpolat Kürt sorununun şiddet dışında bir yöntemle çözülmesinde yapılması gereken şeylerin vatandaşın yapabilecekleri ve devletten beklenen adımlar olarak iki başlıkta ele alınması gerektiğini belirtti.
Sorunun çözümü için öncelikle tarafsız bir araştırma yapılması gerektiğini söyleyen Canpolat “köyleri kimin yaktığı, kimin boşalttığı, faili meçhullerin sorumlularının kim olduğu” gibi cevapları muğlak konuların sorumlusunun asker mi gerilla mı olduğunun oluşturulacak bir “Gerçeklerle Yüzleşme ve Uzlaşma Heyeti” tarafından ortaya çıkarılabileceğini söyledi.
“Gerçeği Araştırma Komisyonu” tarzındaki oluşumlara dünyanın çeşitli ülkelerinden örnekler veren Canpolat “Türkiye’de de bu tarz bir çalışmanın bir arada yaşamı sağlamak için zorunlu olduğu ortadadır” dedi.
Barışı sadece devletten beklemenin yanlış bir davranış olduğunu söyleyen Canpolat barış talebinin Türkiye’nin dört bir yanından seslendirilen bir toplumsal talep haline gelmesi gerektiğinin altını çizdi.
Dağdakilerin ve cezaevindekilerin siyaset yapmalarının önünün açılması için yeni bir yasal düzenleme yapılması ve seçimlerdeki yüzde 10 barajının kaldırılması gerektiğini söyleyen Canpolat böylece tamamen silahsızlanmanın önünü açılabileceğini söyledi.
Tartışma yaratan örnek
Türkler ve Kürtlerin geleceğinin birbirine bağlı olduğunu söyleyen Canpolat Türkler ve Kürtler arasında yeni bir ortaklığa ihtiyaç olduğunu belirtti. Canpolat’ın Türkler ve Kürtler arasındaki ittifaka dair verdiği tarihsel örnekler ise panelin soru cevap kısmında dinleyicilerin tepkisine neden oldu. Tartışmaya neden olan örnekte Canpolat Türklerle Kürtlerin 1071 Malazgirt savaşında Bizanslılara karşı, 1517 yılında Araplara karşı ve Kurtuluş savaşında da emperyalistlere karşı birlikte mücadele verdiğini söyledi. Canpolat’ın örneğinde tepki çeken nokta birliktelik için verilen örneklerin başka etnik, ulusal ve kültürel kimliklere düşmanlık temelinde olmasıydı.
Canpolat Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a, Başbakan Tayyip Erdoğan’a ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e yönelik olarak da “Her fırsatta Kürt meselesiyle ilgili ABD’ye ve AB’ye koşmayın” dedi. Yapılması gerekenin Kürtleri tanımak ve kardeşleşmenin önünü açmak olduğunu söyleyen Canpolat dışgüçlerin pragmatist olduğunu, bu güçler için halklar arası çatışmanın esas olduğunu ve bu güçlerin Ortadoğu da örgütledikleri şeyin de ortada olduğunu söyledi.
İmam Canpolat’ın ardından sözü Prof. Dr. Cengiz Güleç aldı. 1999 yılındaki seçimlerde DSP’den Sivas Milletvekili olan Güleç, Kürt sorununa olan ilgisinin artmasının altında tarihsel bir trajediden kaynaklanan bir eziklik ve aydın namusundan kaynaklı bir vicdan muhasebesi olduğunu söyledi. Güleç’in trajedi olarak bahsettiği şey 99 seçimlerinden birinci parti olarak çıkan DSP’nin aldığı oylarda PKK lideri Abdullah Öcalan’ın CIA tarafından yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesinin oynadığı faktördü.
Panelistlerin konuşmalarının ardından DTP Yenimahalle İlçe Başkanı Mehmet Selem düzenlenen barış konulu halk buluşmasının önemine dikkat çeken kısa bir konuşma yaptı.
Daha sonra panelin soru cevap kısmına geçildi. Panele katılanlar Canpolat’ın Türkler ve Kürtler arasındaki tarihsel ittifaklara dair verdiği örneğe olan tepkilerini dile getirdiler. Katılımcılardan birisi panelin adının Türkiye Barışını Arıyor değil Türkiye Savaşını Arıyor, Türkiye Kürt sorunun çözülmesi için devrimci savaşçılarını arıyor olması gerektiğini söyledi. Katılımc
ılar Haluk Gerger’in komünistlerin Kürt sorununda etkin bir güç olmadığı konusundaki tespitlerine dair de görüşlerini dile girdiler.
Kardeşleşmeyi nasıl sağlayacağız
Panelin soru-cevap kısmında söz alan Halkevleri temsilcisi Serhad Savaş, bugün gelinen noktada Türk ve Kürt halklarının birbirlerine düşman edildiğini, bu düşmanlıktan kaynaklı “yaşasın halkların kardeşliği” sloganını yinelemenin tek başına etkisiz kaldığı; bu sebeple de halkların “yeniden kardeşleşmesine” dönük pratik adımların tespit edilmesinin yakıcı önemde olduğunu dile getirdi.
Halkevleri olarak halkların yeniden kardeşleşebilmesinin temelinde neo-liberal politikalara ve kamusal alanın tasfiyesine karşı Türk ve Kürt halkının birlikte mücadele etmesi ve ortak bir program oluşturması gerektiğini düşündüklerini söyleyen Savaş neo-liberal politikalar ve kamusal alanın tasfiyesinin yarattığı yıkımdan en yakıcı şekilde etkilenenlerin Kürt kent yoksulları olduğunu, fakat Kürt sorununda çözüm konusunda neo-liberal politikalardan faydalanmaya dönük bir tavrın bu birlikteliğin önünü kestiğinin altını çizdi.
Soru-cevap ve tartışma kısmının da bitmesinin ardından panel sonlandırıldı.
Sendika.Org-Ankara